1954 Aralık – Demiray Akıl Hastanesi
Odanın tepesinde parlayan büyük ışık, odanın kenarlarına aynı bonkörlüğü göstermiyordu. Tavandan akan yağmur suyu, duvardaki sıvayı balon gibi kabartmıştı. Şıpırdayan suyun sesi, dışarıdaki fırtınanın sesiyle birleşiyordu. Çakan şimşeklerin ışığında, ağaçların silüetleri, bir pagan ayininde çılgınca dans eden insanları çağrıştırıyordu. Koridordaki belli belirsiz inlemeler, histerik bağırışlar, arasıra bu senfoniye katılıyordu. Tavandan akan suyun damladığı yerde, çerçeveli bir resim vardı. Odadaki sessizliği bozan şeyse, su damlaları yere düştüğünde çıkan, ince bir "hı?" sesiydi. Odada yalnız değildim. Işığın ulaşamadığı kuytu köşelerden birinde sinmiş, masmavi iki göz, yüzüme doğru bakıyordu. Genç bir kızdı bu; muhtemelen 23-24 yaşlarındaydı. Bir aya yakındır bu hastanedeydi. Şizofreni teşhisi konulduktan sonra, kızın tedavisinde yetersiz kalan hastane heyeti, bu konuda farklı bir yol umudu görerek, beni çağırmıştı. Kızı önce kendim görmek istedim. (Biraz olsun yakınlık kurabilmek ve onun bana bazı şeyleri anlatabilmesini sağlamak içindi bu) Odanın demir kapısı, acı bir gıcırdama ile açıldı ve koridordaki bozuk floresan ışığı, odanın içine süzüldü. Başhekim, yanında en güvendiği iki öğrencisiyle odaya girmişti. Bu iyiydi. Zira, bu tecrit odasında, tehlike arz edebilecek bir hasta ile böyle bir ortamda kalmak, benim bile sinirlerimi bozmuştu. Ayağa kalktım. Başhekim, elimi sıkarak, "Selim Bey, geldiğiniz için çok teşekkür ederiz. Sizin gibi işinin ehli bir psikiyatrı aramızda görmekten çok mutluyuz." dedi. Gülümseyerek, "Teşekkür ederim hocam, size yardımcı olmayı çok isterim." diyerek, yerime oturdum. Diğer iki stajyer öğrenci ise, sıkıcı bir ciddiyet takınmışlardı. Suratları elli karıştı; Gestapo gibi sert ve kararlı hareketleri vardı. Başhekim, bakışlarını odanın kenarına çökmüş, ileri-geri sallanan genç kıza doğru çevirdi. Babacan bir tavırla, "Hadi bakalım Hanife, Selim Bey, buraya senin için geldi. Belki biraz konuşursunuz, sana da iyi gelir, ne dersin?" diyerek gülümsedi. Hanife, başhekime bakmadı bile. Bakışları, tek bir yerde birleşmişti. Başhekim, öğrencileriyle ayağa kalktı ve "Müsadenizle, bazı işlerimiz var. Malumunuz, bu kadar hastayla uğraşmak meşakkatli iş." diyerek, gülümsedi. Öğrencilerine dönerek, "Selim Bey burada birkaç gün misafirimiz olacak çocuklar, kendisini en iyi şekilde ağırlayın." dedi. Öğrencileri başlarını eğerek onu onayladılar ve odadan çıkıp gittiler. Kapının kapanırken çıkardığı ses, odanın içinde ürkütücü bir yankı yaptı. Bu işlerde deneyimli benim gibi insanları bile çıldırtabilecek bi sesti bu. Kapının kapanması ile, Hanife, kendinden beklenmeyecek bir sakinlikle karşımdaki sandalyeye oturdu. Şaşkınlığımı üstümden atamadan, yavaşça eğilip, fısıltıyla "Onlara güvenmiyorum. Onlar yaptı biliyorum." dedi. Bu sözlerinin üzerine, sıfırdan başlamayı uygun bulup, ona buraya nasıl ve ne sebepten geldiğini sordum. "Her şey benim için. Tüm bu olan, biten. Çiçekler de benim için, Sarıkız da benim için, ev de benim için, her şey ben!" demişti. Konuşurken yüzü ve vücudu istemsiz şekilde seğiriyor, sanki biri arkasından dürtüyormuş gibi omuzlarını silkeliyordu. Sonra kafasını hızlıca sallamaya başladı, aklına gelen bazı kötü şeyleri defetmeye çalışır gibiydi. Sonra, yine o sakin, mantıklı haline geri döndü. Yavaşça, "Bunun sonu yok, kaçınılmaz olan muhakkak gelecek Doktor. Benim için gelecekler ve beni kimse kurtaramaz artık! Ah Hasan ah!" diye bağırdı. "Senin için kim gelecek?" diye sordum. "Onlar" dedi sadece. "Onlar her yerde doktor. Hepimizin içindeler. En gizli, en pislik ve en aciz şeylerimizi bile görüp, duyarlar. Bir bedeldir bu! O Hasan dürzüsü yüzünden bunlar! Hep onun yüzündendi de kimseler bişey diyemediydi! Ben ne yaptım ki? Bana ne, bana ne!" diye bağırarak, ayağa kalktı. Duvara koşup, kafasını duvara vurmaya başladı; üstünü başını yırtıyor, kendine zarar veriyordu. Bir çeşit sinir nöbeti geçiriyordu. Kapıdaki hastabakıcılar, sesi duyarak, derhal odaya girdiler ve Hanife'yi yatıştırdılar. Hanife, ilacın etkisiyle uyuyakalmıştı. Derhal başhekimin odasına giderek, Hanife ile ilgili dosyayı istedim ve dosyadaki bilgileri incelemeye koyuldum. Hanife, güzeller güzeli bir köylü kızıydı. Kuyutepe ismindeki bir köyde yaşıyordu. Bahsettiği Hasan adındaki kişinin nesi olduğu, buradaki dosyada yazmıyordu. Bahsedilen köyün buraya yaklaşık üç saat uzaklıkta olduğunu öğrendim. Hastane görevlilerine odamı hazır tutmalarını, Kuyutepe köyüne gideceğimi haber verdim. Hazırlığımı yaparak, arabama atladım ve köye doğru yol almaya başladım. Haziran ayında vilayet olmuş olan Sakarya'nın gözden uzak bir köyüydü burası. Köyün tabelasını gördüğümde daha da heyecanlanarak gaza bastım. Ama şehir yollarına alışık olan bu Chevrolet'nin köy yolunda çamura saplanıp kalması biraz hevesimi kırmıştı. Aralık ayında, bu köy, kutuplardan daha soğuk olabilirdi. Şansıma, at arabasıyla oradan geçmekte olan bir köylü, beni kendi arabasına aldı ve köye yardım istemek için götürmeyi teklif etti sağ olsun. "Hayırdır beyim, senin gibi adamlar pek uğramaz burlara? Ben Cemal. Buyur köye kadar gidek, orda çekiveririz tomofili" dedi. Teşekkür ederek, yanına oturdum. "Ben doktorum, bir hastam var, bu köyde yaşıyormuş, adı Hanife" deyince, köylünün yüz ifadesi değişti. "He ya, Hanife." dedi. "Hayatı kaydı gencecik kızın. Hasan'dan oldu hep. Açgözlüydü, açgözlü!" diyerek, kırbacını atlarına şaklattı. Bazı yanıtlar buluyordum ve bu hoşuma gidiyordu. İki sigara çıkarıp, Cemal'e de ikram ettim. "Kim bu Hasan?" diye sordum. "Hasan? Hee benim uzaktan amcaoğludur yahu Hasan! Yolu yol deeldi, ama yine de severdim hergeleyi. Hanife'nin başını yakan da odur ya!" dedi. "Neler oldu peki?" diye sormama kalmadı, "Aman be dohtor, pek karıştırma mevzuyu. Aha sırf bunnarın bokuna, hanidir köye gelen giden de yoh artık. Senden gayrı, aha burlara kimse gelmez-gitmez oldu!" dedi. "Ama seni Hanife'nin ablasına götürem ben. Zate, ailesinden bi o galmıştır! Hele Zişan Abla'ya götürem seni, he he." deyince, bahsedilen Zişan Abla'dan bazı cevaplar alabileceğimi düşünmüştüm. Köyün girişine yaklaşırken, biraz hızlı giden Cemal'in arabasının tekeri kırılmıştı. Arabadan indi ve küfür ederek "Gaç kere bizim Ahmet'inen mehtup yazdık Angara'ya, hala yapacaklar şu yolu! Allah bu Menderes'i ıslah etsin! Dohtor, Zişan Ablagil'in ev, aha şu kırmızı evin ordan sola döncen, garşına avlulu bir ev çıkacah. He, o evdir işte! Zate sorsan gösterirler, haydi kolay gele!" dedi. Pantolonum çamur içinde kalmıştı, ama sonunda köye varmıştım. Köyde ev çoktu, ama içleri boştu. Köy meydanında da, su almaya giden birkaç kadından başkası yoktu. Evlerden birinde, genç bir kızın beni pencereden izlediğini fark ettim. Göz göze gelince, gözleriyle bana işaret ederek, perdeyi kapattı. Sonra evin kapısı yavaşça açıldı. Fısıltıyla, "Hanife için geldiniz de mi? He, size diyeceem var" demesine kalmadan, bir anda annesi çıkageldi ve kızın saçına yapıştığı gibi içeriye fırlattı. "Ne Hanife'si kız? Hanife manife yok, biz bişey bilmiyoz, de hayde git defol sen de!" diyerek kapıyı suratıma vurdu. Şaşkınlığımı atamamama rağmen, kızın Hanife'nin arkadaşı olduğunu anlamam gecikmedi. Lakin, olayın aslını Zişan Abla'dan öğrenebilirdim. Ev, aslında köydeki diğer evlere nazaran daha gösterişli gibiyse de, tuhaf şekilde yorgun görünüyordu. Evin kapısını iki kere vurdum. Uzun bir süre sonra, kapı, ağır ağır açıldı ve elli yaşlarının sonuna gelmiş gibi görünen bir kadın, kapıda belirdi. "He? Buyurun kime bakmıştınız?" diye sordu. "Ben Hanife'nin dokto..." diyemeden, "Defol get burdan! Hanife gafayı sıyırdı, sıyırdı! Allah'ın cezası, o dürzü Hasan'a uydu! Hanife diye bacım yohtur, defooool!" diye bağırarak, kovmuştu beni evden. Akşam çökerken, köy muhtarının sayesinde, köydeki boş evlerden birinde geceyi geçirecektim. Böylesine kaba insanların aksine, muhtar, sevecen bi adamdı, Hanife'den bahsedince konuyu değiştirip, bana konaklayacak bi yer bulup bulamadığımı sormuştu. Hayır cevabına istinaden, yardımcı olmuştu bana, Allah razı olsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bedel
Horror1950'li yıllarda, Hanife, akıl hastanesinde yatmaktadır. Uzman psikolog Selim, genç kızın yeni doktoru olarak kendisini görmek ister. Hanife'de farklı bir şeyler sezinleyen Doktor Selim, Hanife'nin geçmişini araştırmak için yollara düşer. Çok geçmed...