Sabahın 7’si ve annem içerden bağırıp duruyor. Annemin bağırmasıyla uyandım. Günlerden pazartesi ve okul var. Oflayarak yorganımı üzerimden hızlı bir şekilde attım. Aynı anda hızla kendimi yukarıya doğru ittim. Her sabah kalkma pozisyonumdur. Okul formamı arıyordum ki annem 2. dolapta dedi. Dolapların olduğu odaya gittim. Okul formamı çıkarttım, giymeye başladım. Okul formamızı seviyordum. Yeşildi ve yeşil en sevdiğim renktir. Saçımı açık bırakıp aşağı indim. Annem kahvaltı hazırlıyordu. Günaydın öpücüğü verdi. Koşarak ayakkabılarını giymeye gitti. Annem sabahları hep erkenden uyanır ama beni görünceye kadar işe gitmez. Babam saat 6’da işte olması gerektiği için sabahları onu göremiyorum. Ailecek çok iyi anlaşırız ama kavgalarımızda olmuyor değil. Benim kaprislerim, babamın hep aç oluşu, annemin bir dakika yerinde durmaması falan hep sorun yaratmıştır. Ama iyi anlaşmayı da beceriyoruz. Tostumu yemek hiç içimden gelmiyordu. Bu sabah nedense hiç aç değildim. Ki normalde sabaları 40 gün aç kalmış aslan gibiyimdir. Buna yardımcı kadın da şaşırdı. “ Ada? İyi misin kızım sen? Tostunu yemedin?” dedi. Ateşimin var olup olmadığını kontrol etti. “İyiyim Reyhan Teyze, sadece bu gün içimden gelmiyor. Belki bir iki saat sonra acıkırım. Okulda yerim.” dedim sonra ayakkabılarımı giyip yanağına bir öpücük kondurdum. Kapıyı kapatmadan “İyi dersler” dedi. Ona dönüp el salladım. Koşarak beni bekleyen şoföre doğru gittim. Kapımı açtı. “Teşekkürler Nazım Amca” deyip araba koltuğuna oturdum. Ardımdan kapımı kapattı. Amca dediğime bakmayın, kendisi 35 yaşında ama amca sıfatı ona çok yakışıyor. Çok seviyorum o adamı. Her sabah giderken dertleşiriz kısa bile olsa bana çok iyi gelir onunla konuşmak. Hemen yanımdaki sürücü koltuğuna geçti. “Günaydınlar leydim, nasılsınız?” diye söze başladı. Güldüm. “Sabahleyin kahvaltınızı yapmamışsınız küçük hanım. Ne o aşk acısı mı çekiyorsun?” dedi. Gülerek omzuna vurdum. “Benim için aşk tam 2 yıl önce bitti tamam mı?” dedim. Sonra birden gözlerim doldu. Unutmuştum ama. Bazen hatırlıyorum öyle ara sıra. 2 yıl öncesini hala dün gibi hatırlıyordum. Bora'yı. Bora ne yapıyordur şimdi? Merak etmiyor değilim. Bana onca acı çektirmesine rağmen hala onu düşünüyorum. Boralara 72. Günümüzü kutlamak için gidiyordum. Elimde onun en sevdiği pasta ve bir sürü jelibon çeşitiyle dolu bir kutu vardı. Merdivenlerden çıkıyordum ki kapısının açık olduğunu gördüm. Ses çıkarmadan içeri girdim. Elimde ki pastayı falan mutfağa koymuştum ki bir kız sesi işittim. “Sen kimsin?” demişti. “Ben…ben Boralara gelmiştim” dedim. “Aaa sen şu arkadaşı olmalısın, masanın üstünde resminizi görmüştüm boşver çok yakın arkadaşım demişti bana” dedi ve gülümsedi. Ağzım açık bir şekilde kızı dinliyordum. Kim? İkimizin resmi mi? Doğum gününde ikimizin resmini çerçevelettirip hediye ettiğim resim mi? Çok yakın arkadaşım mı? Kızın beni dürtmesiyle düşüncelerimden sıyrılmıştım. “Sevgilimi çağırayım mı şuan duşta” demişti. Bir dakika. Sevgilisi mi? “Hayır canım söylemene gerek yok. Buraya uğradığımı söyle yeter. Görüşürüz.” Demiştim ve çıkmıştım. Evet. Bora beni aldatmıştı. Kafama bir yumruk yedim. Nazım Amca, “Ada? İyi misin ya yarım saattir sana söylüyorum” dedi. “Efendim? Duymamışım pardon” dedim. “Okula geldik. Sağına bak istersen” dedi. Harbiden gelmiştik. Ne çabuk ya. Nazım amcaya öpücük verip arabadan indim. Okulun kapısına doğru gitmeye başladım. Arkamdan bir ses geldi “Adaaaa”. Dönüp baktığımda en yakın arkadaşımı, Yağmuru gördüm. Bana doğru koştu. Boynuma atladı. Yağmuru nedense çok seviyordum. Ağladığımda, güldüğümde hep yanımda olan tek kişiydi o belki.herhalde bu yüzden çok seviyordum. Beni bırakmayacağına inandığım tek kişi o. “Seni çok özledim” dedi. “Ben de seni çok özledim” dedim. Sarıldı bir kez daha. “Hadi okula girelim, sana yeni şeyler anlatmam gerekiyor” dedi. Çok bilgi sahibidir. Hemen hemen her şeyden anında haberi olur. Nasıl oluyorsa artık. Okulun banklarından birine oturduk. “Ada? Neyin var? Hiç mutlu görünmüyorsun. Pazartesi sabahı bile mutlu görünürdün sen” dedi. Harbiden bu gün bana neler oluyordu böyle? Bir mutsuz, bir umutsuz biri oldum. “Okula yeniler geliyormuş Ada” dedi. Gülüyordu ikide bir. “Eee nolmuş yani?” dedim. Hala gülüyordu. Gülmesine bir türlü anlam veremiyordum. “Ne oldu Yağmur? Delirtme insanı” dedim. “Okula yeni birileri geliyormuş dedim ya” dedi. Yine güldü. “Yağmur!” dedim koluna vurdum. Kahkaha attı. “Tamam ya kızma, 3 kişi geliyor” dedi. “Eee?” dedim. “Çok yakışıklılarmış, belki sana…” sözünü kestim, “Asla öyle bir şey olmayacak!” dedim. Yağmur başını önüne eğdi. “Sana kızmak istememiştim ama artık hiçbir şey istemiyorum” dedim. Yağmur bana baktı “Emin misin?” dedi. Başımı salladım. Okulun büyük kapısı açıldı birden. Herkes kapıya doğru bakmaya başladı. Çok meraklılar galiba yakışıklı görmeye diye düşündüm. Hiç görmemiş gibi bakıyorlar bir de. Bakmayı kestim başımı eğip telefonumdaki mesajları kontrol etmeye başladım. 3 tane araba girdi içeri. Siyah arabalar. Sonra o arabaların içinden 3 tane oğlan çıktı. Yağmur kolumu sıktı. Ben hala bakmıyordum. Bir de bakacak mıydım? Zengin züppelerinden birkaç kişi işte. Yakışıklı olmaları umurumda değil. Ben de zengindim, evet. Ama züppe değildim. Yağmur inilti çıkardı. Oflayarak kafamı yukarı kaldırdım. Cidden çok yakışıklılardı. Birisi kumral, yeşil gözlü olduğunu tahmin ettiğim, sıcak bakışlı, uzun boylu birisiydi. Diğeri kahverengi dalgalı saçları olan, ela gözlü, sıcak bakışlı ama gözünün arkasında keder olan, yeşil gözlüden uzun olan çocuktu. Diğeri ise… çok soğuk bakışları vardı. Tırstım gördüğümde. Simsiyah saçları vardı, gözleri deniz mavisiydi, yorgun, hayattan bıkmış davranışları vardı. Ela gözlü olan çocukla aynı boydaydı. Mavi gözlü… çok değişik geldi. Midem bulanmaya başladı. “Yağmur ben gidiyorum” dedim. Takmadı beni. Kalktım. Çocuklar da hareket etmeye başladı. Merdivenlerin oraya gittiğimde Yağmur arkamdan koşarak geldi. “Ne yaptın sen?” dedi. “Okula giriyorum sanırım” dedim. Koluma bir cimdik attı. “Çocuklar sürekli seni izliyorlardı” dedi. “Niye ki?” dedim merdivenlerden çıkmaya başladım. “Herkes onların ağzına bakarken senin telefonuna bakman ters düşmüş onlara galiba dedi güldü sonra kahkaha attı. Bende güldüm. Midem kazınıyordu. Açlığım geri gelmişti. Kantine gidip tost aldım. Yağmur da çikolata aldı. En büyük aşkı çikolatadır. Her sabah yer. Ama hiç kilo almaz nasıl bir insansa artık. Bir masaya oturduk. Yeni gelenler hakkında eleştiri yapıyordu Yağmur. Ben de etrafıma bakıyordum. Şuan en son istediğim şey o çocuklar hakkında konuşmaktı. Yan masadan mavi gözlü lafı geçti. Şaşırdım bir an. Bana ne ki ondan. Desem de merakıma yenik düştüm Yağmurla yer değiştirdim. O masaya daha çok yaklaştım. Yeni gelenlerden söz ediyorlardı. Ama neden mavi gözlü daha çok ilgi görüyordu ki? Mavi gözlü çocuğun adını dahi ağzına alamazlar. Neden böyleydim? Delirdim galiba. Dinlemeyi kestim. Yağmura da susmasını söyledim. O da sustu. Bir iki dakika sonra içeriye 3’lü girdi. Hayır yani neden geldiler ki? Müdürle konuşmaları gerekmiyor mu? Yağmur yine başladı. “Şu kumralın babası çok büyük bir fabrika sahibiymiş, şu dalgalı da annesiyle yaşıyormuş, babası nerde bilmiyorum öğrenirim bir ara. Mavili…” dedi ve sustu. Ona döndüm “Onun hakkında bir şey bilmiyor musun?” dedim. Başını eğdi, “Onun annesiyle babası o 3 yaşındayken ölmüşler, 14 yaşından sonra hep yalnız başına yaşamış, kimseyi sevmemiş, kimseyi yanında istemiyor. Hayatta tek sahip olduğu kişiler gördüklerin. Birisi onları üzerse üzeni yaşatmıyormuş. Düşün artık ne kadar değerli olduklarını” dedi. Birden içimi acı kapladı. 3 yaşında anne ile babayı kaybetmek… 14 yaşından beri tek başına yaşamak… Hayatta sadece 2 kişiye değer vermek… Mavi gözlünün çok acı çektiği için bu kadar soğuk baktığını düşündüm. Ama o bakışların altında başka şeyler de yatıyordu biliyordum. “Peki bunların adları ne?” diye sordum Yağmura. “Kumralın adı Çınar, o dalgalı saçlı çocuğun ise adı Ege, diğeri mavi gözlü olanın da Deniz” dedi. Sonra sırıttı. “Ne o içlerinden birini kendine mi yaptın?” dedim gülerek. Yağmur bana döndü. “Çınar Ama arkadaş çevresinde ona yeşil gözlü olduğu için ‘yeşil’ deniyor. Çok yakışıklı değil mi sence de?” dedi gülerek. İlk defa bu kadar sırıtırken, gülerken görüyordum arkadaşımı. Anlaşılan abayı yakmıştı. Gülümsedim. Yağmurun ağlamasına hiç içim dayanmıyor. O hiç hak etmiyor ağlamayı. Umarım bu sefer ağlamaz. Birden bir ses ile irkildim, “Tabure boş mu?” dedi dalgalı saçlı olan Ege. “Evet, evet” dedim. Gülümsedi ve yanımda ki tabureyi aldı. O gittikten sonra Yağmur koluma cimcik attı. İnledim. Cidden acıtıyordu. “Ne yapıyorsun ya?” dedim. “Okulda ilk defa seninle konuştu o çocuk. Tarihe geçtin!” dedi. “Of alt tarafı tabure istedi Yağmur, kolumu acıtmana gerek yoktu” dedim. Gözlerini kıstı. “O çocuklardan bir tanesi iki kelime bile konuştuysa senle kendini seçilmiş kişi bil” dedi. Ne saçma şeylerdi. Hadi gelse mavi gözlü çocuk benimle konuşsa haklıydı. Ama Ege zaten sıcakkanlı ve konuşkan biriydi. Normaldi yani. “Büyültülecek bir şey değil” dedim. Kalktık. Matematik sınıfına doğru gitmeye başladık. Herkes sıralarına geçti. Yağmur benim 3 sıra önümde oturuyordu ve benim yanım boştu. Matematik hocası öyle istemişti. İkimiz bir olunca dersi kaynatırdık. Hocada böyle bir çözüme baş vurmuştu. Matematik hocası içeri girdi. Günaydın dedi biz de oturduk. Defterlerimi çıkartmaya çalışırken içeri müdür girdi. Yeni öğrencilerin geldiğini söyledi. Bu gün yeni kişiler çok mu ne? Mavi gözlü hangi sınıfta acaba? Bir dakika. Nasıl ya? Sınıfa yeni kişiler geldi mi? Kafamı hızla yukarı kaldırdım. Ne? Mavi gözlü de mi burada? Hepsi burada. Başka sınıf mı yok sanki. “Ben Deniz” dedi soğuk bir ses. Kendisini sınıfa tanıtıyordu mavi gözlü. Deniz… Deniz ismi ilk defa bu kadar güzel geliyor. Kafayı yemek üzereyim. Biri beni kurtarsın. Matematikçi “Sen Deniz, Ada’nın yanına otur. Sana çok yardımcı olacaktır” dedi ve gülümsedi bana. Ne? Bay soğuk benim yanıma mı oturacak? Bay soğuk? Deniz? Mavi gözlü? Ben böyle düşünürken o çoktan oturmuştu bile. Bir dakika boyunca onu izledim. “Beni izleyenleri sevmem” dedi. Defteriyle uğraşırken. Tam cevap verecektim ki hoca derse başladı. Ben de sustum. Dersi dinlemeye çalıştım. Dinleyemedim. Rahatsız oluyordum. Uzun süredir yanımda biri oturmadığı için olabilir. Ama bu sanki daha farklıydı. Dertlerimden, düşüncelerimden uzaklaşmak için defterimin arkasını açtım. Bir şeyler çizmeyle çalıştım. Resim yeteneğim var yani çok güzel resim çizerim. Sıkıntımı, üzüntümü, sevincimi, mutluluğumu hep resim çizerek tamamlarım. Bu gün ise hissizdim. Yanımda ki insan farklı gelmeye başlamıştı. Onu çizeyim dedim. Denizi çizmeye başladım. Siyah saçlarından başladım. Daha sonra upuzun kirpikleriyle birlikte gözünü çizmeye başladım. Deniz mavisi gözlerini. Yuvarlak burnunu çizdim. Dudaklarını çizdim. Sıra tonlandırmaya geldi. Tonlandırma, gölgeler yapmaya başladım. “Güzel resim çiziyorsun” sesiyle irkildim. Gülerek bana bakan Egeyi gördüm. Resmimi görmüştü. Defterimi kapattım. “Ben sadece… öylesine çizdim, yırtabilirim istersen ilham arıyordum öylesine oldu” dedim saçmaladığımı fark edince konuşmayı bıraktım. Ege güldü. “Anladım, hesap vermene gerek yok. Adın ne?” dedi. Adımı ne diye merak ediyordu bu şimdi? “Adım Ada” dedim. “Ada… Çok güzel bir isim. Benimki de Ege” dedi. Gülümsedim. Tahtaya baktım. “Yanındaki çok soğuk değil mi?” dedi. Döndüm. Yanımda değildi. Egeye döndüm “Sanırım öyle” dedim. Gülümsedi. “O kadar da kötü biri değil. Tanışırsan seversin emin ol” dedi “Teşekkür ederim ama gerek yok, kalsın” dedim. Sıramdan kalkıp Yağmurun yanına gittim. “Önemli bir şey değil Denizin soğuk biri olmadığını, adımı sordu bu kadar” dedim daha o sormadan. Çünkü biliyordum ki bir sürü şey soracaktı. Zil çaldı. Diğer saatlerde de Deniz benimle konuşmadı. Ben de ona bakmadım. Çıkış zili çaldığında Yağmurla dışarı çıktık. 3’lünün arabalarına bindiklerini gördük. Yalnız Yağmur bu Çınara takmıştı. Tanışır bir gün umarım. Kapıya doğru gittik. Nazım Amcayı gördüm. Yağmura sarılıp gittim. Kapımı açtı. Gülümsedim. Oturdum. Kapımı kapatıp yanıma geldi oturdu. “Gününüz nasıl geçti leydim?” dedi. “Hiç, aynı” dedim. Aslında aynı değildi. Deniz denen şahıs çok canımı sıkıyordu. Çok soğuktu ve çok canım sıkılıyordu bu duruma. Ne diye yanıma düşmüştü ki? Eve gelmiştik. Evden içeri girdim. Reyhan Teyzeye yemek yemeyeceğimi söyledim. Odama çıktım hemen. Kendimi yatağıma attım. Uyuyakalmışım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi'm.
Romance17 yaşında bir genç kız... 17 yaşında bir genç çocuk... İki zengin şahıs, Fakir bir aşk.