"Pff... Ne boktan bir hayat..." dedim yavaş adımlarla yürürken. Gökyüzü birkaç gündür okyanusların rengini çalmış gibi saf bir durgunlukla dünyayı kavrıyordu. Hava güneşin bile üşümesine sebep olacak kadar soğuktu. Son kırk saattir yemek yemediğimi düşünürsek, bu gerçekten beni yormaya başlamıştı. Ama yapacak bir şey yoktu, oraya gitmem gerekiyordu; son on yıldır, her sene, bu gün gittiğim gibi...
Yavaş adımlarla beş on dakika ilerledikten sonra dünya kadar uzun ömürleri yüzünden söyleyecek sözleri kalmamış ağaçların arasındaki mezara ulaştım. Mezarın çevresi her yıl olduğu gibi kurumuş yapraklar ile doluydu. Ağaçların hışırtıları hafif bir rüzgâra eşlik ederek havayı doldururken ortada bulunan ve Sahra Çölü kadar kuru olan mezar tüm dünyaya haykırarak yalnızlığı tarif ediyor, adeta " Yalnızlık işte budur!" diyordu. Ne zamandır burası böyleydi? Bir sene? Üç sene? Hmm... Sanırım beş senedir bu çığlıklar havada yankılanıyordu. Her ne kadar, her yıl üşenmeden kurumuş yaprakları temizleyip mezarın toprağını sulasam da her seferinde eski haline geliyordu. Sonuçta, o da benim gibiydi; yalnız ve sıradan...
Yine her zamanki gibi unuttum her şeyi. İstemsizce geldim canımın en çok acıdığı, her gelişimle adeta bir kez daha öldüğüm bu yere... Üzerimde yine ütüsüz bir t-shirt, yine lekeli bir eşofman. Her sene aynı terane...
Gerçi bazı yıllar beni buraya gelirken görenler olmuştu. Onlar ne demişlerdi? "Buraya neden geldin delikanlı?", "Aaa... Bu mezar kimsesiz değil miydi?", "Hop! Birader buraya girmek yasak! Çıkar mısın?"... Onlar da kendilerince haklıydı gerçi. Bu arazi başkasına aitti ve girmek yasaktı. Gerçi bunun pek önemi yoktu. Sonuçta tek bir mezar için kim bu sikik yere gelirdi? Benden başka kim her sene üşenmeden buraya gelirdi?
Merak ettiğim tek şey, benim gerçekte kim olduğumu bilseler böyle konuşabilirler miydi? Yoksa beni gerçekten tanıyanlar gibi... Gerçi beni gerçekten tanıyan yok ki...
Arkamdan "Sonunda buldum seni piç herif!" diye bir ses geldi, ben hala mezarın etrafındaki kurumuş yaprakları yavaşça temizlerken. En sonunda yakalanmıştım sanırım. Sonunda günahlarım acımasızca boynuma yapışmıştı ve bunu sonuna kadar hak etmiştim. Hem de fazlasıyla...
Hangi günahlar mı? Hmm... Hangisinden başlasam acaba? Yaktığım hangi gezegeni, hiçliğe sürüklediğim hangi ruhu anlatsam önce? Tabii ki şaka yapıyorum. Eğer konu günahlarım ise... En iyisi, en başından başlamak. Bu sokuk dünyada oldukça sıradan bir yaşantıya sahip olmak isteyen, bunu bir türlü başaramayan ve başaramadığı için günden güne karanlık bir bataklığın içinde her şeye rağmen daha da derinlere giden bir genç olarak, en başından başlamalıyım. İşte bu benim, Alkım'ın inanılamayacak kadar sıradan(!) hikâyesi.
Karşılaştığı kötülüklere karşı daha kötü olan, iyiliklere karşı merhametli bir şekilde davrandığından dolayı çoğu zaman canı yanan sıradan bir kişinin hikâyesi. Bu sokuk dünyadaki diğer insanlar gibi sadece ilerlemeye çalışan birinin hikâyesini anlatacağım hepinize. Yavşak, şerefsiz, ibne lakaplarını benliğine işletmiş birinin hikayesini...
-------------------------------------------
Fantastik değil bu sefer hikaye ama umarım beğenirsiniz Alkım'cığımın tatlı ve oldukça sıradan (!) hikayesini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sıradan
Teen Fictionİnsanlar. Özenli giyimleri, bakımlı vücutlarıyla amansızca gerçek görüntülerini gizlemeye çalışan ve kendi reklamını yapmak gibi muazzam bir yeteneğe sahip olan, ilk teknolojinin son ürünleri. İnsanlar. Dünya isimli çöplükte amaçsızca dolaşan, kimi...