SİYAH POST İT(4)

27 2 0
                                    

Merhaba arkadaşlar. Normalde bu konuşmayı ilk bölümde yapmam gerekiyordu fakat olmadı, işte şuan yeni bir bölüm hazır ve ben buradayım. Aykırı'yı çok uzun zamandır yayımlamak istiyordum ama hiçbir zaman emin olamamıştım. Bir anlık gelen bir histi, Aykırı'yı sizinle buluşturma isteğim. Bu benim ilk hikayem, yanlışlarımı acemiliğime verin ve lütfen bölüm sonunda oy vermeyi, benim için bir iki ufak yorum yapmayı unutmayın. Ve unutmadan koyu renkli yerler Dolunay'ın kafasında ki sesin konuşmalarıdır. Hepinize iyi okumalar.



Hayatta iki amaç vardı; birincisi, isteneni elde etmek. İkicisi, elde edilenden keyif almak. Benim için keyif alma zamanıydı. Fakat şimdiye kadar yaşadıklarım, yaşattıklarım gözümün önüne gelince tenim ürperiyordu. İzin vermiyorlar.

Bu benim seçimimdi.

Çevremdekilerden her an için şüphe duymak. En çokta kendimden. Kim dost, kim düşman? İçimde ki ruhsuz kişiliğin beni ele geçirdiğini hissediyorum. Umursama. Görevine odaklan.

Daha çok gençtim belki de ama işimde iyi olduğum inkar edilemez bir gerçekti. Başarısız olduğum görevlerin sayısı bir elin parmağını geçmezdi. Kimisinde başarısızlığın temel nedeni bile değildim. Bu sefer ki görevi kusursuzca yerine getirmeliydik. İlkinde başarısız olduğumuz şu görev. Bu sefer de başarısız olursam iyi olduğumdan şüphe ederdim. Kendime izin veremezdim, bir sefer daha başarısız olma şansım yoktu. Bu böyleydi işte, ajansan hata yoktu. En ufak bir pürüz ya da ufacık bir dikkatsizlik bütün işi batırırdı. Biz sadece dövüşmüyorduk, ajanlık bambaşka bir olaydı. Farklı bir yaşam tarzı, içinde bulunduğumuz sis bulutu kimi zaman bizim için en iyisiydi. Fakat yeri geldiğinde gözümüzü öyle kör ederdi ki düşmanımızı göremezdik. Ve eğer düşmanınızı bir saniye bile göremezseniz kazanmak için olan şansınız çoktan idam edilmiştir bile.

Herkes bu işlerde olduğumuzu bilmezdi, bir gün barmen olarak çalışırken ertesi gün iş kadını olabiliyordum. Yüzümüzü gizlemiyorduk ama gerçek kimliğimizi görevlerde açığa çıkarmıyorduk. Sadece dövüşmek değil birçok alanda iyi olmamızı gerekiyor.

İnsanlar, kuklalar.

İnsanları nasıl elde etmemiz gerektiği önemli olan unsurlar arasında ilk üçe girerdi. Hiç kimseye güvenemezken, karşımızdakilerin bize sonsuz güven duymasını sağlamak, başa çıkılması gereken bir ironiydi. MİT'in bizi eğitirken verdiği psikoloji derslerinin devreyi girdiği yer de tam burasıydı.

Farklıydık. Zaten yöneldiğimiz iş bizi oldukça ifşa ediyordu. İş terimi burada oldukça basit kalıyordu. Gözümde kutsadığımdan belki, bu yaşam tarzını oldukça benimsemiştim. Ve yaşamımda başarılı olmak önemli önceliklerimdendi. Her şeyi son kez gözden geçirmek için erken gelmiştim fakat benden önce teşrif edenler vardı. "Dosyayı bir kez daha gözden geçirmek için biraz erken geldim." Koyu kahverengi, hafifçe uzunca olan dalgalı saçlarına baktım, daha sonra saçlarından iki üç ton açık olan gözlerine. "Yaptın mı peki?" Bakışlarını üzerimde gezdirdi. Olduğum yerde dikilmeye son verdim ve masamın arkasında duran koltuğuma doğru ilerledim. "Yapıyordum, siz gelmeden tam önce." Devam et der gibi kafamı salladım. Bu arada yüzüme düşen saç tutamını alarak geriye doğru attım. Aynı şey bir kez daha tekrarlandığında nefesimi sinirle dışarı verdim.

Rahatsız ediciydi.

Sağ tarafımdaki çekmeceye eğilerek saçımı bağlamak için toka aramaya koyuldum. Birkaç tane dosya hariç görünürde başka bir şey yoktu."Burada." Sesin geldiği yere doğru kafamı çevirdiğimde Kutay'ın uzun parmakları arasında tutuğu toka görüş alanıma girdi. Sonuna kadar açtığım çekmeceyi tek elimle itekleyerek kapattım. Tokaya doğru uzanırken konuştum. "Teşekkürler." Sonunda saçımı bağladığımda derin bir nefes alıp verdim. "Mustafa Gencay.." Kutay'a baktığımda kendi kendine mırıldandığını fark ettim. Bu ismi duymak dudağımda ki yeni yeni geçmiş olan yara izini hafifçe sızlattı. Başıma çok daha kötüleri gelmişti. Daha görevinin başında bir acemiyken gece rüyama girerek kabusa çeviren türden şeyler. Fakat daha sonra alışıyordunuz. Hem vücudunuz hem de beyniniz artık bağışıklılık kazanmış oluyordu. Bir süre sonra ise tüm bunlar günlük yaşantınızın birer parçası haline geliyor. Birilerinin gözünüzün önünde öldürülmesi, gerektiğinde kurşunların önüne bariyer olmak ya da uyandığınızda eliniz kolunuz bağlı bir sandalyede bağlı olmak. Ve ya en basitinden kurtulmak için kollarınız kopacak kadar sızlamasına rağmen, yüzünüz kanlar içindeyken yine de dövüşmeye devam etmek. Hiçbir zaman tam olarak güvende değildik. Bir şekilde arkamızda bıraktığımız insanlar ileride ayak bağı olabiliyordu. Geçmiş her zaman olduğu gibi kolayca peşimizi bırakmıyordu. Kafamdaki seslerden biri konuştu. Tam zamanında.

AYKIRIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin