SIK KAFANA! - 1.BÖLÜM

34 1 0
                                    

Bazen aklımdaki sesleri susturmak için kafama sıkasım geliyor. Sadece bir silahla tüm sesleri susturabilirim. Ama yalnızlığın ölürken bile beni bırakmayacağına olan inancım korkutuyor...

Dünyada milyonlarca insan varken neden yalnız olduğum da ayrı bir muamma. Tercih olduğunu söyleyemem. Çünkü oldukça ilgiye aç bir insanım ve yalnızlık içimde güzel olan ne varsa öldürüyor...

Bazen duvarlarla konuşuyorum. Bazen aynadaki yansımamla...
İçimdeki kırık kız devamlı ağlıyor. Daha fazla yalnız kalmamam gerektiğini, yalnızlığın onu öldürdüğünü, içimin bir mezarlıktan farksız olduğunu söylüyor.

Ona yalnızlığımın tercihim olmadığını anlatamıyorum.

Kırık kızım, biz yalnızız ve yalnızlık güzel bir bahçeyi bile mezarlığa çevirir. İnsanı umut öldürür, umudu yalnızlık...

"Uraz?"

İşte her Pazartesi sabahı ilk iki ders boyunca yaşadığım o bıktırıcı döngü. Sınıfın tabiri caizse çıtı çıkmayan, genelde her ders bir yere dalıp kafasındaki sesleri susturmaya çalışan garip kızı ben ve inatla beni topluma kazandırmaya çalışan sevgili Edebiyat öğretmenimiz.

"Neden bize yalnızlık hakkındaki düşüncelerini söylemiyorsun?"

Yalnızlık? Yalnızlık devamlı benim duvarlarımı aşındıran, ağlamak denilen her gece kendi başıma sürdüğüm bir eylemi bana altın tepside sunan döngü değil mi? Peki ben bunları söylemek istiyor muyum?

Evet, belki yalnızlıktan nefret ediyor ve keşke bu kadar yalnız olmasaydım diye düşünüyor olabilirim fakat bu sınıfta, bu okulda hatta belki de tüm dünyada, insanların içine biriktirdiği bir miktar kötülük varken yalnız olduğumu ve yalnızlığın ruhumu sömürdüğünü söylemek bu insanların önüne koz atmaktan başka bir şey değildi.

Yalnızlığım bir yana her yerde insanlara güvenmemekle ilgili aldığım dersler bana yalnızlıktan başka bir seçeneğim olmadığını gösteriyordu.

İnsanlar birbirlerinin umudunu öldürmek konusunda ustaydı. Öyle ki bu bir meslek olsa en gözde meslek olurdu.

"Yalnızlık öyle bir şey işte." diye mırıldandım. Ben bile kendi sesimi zor duymuştum.

"Nasıl bir şey? Daha açıklayıcı olmanı istiyorum."

Eğer her insanın mutlaka bir kusuru varsa, o zaman sevgili Edebiyat öğretmenimizin kusuru da insanı çileden çıkaran o bitmek bilmeyen inadıydı.

"Güzel bir şey. Etrafımda devamlı susmayan insanlar yok. Kendi başımayım ve bundan oldukça mutluyum."

Öyle miyim? Sanırım içimdeki kırık kız kendi mezarını kazmaya başladı. Ve benim onu kurtarabilmek için tek bir güzel sözüm yok.

Arka sıralarda bir kızın ağzının içinde bir şeyler mırıldandığını duydum. Sanırım tek duyan da ben değildim. Çünkü Edebiyat öğretmenimiz kızdan düşüncesini sesli söylemesini istemişti.

Kız konuştu ve içimdeki kırık kız kendi mezarını kazma işlemini hızlandırdı. Sanki şey der gibiydi; "Konuş yoksa kendimi buraya gömerim. Sende kalan tek iyi şeyi de öldürme."

"Yalnızlığın güzel bir şey olduğunu söylüyor çünkü sevilecek bir insan değil Uraz. Ruh gibi. Ne ağlıyor ne gülüyor. Konuşmuyor bile. Kimseye selam sabah vermiyor. Deli olduğunu düşünürdüm. Fakat deli etiketini bile hak etmiyor. Yemek bile yediğini görmedim bugüne kadar. Bir kemik torbasını andırıyor. Yüzü içe çökmüş, göz altları berbat halde, hiç yüzüne makyaj yaptığını, saçını güzel şekillendirdiğini de görmedim. Dünyada olmayı hak eden biri değil. Kendini öldürmeyi bile düşünemeyecek kadar korkak. Tek yaptığı şey boş bir şekilde yaşamak. Bir hayali olmadığına eminim. Dünyaya sadece insanların mutluluğunu sömürmek için gelmiş biri. Boşuna yaşıyor."

Sonra kız sustu ve oturdu. Ben mi ne yaptım? Hayır. Bağırmadım ya da ağlamadım. Yaptığım tek şey benim hakkımda gram bir şey bilmeyen kız beni eleştirirken suratına boş boş bakmak oldu.

İçimdeki mezarı görse utanır mıydı kendinden? O an merak ettim.

Edebiyat öğretmenimiz bir şeyler diyordu. Kızın ailesi ile mi görüşmek istiyordu. Öyle bir şeylerdi. Pek ilgimi çekmedi.

Dersler her zamanki monotonluğunda geçti.Ben sustum, içimdeki sesler konuştu. Sadece dinledim.

Okul çıkışı evime yürürken yanımda yetişmeye çalışan bir çocuğu farkettim. Hayatımda toplasan iki kere görmediğim, aynı sınıfta olduğum bir çocuktu.

Hayır, aşırı tanınan biri değildi, inanılmaz derece de bir yakışıklılığı da yoktu. Zengin olduğunu da sanmıyorum. Sıradan biriydi.
Belki çok irdelersem kendisini, bana benzeyen yanlarını bulurdum.

Yanıma yetişince soluk soluğa kalmıştı. Konuşmadı yol boyunca. Sadece benimle yürüdü.

Harabeden farksız apartmanımıza yaklaşınca durdum. O da benimle birlikte durdu. Ben apartmana bakıp yanımdan geçip gitmesini beklerken "Haklı değildi." dedi.

Edebiyat dersindeki olaydan bahsediyordu muhtemelen. Kendisine niye dert edinmişti bilmiyorum.

"Ruh gibi olduğunu söylediğinde haklı değildi. Güzel bir ruh olmayı ruhu beş para etmez bir insan olmaya yeğlerim."

Sadece sustum ve ona baktım. Bir iki dakika sonra o da gitti zaten.

O an belki normal bir hayat sürseydim "Evimin yerini öğrendi bu çocuk. Ya bana bir şey yaparsa?" diye korkardım.

Fakat diyorum ya, bazen aklımdaki sesleri susturmak için kafama sıkasım geliyor. Sadece biraz huzur için bile kendi aklımda dönüp dolanan o seslerin kafasına sıkabilirim ve bu beni korkutuyor. İçinden bir ses diyor ki "Sık kafana! Kaybedecek daha neyimiz kaldı acılarımızdan başka?"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 23, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SIK KAFANA!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin