DERİN'DEN...
Ne demek öldü? Şu anda yaşadığına göre diyeceğim ama dalga geçmediğine göre ne demek istiyordu!
Hızlı adımlarla kapıya yürüdüğümde kafamın fazlasıyla karıştığını fark ettim. Kapıyı açtığım anda onu beklemiyordum. Dağılmış saçları, rengi bir ton daha da koyulaşmış ve kızarmış mavi gözleri, beyaz tişörtü ve deri ceketiyle iş yerinde olmadığının farkını yaratıyordu.
-Gelebilir miyim?
-Geç. Dalgındı ama kafası yerindeydi. Yavaş adımlarla bahçeye çıktığında düz bakışı Bade'yi görmesiyle şaşkın bakışlarla yer değiştirmişti.
-Sen, se-
-Evet abi saçlarımı kestim de senin burada ne işin var?
-Ben, ben bir konuda Derin'in fikrini alacaktım da.
-Anladım.
-Neyi anladın sen, neyi?
-Anladım işte.
-Oturun ve yemek yiyin. Ben açım.
-Siz yiyin. Ben tokum.
-Bana uyar.
-Bade sen bu gece burada mı kalacaksın?
-Evet abi.
-Eve gitmelisin ama.
-Neden?
-Yani Nisa yalnız kalmasın dedim. Lilav da huzursuzdu.
-O iyi mi?
-İyi de uzun süredir uyumuyor. Sanırım bitkin düşmüş Nisa.
-O zaman ben gideyim yani?
-Sana kalmış.
-Abi önce söyleyip sonra sana kalmış dediğin anda sinirlerimi tepeme çıkartıyorsun.
-Hey bekle! Yürüyerek gitmeyi düşünmediğinden dolayı taksi çağırayım.
-İyi olur.
Yaklaşık yirmi dakika sonra gelen taksiyle Bade evden ayrıldı. O gittikten sonraysa çimenlere yayılmış koca bir adet EDİZ MERTOĞLU vardı!
EDİZ'DEN...
Kafam doluydu. Hem de her şeyle... İyi de vardı beynimde canlanan hatıraların arasında kötü de! Sorun da buydu işte! Net değildi hiçbir şey. Yorgundu zihnim ama bir o kadar da canlı; belki kana susamış bir vampir kadar açtım ama bir o kadar da doygun. Yapacak bir şeyim yoktu sanki. Her şey çizginin iki yanına o kadar eşit dağılmıştı ki milimlerle savaşıyordum. Bir yandan doğru dediğim şey diğer taraftan o kadar yanlıştı ki sanki elime verilen silah benim değil de başkasının kafasına dayalıydı ve onun hayatı benim parmaklarımın ucundaydı. Hâlbuki hiçbir şey bana bağlı değildi. Her şey annemin kalp atışlarına zincirlenmişti. Eğer o kalp bir daha atmazsa zincirler bizi hayata tutmaktan vazgeçecekti ve ben de o zincirlerin ellerimi bırakmasını uzaktan izleyecektim. Anlatamıyordum kimseye beynimdekileri. O kadar zordu ki kelimelerle iletişim kurmak. Beynimin düşünmeme izin vermediği şeyleri dudaklarımın söylemeye çalışması ya da dudaklarımdan çıkacak sözler için akciğerlerimden çıkacak havanın beni rahatlatmaktan daha çok öldürmeye yakın olması. Vücudumda ki damarların kan taşımaktan daha çok boynumun etrafında kalın bir ip oluşturmaya çalışmasını bilmek ya da damarların boynumun etrafına dolanmasını hissetmek zordu. Sessizliğin keyfini tam almaya başladığım anda yan tarafta bir kıpraşma oldu ve ben daha buna alışamadan
-Geçen yıl ne oldu?
-Anlamadım nasıl yani?
-Ya yok bir şey. Kafam karıştı yani bir şey yok.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gökyüzünde ki yıldızlar
Fiction généraleyaşanılan bir trafik kazasında ailesini ve onlarla beraber ruhunu kaybetmiş bir genc kız ve yaşadıkları aile içi bir sır olarak saklanan genc. Onların ki aşk degil sadece benzer acılar ve duygular. Aglamak onlar icin goz yaşı dokmekten ibsret degilk...