Kutay'ın kolunu bıraktıktan sonra hızla arabama doğru ilerledim. Eve gidip anneme bakmam gerekiyordu. Sinirlerim her ne kadar ilk anki gibi olmasa da tazeliğini koruyordu. Araba görüş açıma girdiğinde şortumun cebinde ki anahtarımı çıkardım ve kilidi açtım. Oluşan ses kulak tırmalayıcı olsa da umursamadım. Başımda sanki milyonlarcasına iğne bir ağrı vardı ve düşünmek bunu fazlasıyla tetikliyordu. Arabamın sürücü koltuğuna kendimi attığımda direksiyonu hızla annemin evinin, ezbere bildiğim yoluna doğru sürdüm. O adam bu sefer niye gelmişti bir fikrim yoktu üstelik bir daha gelmemesini sıkı sıkı tembihlemiş bununda yetmeyeceğini düşünerek tehdit etmiştim. Sanırım beni gözünde küçük görüyor ki kapıya dayanmıştı. Tekrardan.
"Seni neden taksın ki?" Lanet olsun, sus.
Babam olması umurumda değildi. Bunlar bana göre saçma şeylerdi. Anne, baba, usta, müdür. Hepsi insanlardan tarafından kalıplaştırılmış kelimelerdi. Gözlerde olması gereken oldukça fazla önemli gösterilmiş ifadelerden ibarettiler sadece. Bir insanın seviyesi ve ya bulunduğu rütbe onun kim olduğunu göstermezdi. İnsanı insan yapanın davranış şekli ve düşündükleri olduğu fikrindeydim hep. Çünkü şimdiye kadar gerçekleştirdiğim bütün davranışlar, aldığım kararlar ve ya söylediğim sözler beni ben yapandı. Bunun rütbemle bir ilgisi yoktu. Şimdiye kadar gerçekleştirdiğim davranışlarımı gerçekleştirmeseydim, aldığım kararları almasaydım ve ya söylediğim sözleri söylemeseydim şuan bu rütbeye sahip olamayıp onu elimde tutamayacağıma adım kadar emindim.
Düşüncelerimde öylesine boğuluyordum ki eve geldiğimi evin karşısında ki taş kaldırımda oturan baba mı gördüğümde anladım. Arabamı tam bahçe kapısının önüne park ederken olabildiği kadar sakin olacağıma kendimce söz veriyordum. Arabadan indim fakat ilerlemeyerek onun gelmesini bekledim. Oturduğu taş kaldırımdan destek alarak kaldı ve bana doğru gelmeye başladı. Yine içtiğinden mi yoksa kasten mi yapıyor bilmiyorum fakat oldukça yavaş geliyordu. Belki de yüzleşmekten korkuyordu.
Cesaret herkes de olamayacak kadar erdemli bir duyguydu.
Sonunda önüme kadar geldiğinde sesimi ifadesiz tutmaya özen gösterdim zaten bu benim pek zorlanacağım bir olay değildi.
"Ruhsuzun tekisin." Belki.
"Neden buradasın?" Sesimin sakinliği karşısında şaşırmış görünüyordu. Yüz ifademden taviz vermedim. Dışarıdan ne kadar sakin görünürsem görüneyim içimde kopan fırtınalar bana özeldi. "Sizi görmeye geldim." İçimde bir şeylerin kıpırdandığını hissettim. Sanki sinir hücrelerim kendi aralarından fısıldaşıp benim komutum için hazır hala gelmeye çalışıyor gibiydiler. "Sence de biraz geç kalmadın mı babacım" dedim kinayeli bir sesle. " Ya da dur, sen bize hiç vaktinde gelmedin ki. Sen bize gelemedin!" Karşıma geçip yaşanılanların tek suçlusu o değilmiş gibi masum ayaklarına yatması, içimde yol boyu söndürmeye çalıştığım yangından geriye kalan kıvılcımları ateşliyordu. Göz bebeklerimin nefretlere yandığını hissettim. "Dolunay bak daha kaç kere özür dilemeyelim bilmiyorum. Ayaklarına bile kapanırım, lütfen özü-" Uzun, sert, içinde bir gram bile neşe barındırmayan ve mutluluktan yoksun kahkaham bölmüştü cümlesini. O böyle önümde yalvardıkça eskiler rüzgar gibi esiyordu gözümün önünden. Suratımın en boş ve soğuk halini bahşettim ona. "İşte en büyük yanlışı burada yapıyorsun sen." Tam gözlerinin içine baktım. "Özür dileyerek her şeyin geçeceğini düşünmek en büyük yanlışın. Ne olmasını bekliyordun?" Parmaklarımı saçlarıma daldırdım. Onları acımasızca çekiştirdim. Bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdim ve gözlerinde sabitledim. O bize acımamıştı. O benim en değerlime acımamıştı. "Senin ağzından o aptal iki kelime çıkınca seni affedeceğimizi falan mı? Koşup boynuna mı atlamam gerekiyordu!? Bütün bu yaptıklarından sonra söylediğin hiçbir şeyin önemi yok." Ağır mı konuşmuştum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYKIRI
AcciónKafamın içinde susmaları için yalvardığım sesler var. Kafasının içinde ki seslerle yaşayan Dolunay KAREL. Annesinden başka kimseye kendini açmayan Kahkahalardan habersiz Yağmuru teninde hissetmekten haz duyan, sonbahar kızı Bazı öğrencileri...