Ne de olsa çoktan çürümeye başlamıştı dünya. Her kalabalık, bir bombanın patlatılma ihtimalini, her yardıma muhtaç kişi bir hastalığın ya da saldırının şüphesini taşıyordu Tesadüf eseri kurtuluyordu insanlar, ölümden.
BÖLÜM DÖRT
Evden çıkalı ne kadar olduğunu hatırlamıyordu, hangi sokağa girdiğini, nereye gittiğini bilmeden öylece yürüdü. Ayaklarını özensiz bir şekilde sardığı için kanı durduramamıştı, her adımında biraz daha ıslanıyordu ayakkabısının içi. Acılı bir kayganlığın içinde atıyordu adımlarını. İrislerine doğrudan saplanan güneş ışığının izin verdiği kadar çevresine bakmaya çalışıyordu. Baktığı herkeste kendine gülerek yaklaşan Dünya'yı görüyordu. Yaklaşıyorlar ve birden kayboluyorlardı. Herkes ona benziyordu ya da birini sevmek herkesi sevmek için bir bahaneye evriliyordu yürekte.
Fakat bunun ayrımını yapacak kadar sağlıklı çalışmıyordu artık zihni. Yazmak ve düşünmek için acı çekmek gerektiğine inanmasına rağmen her saniye artan kan kaybı sırtına kaldırılamaz bir yük gibi biniyordu Can'ın.
Bir süre daha yürüdükten sonra bilincini yitirmeye başladı. Gördüğü hiçbir şeyin ayrımını yapamıyordu. Sallanarak adım atmaya çalıştığı sırada omzundan bacaklarına yayılan hafif bir sarsıntı hissetti. Ayakları birbirine dolaştı ve anlamlandıramadığı boğuk seslerle beraber yerde buldu kendini.
"Yuh be! Sokağa çıkmayı zehir ettiniz kadınlara. İnsan gibi için şunu."
Sarsılıp yere düşmesine sebep olan kişinin sesini duydu, uykuyla uyanık hali arasında. Karşı taraftan gelen bir kadını göremeyip çarpmıştı. Öfkeli kadın hakaretlerin ardından yoluna devam edecekti ki kendine çarpan kişinin hiç hareket etmeden yüzüstü yattığını gördü. Gitmekle kontrol etmek arasında bocalamaya başladı, ne yapacağını bilmeden parmağını ısırıyordu.
Öfkeli kadının içindeki bilinmezliği kalın bir erkek sesi bozdu. "Kanaması var! Biri ambulans çağırsın hemen."
Can'ın yerde yattığını gören bir başka kişi de cesaret ederek yüzünü çevirmiş ve çehresini doldurmuş kanları görünce bağırmaya başlamıştı. Onun kanlı yüzünü ve baygın halini gören kadın bir saniye dahi beklemeden yanına yaklaştı ve dizkapağının çok üstündeki eteğe aldırış etmeden önünde diz çöktü. Nabzını kontrol etti. "Sakin olun, nabzı iyi. Biri şu ambulansı çağırsın artık!"
Çevrede biriken meraklı kalabalığın ortasında kanamanın olduğu yere doğru eliyle tampon yapmaya çalışıyordu. Sol tarafındaki cadde klasik bir İstanbul çilesini gösteriyordu. Birbirine küfür ederek aralıksız kornaya basan şoförler, akmayan trafikten yararlanıp mendil satmaya çalışan Suriyeli çocuklar ve arabaların arasından karşıya geçmeye çalışan yayalar...
Yaklaşık on dakika olmasına rağmen ambulans gelmemişti. Uzaklardan siren sesi duyuluyor fakat trafik kilitli olduğu için gelemiyordu. Çaresizce ayağa kalkıp ne yapacağını düşünen Arzu ellerine bulaşmış taze ve ılık kanı unutup yüzüne kapattı, sinirden ağlamamak için kendini sıkıyordu. Yarım saat önce kafasında hiçbir dert olmadan alışverişe çıkmıştı; kafa dinleyip stres atacaktı. İçine düştüğü karmaşaya ardı ardına küfürler etti.
Çevresinde çember oluşturan meraklı kalabalığın çoğu boş gözlerle, film izlercesine bakıyordu. Aralarında kendince fikir verenler de vardı.
"Başka bir araca bindirelim, ambulansın buraya gelmesi imkânsız, ileride toplu taşıma otobüsü ile özel minibüs kaza yapıp iki şeridi de kapatmış. Trafik kilitli durumda."
Muhalif bir ses cevap veriyordu. "Başka araca bindirsek uçarak mı gidecek hacı amca, yol aynı yol!"
Can hareketsiz yatmaya devam ediyor, gerilim yükseliyordu. Arzu, akmayan trafikteki araçların sonuna doğru gözlerini dikip ambulansı görmeye çalıştı. Görünmüyordu... Yardım etmeye çalışan, su getiren, sargı bezi getiren düşünceli insanların ve esnafların sesi beyninde yankılanıyordu. Yine de kalabalığa ürkek gözlerle bakıp hızla uzaklaşanların sayısı çok daha fazlaydı. Ne de olsa çoktan çürümeye başlamıştı dünya. Her kalabalık, bir bombanın patlatılma ihtimalini, her yardıma muhtaç kişi bir hastalığın ya da saldırının şüphesini taşıyordu. Tesadüf eseri kurtuluyordu insanlar, ölümden.
Çevresindeki kargaşadan iyice bunalan Arzu gözlerini kapattı ve bağırmaya başladı.
"Ben bir doktorum, evimin yakınında, hemen az ileride özel kliniğim var. Bu şekilde bekleyemeyiz. Oraya götürelim, haydi, yardım edin!"
Genç kadın, böyle bir kararı nasıl verdi emin değildi ama söylemişti bir kere. Kalabalıktaki insanlar birbirine tereddütle bakmaya başladılar. "Madem doktorsun neden bu kadar bekledin!" cümlesi açıkça okunuyordu gözlerinde.
"Boş boş bakmayı kesin de yardım edin!"
Arzu'nun yeniden bağırmasıyla karga tulumba yerden kaldırdılar Can'ı.
Siyah topuklu ayakkabılarını çıkartıp çıplak ayaklarıyla koşmaya başladı. Yaşananlardan kendini sorumlu tuttuğundan dolayı, içindeki müdahale etme isteğini bir türlü dizginleyemiyordu.
Kadın önlerinde, Can'ı tutan dört adam arkadaydı. Yaklaşık dört yüz metre koştuktan sonra durdular, nefes nefeseydi hepsi.
Siyah vitrinle çevrilen göz alıcı bir ofisin önüne gelmişti, bağırarak cam kapıya vuruyor ve el hareketleri yaparak kameraya doğru bağırıyordu Arzu.
"Ayşe, kapıyı aç!"
O, cam kapıya vurup ardı ardına zile basarken arkasında Can'ı taşıyan dört kişi de şaşkın gözlerle ofisin tabelasına bakmaya başladı. Yerde yaralı bir şekilde yatan, kanaması olan bir adamı apar topar kaldırıp getirmenin ne kadar yanlış ve tehlikeli bir karar olduğun şimdi çok net bir şekilde anlamıştı hepsi.
İçlerinden biri şaşkınlığını gizleyemeyip tabelayı yüksek sesle tekrar okudu.
"Uzman Diyetisyen Arzu Tokgöz"
Bölüm Sonu
Bölümü dinlemek için: www.youtube.com/watch?v=kfinCAQ_Lig
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESLİ KİTAP - Cennet Beyazı
Misterio / SuspensoCennet Beyazı, bir şizofreni anlatısıdır. Aşkın en zor ve en kanlı hali için nefesini çek içine. "Şimdi yeniden sevecek kadar günahsızız hepimiz."