Kafamda susmaları için yalvardığım sesler var.
Rüzgarın ağacın dalından düşen bir yaprağı savurması gibi düşüncelerimin de savrulmasına izin veriyordum. İki çocuğun annesini kıskanması ve kollarında çekiştirmesi gibi düşüncelerim bir oyandaydı, bir bu yanda. Hangi sese kulak vermeliydim? Peki, onlardan kaç tane vardı? İnsanın savunmasız olduğu tek şeyin kendisi olması dünyanın en berbat olayıydı belki de. Kendimden kurtulamıyordum. Kafamın içindekilerden, benden. Düşünceler bir türlü uzaklaşmıyordu ya da birbirleriyle uzlaşamıyorlardı. Kendi bilinç altımda bir çatışmada gibiydim, bu savaşı kim kazanacaktı? Bariz hayal dünyamın birer parçası olan beyazlar içinde ki melek ve siyahların efendisi gibi duran şeytan. Kafamın içinde uçuşan bu sesler ne?
Duymamaya çalış, odaklan.
"Hadi ama Tolga sadece bu kadar mı? Senden daha fazlasını beklerdim." Kafamı dağıtmak için Tolga'ya yükleniyordum. Dediklerim işe yaramış olacak ki yeni bir hamle yaptı. Ama çok daha hızlı olması gerekiyordu. Çok daha hızlı ve çevik zira rakibi dövüş sırasında ona hamle için zaman tanımayacak ya da öyle bir şans vermeyecekti. Bugün için daha fazla uğraşmak istemediğim için bitirmeye karar verdim. Yumruk atmak için uzattığı kolunu tuttum ve sırtına doğru büktüm. Kaburgalarına attığım iki yumrukla yere devrilmesini izledim. "Daha hızlı olmalısın Tolga." Yerde nefes nefese bana bakıyordu. Onu bir aydır çalıştırıyordum fakat doğru düzgün bir ilerleme yoktu. "Belki de sebebi sensin." Kafamı hafifçe iki yana salladım ve düşünmemeye çalıştım, düşünme bunlar sadece bilinç altının oyunu. Odaklan. Tolga'nın aslında tekniği iyiydi ama refleksleri ve hareketleri olabildiğine yavaştı. Kendini geliştirmesi gerekiyordu. Eğer benim öğrencim ise bunu yapmak zorundaydı. Yapmasa neler olacağını çok iyi biliyordu. Kenarda duran havlumu aldığım gibi omzuma attım. Yanında ki su şişesini de alarak bize ait olan çalışma odasında hışımla dışarı attım kendimi. Çok sinirliydim, düşüncelerimden bir kaçı bunu körüklerken bir kaçı bu yangını söndürmek için kova kova su taşıyor gibiydiler. Çok fazla çalışması gerekiyordu. Daha fazla ve daha fazla. Durmak yoktu. Pes etmek yoktu. Birkaç kişinin gözünü üstümde hissettiğimden dönüp bağırdım. "Ne bakıyorsunuz!?" Herkes işine geri dönerken odama doğru ilerledim. Odam görüş açıma girdiğimde adımlarımı daha da hızlandırdım. İçeriye girdiğimde ahşap kapıyı çarparak kapattım. Tamamıyle siyah ve beyazın harmanlanmasıyla döşenmiş odama bir göz gezdirdim ve omzumda ki havluyu beyaz deri koltuğun üstüne rastgele attım. Geniş rahat koltuğa kendimi bıraktığım sırada, elimde ki su şişesini kafama diktim. Yorulmamıştım fakat vücudum oldukça su kaybetmişti. "Belki de zayıf düştün." Başımı öne doğru eğdim ve iki elimin arasına alarak gözlerimi kapattım. Nefesim yavaş yavaş düzene girerken sakinleşmeye çalışıyordum.
Düşünme, odaklan.
Sinirliydim ve bunda kesinlikle haklıydım. Tolga benimle çalışmaya başlamadan kendini teknik üzerine geliştirmişti. Benimle bir aydır çalışıyordu, tekniği kusursuz sıfatına oldukça yakındı. Fakat refleks ve hareketleri yavaştı. Bu yüzdende kendini gösteremiyordu. İlk gün ki gibi olmasa da seviye atlayacak kadar iyi değildi. Benim lügatımda ki iyi kelimesine ulaşmak her ne kadar zor olsa da yapmak zorunda olduğunu farkındaydı. Şimdiye kadar çalıştığım hiçbir öğrencide pes etmemiş , en beceriksizlerini bile en iyisi olarak göndermiştim buradan. Annesinden başka ailesi olmayan, samimiyetin s'sinden habersiz, bazı öğrencilerinin kabusu usta ajan. Hayatımda şimdiye kadar kaybetmeyi hiç kabullenmemiştim. Benim için kaybetmek yoktu. Herkesin, her şeyin en iyisi olmak vardı. Asla pes etmemek. Aldığım zaferlerin üzerimde bıraktığı etki içkinin insan üzerinde ki etkisinden farksızdı. Bu zaman kadar işimde iyi yerlere gelmek için çabalamıştım. Ve işte buradaydım, başarıyı avına saldıran bir avcı gibi yakalamıştım. Avın pes etmemek adına pençeleriyle toprağı avuçladığı gibi avuçlamıştım onu. Bundan sonrada öyle olacaktı. İstersem alırdım. Ötesi yoktu. Düşüncelerim de boğulurken kapının çaldığını yeni fark ediyordum. "Gel." Yavaşça içeriye giren kişiye diktim gözlerimi. "Sizi müdür bey çağırıyor." Beynimin içinde ki görüntüleri karıştırdım ve gözümün önüne gelen görüntülerle kızın çağrıştırdığı kişiyi hatırladım, kız Oğuz'un öğrencisiydi. Nadir konuştuğum insanlardandı O'da. Kendiside usta ajandı. "Geleceğimi ilet." Diyerek kızı odamdan gönderdim. Oturduğum yerden hızlıca kalkarak müdür beyin odasına ilerledim. Bekletilmeyi ne kadar sevmiyorsam bekletmeyi de o kadar sevmezdim. Odaya vardığımda kapıyı iki kere tıklatarak içeriye girdim. "Beni çağırmışsınız?" Konuştuğum da geldiğimi yeni fark etmişlerdi. Bana çevrilen dört çift göze sırayla baktım ve bakışlarımı Faruk Bey'de durdurdum. "Evet Dolunay, gel lütfen" diyerek kahverengi deriyle kaplanmış koltukları işaret etti. Faruk Bey'in karşısında ki tekli koltuğu tercih ederek rahatça yerleştim. "Beni neden buraya çağırdınız Faruk Bey?" Gerçekten buraya neden gelmiştim? Oda da Oğuz'la birlikte öğrencisi de vardı. Ve siması kesinlikle yabancı olan bir yüz daha. Ne olabilir diye düşünürken Faruk Bey'in sesiyle düşüncelerimi tekrar O'na çevirdim. "Dolunay senden beni bölmeden dinlemeni istiyorum" diyerek derin bir nefes aldı ve devam etti. "Oğuz öğrencisiyle neredeyse dört aya yakın bir süredir çalışıyor ve bugün terfisini aldı. Bizde Tolga'yı Oğuz'un çalıştırmasını karar verdik." Denilenleri algıladığım da sinir hücrelerimin kıpraştığını hissettim. Bunu Tolga mı istemişti? Benimle ilgili bir sorun mu vardı? "Belki de senden bıkmıştır." Kafamın içinden bana ulaşmaya çalışan sesi önemsemedim. "Neden?" gibi kısa bir soru sordum uzatmak istemediğimden. Biliyordum ki bu konu uzarsa sinirlerime pek hakim olamayacağım. "Oğuz boşta kaldı bizde onun Tolga'yı çalıştırmasına karar verdik ama asıl sebep bu değil. Senin başka birini çalıştırmanı istiyorum." Şimdiye kadar hiçbir öğrencimi terfi alana kadar bırakmamıştım. Bu verilen karar bana aykırıydı. "Neden ben?" diye aklımda ki soruyu yönelttim. Faruk Bey bunu soracağımı biliyormuş gibi anında cevapladı. " Senin buranın en iyisi olduğunu biliyoruz. Sana emanet edeceğim kişi benim için önemli. O'nu sana emanet etmek istiyorum. Çalışmalarda ve pekala görevlerde." Ses tonu itiraz istemediğini belirtir gibiydi. Şuan karşımda ki kişi Faruk Bey olmasa tereddüt dahi etmeden itiraz eder, kabul etmezdim. Fakat karşımda ki kişinin yeri bende başkaydı. "Beni tanıyorsunuz Faruk Bey. Asla kurallarımı değiştirmem ve taviz vermem. Bu söylediğinizi kabul ediyorsam bilin ki sadece ve sadece size olan minnettarlığımdandır." Faruk Bey biliyorum dercesine baktığında devam ettim. "Pekala, kimi çalıştıracağım?" Faruk Bey'den cevap beklerken kesinlikle ona ait olmadığına emin olduğum bir ses duydum. "Beni." Gözlerimi sesin geldiği yere çevirdiğimde karşımda ki genç adam elini uzatıyordu. "Kutay, Kutay DURUKAN." Bu sefer şans benden yanaydı sanırım, kafamda ki tanrıçaların el ele verdiğini hissettim, duyumsadım. Elimi uzatma zahmetinde bulunmadım. Bakışlarımı tekrar Faruk Bey'e çevirdiğimde cevap verdim. "Dolunay, Dolunay KAREL." Faruk Bey ne yaptığımı anlamış olacak ki istediğini almış olmanın verdiği şevkle gülümsüyordu. "Ders bir; hocan sana elini uzatmadığı sürece onunla el sıkışamazsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYKIRI
ActionKafamın içinde susmaları için yalvardığım sesler var. Kafasının içinde ki seslerle yaşayan Dolunay KAREL. Annesinden başka kimseye kendini açmayan Kahkahalardan habersiz Yağmuru teninde hissetmekten haz duyan, sonbahar kızı Bazı öğrencileri...