"EVET! YENİ BİR BÖLÜMLE KARŞINIZDAYIM :D YARI YIL TATİLİNDE BOL BOL YENİ BÖLÜM YAZIP O KUL DÖNÜŞÜ PAZARTESİ PAYLAŞACAĞIM ÇÜNKÜ İZMİR'E GİDİYORUM VE ORADA Kİ YAZLIKTA İNTERNET YOK VE VIN MIDIR NEDİR ONDAN DA YOK :D NEYSE ÇOK UZATMADAN İYİ OKUMALAR :D"
Aşağıya indiğimde salona girmeden bir el beni tutmuştu. Arkama döndüğümde Nice bana sırıtıyordu “Seninle dışarıda konuşalım mı biraz” dediğinde yapacak bir işimde yoktu onayladım.
Dışarı çıktığımızda direk çardağa yöneldi. Onu takip etim ve bende çardağa oturdum. Bana döndü ve söze başladı “James ailesine tekrar kavuşabilir” dediğinde sırıtıp hemen atladım “Nasıl” bana bakıp sırıttı “Orası kolay ama onun karşılığında bir şey gerek” demişti ah tabiî ki olmalıydı demi.
Ona soran gözlerle bakınca “Onlar yaşıyor ama onları buraya geri getirmek için bir takas gerek” dediğinde gözlerine direk bakarak “Ne gibi?” dedim. Bana biraz yaklaşıp elimi tuttu ve benim gibi gözlerime bakarak “Ailesi karşılığında sen” demişti.
Ona hiçbir şey demeden oturduğum yerden kalkıp eve girdim. Kulaklarım uğulduyordu. Önümde iki seçenek vardı; ya James’i mutlu edip her şeyden vaz geçecektim yada onunla mutlu olup içimimde ki buruklukla yaşayacaktım. Onu ailesine kavuşturabilirdim lakin bundan daha önemlisi Nick’e güvenmeli miyim? Kendi sorunlarımı düşünürken çoktan odamın kapısının önüne gelmiştim bile. Kapının kolunu kavradığımda içim ürperdi. Çok soğuktu.
Yatağın altındaki bavulu gözüme kestirip onu oradan aldım ve yatağın üzerine koydum. Ayaklarımı sürüyerek dolabımın dibine kadar girdim. Kapağı açtığımda onca kıyafet arasından sadece gerekli olanları alacaktım ki ben bu aklım 5 karış havadayken aldıklarıma dikkat etmedim. Elimdeki kıyafetleri bavula tıkarken James’i uyurken çektiğim birkaç fotoğrafını bilgisayara atıp çıktısını aldım. Resimleri kırışmasın diye klasöre koydum ve oda bavuldaki yerini aldı. Birkaç çift ayakkabıyı da koca valize gönderince fermuarını çektim. En üsteki bölümünü boş bırakmıştım ki oraya ne koyacağımı bilmiyordum.
Pijamalarımı üzerime geçirdiğimde James’in odasına gittim. Yatakta uzanmış beni bekliyordu gülerek. Zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdim. Pikeyi kaldırıp yanına girdiğimde bana dikkatlice bakıp “Ne oldu, yoksa sevinmedin mi?” dediğinde derin bir iç çekip “Hayır sevindim sadece çok yordunum” bana sıcacık gülümseyip sarıldı.
Korkuyordum ama aynı zamanda güvende hissediyordum bu kollardayken. Sanırım korktuğumşey bu güvenli yeri kaybetmekti ki bu bana ölüm kadar ağır gelirdi. Bunları düşünürken aklıma bir anım geldi:
Türkiye’ye geleli sadece iki ün olmuştu ki bu bile benim evimi ve annei özlememe yeterdi. Hem nasıl özlemeyeğim daha 5 yaşındayım. Babamın işi yüzünden onunla İzmir’e sürüklenmek zorunda kalmıştık ki bu bir bakıma iyiydi.
Babam evden ayrılmadan önce bir miktar para verip evden çıkmıştı. Benim için o para çok ama çok fazlaydı çünkü tek alacağım şey çikolata ya da şekerdi ki şimdi olsa o paraya tenezzül etmezdim. Ağabeyim yine sevgilisiyle konuşuyordu ve beni unutmuştu. Otelde oradan oraya koştururken lobide düşmüştüm. Dizim kanıyordu ve ağlıyordum. Görevlilerden biri beni kaldırmış ve dizime bant yapıştırmıştı.
Ben lobide ki koltuklarda otururken herkes bir şeylerle uğraşıp konuşuyordu ama ne dediklerini bilmiyordum. O sırada ağabeyim merdivenlerden koşarak iniyordu ve yüzü çok kızgındı. Sanki acı biber yemişte burnundan ateş çıkacakmış gibi.
Ben bana bağırmasını bekleyip gözlerimi yumarken bana sarılınca tekrar ağlamaya başladım. Arkadan ablamın sesini duydum. Ona bakarken o da bana sarılmıştı. İkiside ellerimden tutup beni otelin çıkışına götürdüler.
Sağacık olduğunu hatırladığım yerden küçücük otobuslere binmiştik. Seferihisar dedikleri yerdeydik ve merkezde Pazar vardı. Pazar içinde bir sürü manav, oyuncakçı, tuhafiye olan bir yerdi.
Oradaki seyyar tatlıcıdan bir tatlı almıştık ki tadı hala damağımdadır. İrmikli ve şerbetli bir tatlıydı. Orada kaldığımız 3 hafta boyunca hep oraya gitmiştik. 4. Hafta gittiğimde yaşlı amca yoktu. Yorgunluktan çökmesine rağmen hep gülen gözleri, gülünce sarkmasına rağmen derisinin altındaki gamzeler, bir şeyler satmanın verdiği mutlulukla parlayan solgun mavi göz bebekleri yoktu. Tezgağını birisi topluyorlardı ama tatlı tepsisi oradaydı. Ne olmuştu ki şimdi.
Sonradan ağabeyimin dediğine göre o amca büyük annemin yanına cennete gitmiş birkaç saat önce. O zaman çok korkmuştum işte o tatlıdan birdaha yiyemeyeceğim için, oraya gittiğimde önüne geçtiğim müşteriler bir daha olmayacağı için ama en önemlisi amcayı tekrar göremeyeceğim içindi.
Tadı damağımda olan tatlıyı tekrar yemiş gibi oldum bir an. Gözlerim dolmuştu. O amcayı çok özlemiştim, o kuyruğu, o tatlıyı. Sanki bunları düşündükçe o günkü üzüntüyü tekrar yaşıyordum.
James’e öyle sıkı sarıldım ki kokusunu içime çekerken rahatlatıyordum. Ah Tanrım! Bu koku olmadan nasıl yaşayabilirdim ki artık. Sanki uyuşturucu gibi bağımlılık yapmıştı bana. Kafamı kaldırıp baktığımda bir bebek gibi uyuyoru. Ah sakın demeyin vampirler uyurmu diye işte uyuyor, yemek yiyo, yaralanıp, yorulada biliyorduk.
Düşündüm sabaha kadar ve bir karar vermek zorunda olduğumu biliyordum. Onu mutlu edebilirdim ama ondan ayrılmak istemiyordum. Kafamda ki düşüncelerden biri kazandı sonunda…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK BENİ ÇAĞIRDI
VampireAşkı kendi içinde keşveden ve bu aşk yüzünden acıyla kıvranan bir kızın hikayesi. Kanınızın damarlarınızdan çekildiğini hissedeceksiniz...