1. KARADELİĞE UFAK BİR ZİYARET

1.2K 46 9
                                    

Uzay yılların ağırlığıyla yaşlanan gözlerini sonsuza kadar süren bir uykudan uyanmış gibi açtı. Kendisini uzay boşluğunda buldu ve öylece havada süzülüyordu. Etrafında parlayan yıldızlar, onların etrafında dönen gezegenler, kendi kafasına göre takılan meteorlar uçuşuyordu.


Evrenin sonsuzluğu dudak uçuklatacak derecedeydi; bu güzellik, bu parıldamalar Leonardo Da Vinci'nin Mona Lisa'sı, Beethoven'in 9. Senfoni'si kadar mükemmel ötesiydi, şahaneydi. Hep hayali olmuştu, evrenin sınırlarını keşfetmek. Ve şimdi hayalini kısmen de olsa gerçekleştiriyordu. Uzay üstüne baktı, filmlerde gördüğü ve hep giymek istediği astronot kıyafeti şu an üzerindeydi. Sırt tarafında oksijen tüpü ve onu uzay boşluğunda yönlendirecek roket vardı, yön komutları sağ kolunun üzerindeydi. İleri doğru atıldı. Kıl payı bir asteroit yanından geçti. Ucuz kurtuldum diye düşündü. Gerçekten gördüğü bu manzara çok etkileyiciydi.

Başka bir yıldız olduğunu tahmin ettiği bir sistemin yanından geçiyordu. Bu yıldız dünyasında ki yıldızın yani güneşin neredeyse 5 veya 6 katı vardı ve güneş gibi rengi sarı değildi. Kendi gibi etrafına kıpkırmızı ışınlar saçıyordu, hatta saçmakla kalmıyor dev alev topları üzerinden bir miktar patlamayla kopuyordu. Uzay bu yıldızın çok yaşlı olabileceğini düşündü. Düşüncelerinde de yanılmıyordu çünkü öyleydi. Bunu nereden mi biliyordu? Tabi ki astronomi dersinden biliyordu. Zorunlu dersi olduğundan bir bakıma çok şanslıydı. İlk başlarda derslerde çok sıkılıyordu ama hocaları değişince ve kendi sınıf öğretmeni olan Sinem hocaları derse girince oldukça keyif almaya başlamıştı. Yıldızın etrafında çok garip gezegenler vardı. Yıldızına en yakın gezegen olduğu halde sıcaktan cayır cayır yanması gerekirken üstünde buzul olan gezegen bunlardan birisiydi. Bu gezegeni daha da ilginç yapan şey buzulların üstünde ateş yanmasıydı. Bu nasıl olabilirdi ki. Buzların çoktan erimesi gerekmez miydi? Galiba buzulların ateşe karşı dayanıklılığı vardı yada burada ki buzullar dünyadaki buzullardan çok daha farklıydı. Gezegenin tabakasında yoğun bir sis vardı, sanki gazları zehirli gibiydi. Uzay dünya yerine burada olabileceğini bir saniye için düşündü ve hemen bunu aklından çıkardı. Kesinlikle bu olanaksızdı, orada yaşam olması imkansızdı. Gözünü bu gezegenden ayırıp 2. sırada ki gezegene çevirdi. Gerçi buna gezegende denemezdi çünkü katı bir yüzeyi nerdeyse yoktu. Tamamen yer küresi gazlardan ve alevlerden oluşuyordu. Gözünüzün önüne küre şeklinde alev topu getirin ve bunu milyonlarca büyütün. Belki de bu gezegen Dünyanın cehennemiydi. Diğer 3. gezegene baktığında, eliyle gözünü kapatmak zorunda kalmıştı. Çünkü yıldızının ışığını çok miktarda yansıtıyordu. Yaklaşık olarak Jüpiter'in 1.5 katında boyutu vardı ve bembeyazdı. Çok ilginçti ama kafasını yan tarafa kaydırdığında bundan daha da ilginciyle karşılaştı. Şuan baktığı resmen camdan oluşan saydam bir gezegendi. İçinden bakıldığında diğer tarafı görülebiliyordu. Bu zamana kadar nasıl kırılmamıştı? Cevabı çok basitti aslında. Çünkü cam tabakası çok kalındı ve elmastan daha sağlamdı. Ayrıca yüksek yüzey sıcaklığı sebebiyle atmosferdeki parçacıklar tepkimeye girip cam oluşturuyor ve Dünyada ki yağmur yağması gibi bu gezegende de cam yağıyordu. Ardından turkuaz renkli su kütleli gezegen onu takip ediyordu. Bunun gibi çok değişik gezegenler sanki bu yaşlı yıldızı çevrelemişti. Uzay, manzaranın tadını çıkarırken gerçeklik ayrımına düştü.

Uzay, uzay boşluğunda asılıyken ne olduğunu bile anlayamadan olanlar oldu. Birden yaşlı olan yıldız kendi içine çöktü ve yok oldu. Her yer zifiri karanlık oldu. Artık o müthiş olan ve parıldayan gezegenlerin yıldızları yok olduğu için eski o görkemli görüntüleri de yok olmuştu. Peki yıldıza ne olmuştu? Uzay bunu yavaş yavaş gözlemliyordu. Yıldız sisteminde ki diğer gezegenler başta ilk gezegen olmak üzere madde ve ışıkları karanlığın etrafında yuvarlak olacak şekilde dağılmaya başladı. Işıklar sanki karanlık tarafından yutulmaya başlanmıştı Uzay bunun ne olduğunu başta anlayamamıştı. Hemen astronomi dersinde gördüklerini düşünmeye başladı. Bir yıldızın içine çökmesi ve kararması sonucu hatta çevresinde ki ışığı da içine çekmesiyle oluşan varlık ne olabilirdi. Birden aklına dank etti: KARADELİK.

Aman Tanrım bu çok korkutucuydu. Hemen oradan uzaklaşmalıydı. Geriye dönüp karadelikten kaçmak için roketini ileriye doğru ateşledi fakat çok geçti. Ne kadar -eski yıldız şimdi ki- karadelikten uzak olsa da karadeliğin çekim noktasına girmişti ve kendisi de diğer gezegenler gibi karadeliğe doğru sürükleniyordu. Uzay artık her şey için çok geç olduğunun farkına vardı. Spagetti gibi dümdüz olacaktı. Aniden yan tarafından karadeliğe doğru çekilen bir çalar saat gördü. Çalar saat mi? İyi de çalar saatin burada ne işi vardı? Bu olay daha çok garipti. Çalar saat 7:59'u gösteriyordu ve alarmı 8'e kurulmuştu. Sonsuzmuş gibi geçen 1 dakikadan sonra çalar saat uzayda ki sessizliği sonlandırdı. Sesin de ışık gibi karadelik tarafından çekilmesi gerekirken ses bütün görüntüleri bir puzzle parçası gibi yıkmaya başladı.

Ve işte o an..

Uzay aniden yerinden sıçrayarak uyandı: "Of yine mi ya bu kabuslardan bıktım." diyip çalan alarmı kapattı ve uykusuna kaldığı yerden devam etti. Uzay son zamanlarda çok garip rüyalar görüyordu ve bu da gördüğü garip rüyalardan bir tanesiydi sadece.

Uzayın boyu uzun olmasına karşın, çok cılızdı. Annesi ve 12 seneden beri görmediği babası gibi sarışındı ve yeşil gözleri vardı; çok hareketli ama bir o kadar da uysal, genellikle fazla konuşmayan ama her şeyden bir parça bilmek için uğraşan zeki birisiydi. Evde annesiyle birlikte yaşamaktaydı. Babasını 4 yaşında trafik kazasında kaybetmişti ve babasını sadece fotoğraflardan tanıyordu. Hayatın sillesini küçük yaşta yiyen ve hayatın ağırlığını yüklenen bir çocuktu kısaca.

"Uzay" diye içerden annesi seslendi.

"Hadi kalkma vakti, okula geç kalacaksın."

Annesi 180 santim boylarında, sarışın tenli ve sarı saçlıydı. Uzayla aynı renkte olan yeşil gözleri vardı. Uzay da gözlerini, annesinin gözlerine çektiğini düşünüyordu. Annesi onu her zaman 'zeytin gözlüm' diyerek severdi.

"Tamam anne, kalkıyorum." diyip yatağından istemeden kalktı Uzay. Lavabo' ya doğru sanki penguenlerin paytak adımlarla yürüyüşü gibi gitti ve muslukta yüzünü yıkayıp, havluyla duruladı. Ardından mutfağa yöneldi. Yemek masasına oturdu ve annesinin tabağına koyduğu gözlemeyi yemeye başladı.

"Anneciğim ben çıkıyorum, yoksa işe geç kalacam, okula giderken dikkatli git." dedi annesi.

Uzay 16 yaşına girmiş olmasına rağmen annesi ona bir bebek gibi davranıyordu. Annesinin bu davranışına sinir oluyordu.

"Anne ya, ben artık çocuk değilim, böyle davranmana da sinir oluyorum" diye cevap verdi.

Annesi Uzay'ın çocuk olmadığını bilmiyor değildi. Ama onu çok seviyordu ve sadece onu korumak istiyordu. Uzay'ın babasının yokluğunu hissetmemesi için ona böyle davranması gerektiğine karar vermişti ve bildiğinden şaşmamak konusunda kararcıydı. Ayrıca Uzay onun bu dünyada ki herşeyi, onun mutluluk kaynağıydı. Aslında Uzay'a belli etmese de kendisi kocasının yani Cem'in ölümünden sonra çok sarsılmıştı ama Uzay'a bunu asla hissettirmedi. Veya öyle sanıyordu. Bazı karanlık gecelerde Uzay'ın uyuduğundan emin olduktan sonra yatak odasında hıçkırarak ağlardı. Uzay annesinin sesine uyanarak onu dinler ama rahatsız etmez, çünkü annesinin de çok üzüldüğünü düşünürdü.

Annesi bir şey demeden Uzay'ın alnından öperek saçını karıştırdı. Sonra kapıya gitti ve mantosunu giyerek: "Ben çıktım, iyi dersler bakalım büyümüş Uzay efendi" diyip hızlıca merdivenlerden aşağı indi.

ZAMANIN ÖTESİNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin