İç geçirme dürtümü dişlerimi sıkarak bastırdım. Haklıydı. Geciken bendim. Bu yüzden ağacın üzerinde uslu uslu oturarak beni kurtarmasını bekledim. Fazla gecikmedi. Evin sol tarafında çalıların arasında bir hışırtı duyuldu. Başımı aşağıya eğince korumalardan birinin kontrol etmek için tedirgin adımlarla yürüdüğünü gördüm. Köşeyi döndü ve kayboldu. Hala ağacın altında bekleyen koruma huzursuzca kıpırdandı ve yarım dakika kadar bekledikten sonra çatlayan sesiyle seslendi.
“Adem!”
Belinin arkasından çıkardığı silahla hareketlenince korktum ve cebimdeki taşlardan birkaçını sağ taraftaki çalılara doğru fırlattım. Koruma irkilerek sağ tarafa yöneldi.
“Kim var orada?”
“Kafasını yarabilecek kadar büyük bir taş bulamaman kötü olmuş.” diye fısıldadı Kayla. Ona bir cevap vermeyi düşündüğüm sırada Kaya belirdi ve düşüncelerim duruldu. Ben korkuyla nefesimi tutmuş onu izlerken, o avına yaklaşan bir aslan kadar sessizdi. Her şeyden habersiz titrek adımlar atan korumanın başına silahla vurdu, yere yığılan bedeni güçlü kollarıyla ağaca kadar sürükledi. Silahını belinin arkasına sıkıştırırken gözleri beni inceliyordu.
“Aşağı inmeyi düşünüyor musun?”
Titreyen ellerime baktım.
“Çok yüksek. Tırmanmak inmekten daha kolaydı.”
İç geçirdi.
“Fazla zamanımız yok, acele et.”
Bir anda gözümü alan ışıklara çevirdim başımı. Birkaç el fenerinin ışığı bahçenin öteki tarafında titreşiyordu ve anlaşılan gittikçe yaklaşıyordu. Kaya birkaç küfür savurdu.
“İn hemen!”
“Yapamam,” diye mırıldandım. “Çok yüksek, lanet olsun, fazla yüksek!”
Kaya ellerini saçlarının arasından geçirdi ve ağaca tekme attı. Yaklaşan ışıklara baktı.
“Onları öldürmemi ister misin?”
“Hayır!”
“Öyleyse atla.”
Açtığı kollarına baktım.
“Şimdi atlamazsan hepsini vurmam, sonra da seni zorla aşağı indirmem gerekecek. Atla.”
Seçme şansım var mıydı? Boğazıma dizilen korkuyla kısa süre bakıştık ve gözlerimi kapatıp kendimi boşluğa bıraktım. Rüzgar bedenimi yalarken sert bir şeye çarptım.
“Ah!”
“Acıdı mı?”
Gözlerimi açınca buz mavisi gözlerini birkaç santim ötemde buldum.
“Bir an Iron Man’in kucağındayım sandım.”
Beni kucağından indirdi.
“O da ne demek?”
“Kas mı yapmışsın, vücuduna demir mi monteletmişsin tam anlamadım demek.”
Yüzümüze kesik kesik çarpan fener ışıklarına baktı ve elimi tuttu.
“Koş!”
Nedense koşarken gülmeye başladım ve Kaya bu tuhaf tepkime anlam verememiş olsa da herhangi bir şey demeden elimi tutarak koşmayı sürdürdü. Sanki elimi bırakırsa geride kalacakmışım ve kötü canavar beni yakalayıp şatosuna kapatacakmış gibi hissediyordum. Bu korkuya karışan kahkahalarımı ise aynı evden ikinci kez kaçmama bağlıyordum. Evet, babam gerçekten delirecekti.
Kahkaham bahçede yankılanınca elimle dudaklarımı örttüm.
“Burada! Bahçedeler!” diye bağırdı biri.
“Yine başıma bela oldun.” diye mırıldandı Kaya demirlere tırmanmama yardım ederken.
“Üzgünüm, gerçekten komikti.” dedim dudaklarımı ısırıp başka bir kahkahanın dışarı çıkmasını engellemeye çalışırken. “İnsan aynı evden ikinci kez kaçınca.”
Arkamdan tırmanıp bana yetişti.
“Bunun nesi bu kadar komik? Üzülmen gerekmez mi?”
“Onu gece yatağa girince yapacağım.”
Bacaklarımı demirin karşı tarafına geçirip kendimi aşağı bıraktım ve avazım çıktığı kadar bağırdım.
“Beni bulamayacaksın anlıyor musun? Sana diyorum, baba! Senin elinden ölmeyeceğim! Sefil hayatımı sonlandıran sen olmayacaksın!”
“Bulun onları!” diye haykırdı biri sert bir sesle.
“Bu babam.”
Kaya donuk yüz ifadesiyle kısa süre gözlerime baktı ve parmaklarını parmaklarıma dolayarak ormanın içine sürükledi. Takıldığım dallara ve taşlara rağmen sabırlı bir şekilde ilerliyor, sıkı sıkıya kenetlenmiş ellerimizden tenime güven duygusu akıtıyordu. Kaya Dinçer’in bana iyi geliyor olması korkunç ve su götürmez bir gerçekti.
“Taşlar iyi fikirdi.” diye fısıldadı yeterince uzaklaştığımızı düşününce yavaşlayarak.
Yürümeye devam ederken karanlıkta geniş sırtını izledim. Ay ışığının süzüldüğü ormanda, sırtına yansıyan dalların gölgeleri kadar korkutucuydu gerçekler.
“O eve bir planım olmadan girecek kadar aptallaşmadım henüz.”
Elimi sıktı.
“Orası senin evin.”
Ormanın içerisinde yürürken ve bu can yakıcı, gereksiz konuları konuşurken kendimi zihnimin bahçesinde gibi hissediyordum. Her gün yeni ağaçların ekildiği bahçem, orman olma yolunda ilerlerken korkularım, acılarım bastığım dalların çıtırtısına karışıyordu. Ağaçlar biliyordu. Çektiğim acıyı, hayal kırıklığımı, kimsesizliğimi. Kaya ise buzdağının görünmeyen kısımlarını yeni yeni keşfediyordu ve bu gördükleri hiçbir şeydi. Ruhumda açılmış delikleri görebilseydi, belki de beni bu evin yakınına bile yaklaştırmazdı. Ya da sözde ailem olan insanların yanına mı demeliydim? Evin ne suçu vardı sonuçta. Duvarların dili olsaydı eminim onlar da beni savunurdu.
Sesimin çatlamasından endişe ederek fısıldadım. “Uzun zaman önce onların bulunduğu yere evim demeyi bıraktım.”
“O zaman belki de yeni bir ev edinmelisin. Bir evin sıcaklığına ve huzuruna ihtiyacın var.”
Titreyerek derin bir nefes aldım ve soğuk havanın ciğerlerimi yaktığını hissettim. Gözyaşlarım akmak istiyordu, rahatça süzülmek ve yüzümde rimelin oluşturduğu siyah birikintiler bırakmak… Zihnime karmaşa hakimken, beynime bir çekiçle durmadan vuran ve ortalığı kana bulayan sorunlardan kurtulmak istiyordum. Huzur ise temel ihtiyaç listemde ikinci sıradaydı. Güven hissi, huzuru sollayarak geçmişti ve iki haftadır birinciliğini koruyordu. İç karışıklığımdan gözlerimi ayırıp çalıların arasına kamufle edilmiş siyah motorun Kaya tarafından ortaya çıkarılmasını izledim.
“Motorları sever misin?”
“Evet,” diye mırıldandım. “Benim de bir motorum var.” İkinci kez duraksadım ve kaşlarımı çatarak ekledim. “Yani vardı.”
“Dönüş yolunda sen kullanmak ister misin?”
Karanlıkta gölgeler düşen yüzüne bakıp neler düşündüğünü anlamaya çalıştım. Keskin yüz hatlarıyla bir heykeli anımsatırken, düşünceleri yine teninin altına gizlenmişti. Gözleri ise durgun suyu anımsatıyordu. Oysa okyanus hiç durulmazdı, öyle değil mi?
“Değişik bir köle sistemin var.”
Ruhsuz bir şekilde güldü.
“Modern bir köle sahibi olduğumu söylemiştim.”
Gözlerimi devirme ihtiyacı duysam da şansıma zorlamak yerine motora yerleştim ve tanıdık hislerin beni sarmalamasına izin verdim. Kontrol hissi. Güç. Özgürlük. Motoru çalıştırıp kükremesinin ormanda yankılanmasını dinlerken gülümsüyordum.
Ağaçların ve dalların arasında ilerleyerek patikaya çıkan yolu Kaya’nın yönlendirmesiyle bulmaya çalışıyordum. Kabul etmeliydim ki burada yaşayan kişi olmama rağmen, Kaya ağaçların arasında yönünü bulmakta daha iyiydi. Keskin bir hafızaya sahip olmak böyle bir şeydi sanırım.
Ormanın içinden çıkına kadar benimle dalga geçse de tekerlekler asfalt zemine değdiği anda gazı kökledim. Asfaltta gıcırdayan lastiklerin sesi kulaklarımızı çınlatırken arkamızdaki iki siyah Mercedes’te kornaya basmayı yeni keşfetmiş gibiydi.
Kaya endişeyle “Atlatabilecek misin?” diye sorarken boynuma çarpan sıcak nefesi tenimi ısıttı.
“Araba kullanıyor olsaydık hayır diyebilirdim ama altımda bu varken hiç şansları yok.”
Neden boş yolda bizi sıkıştırmadıklarını merak ederek motoru sürmeye devam ettim. Sonuçta babam ölü olmamı istiyordu. Arabayla motorun arkasına vurulan sert bir darbe ile yoldan çıkabilirdim ve ikimiz de ölürdük. Zihnimde beliren tek seçenek kolay bir ölüm yolu olmasına rağmen, dolaylı yoldan bile birini öldürecek cesaretleri olmadığıydı ve bu nedense beni rahatlatmak için yeterli olmadı.
Başımı hafif yana çevirerek mırıldandım.
“Silahını ödünç alabilir miyim?”
“Karıma iyi bakabilecek misin?”
İç geçirdim.
“Sen kullan.”
Ellerimin yerini Kaya’nın elleri aldı ve Kaya’nın beline tutunarak yavaşça ayaklarımın yerlerini değiştirdim. Önce sağ bacağımı çekip sol bacağımın yanına koyarak motorda yan oturdum. Motor hareket halindeyken böyle bir şey yapmak fazla cesaret isteyen bir hareketti fakat benim güvenim kendime değil, Kaya’yaydı.
“Fazla kıpırdanıyorsun.” diye mırıldandı sıktığı dişlerinin arasından. Motor hafifçe sallandı.
Dişlerimi birbirine kenetleyerek sol bacağımı sağ bacağımın olması gereken yere koydum ve motora ters bir şekilde yerleştim. Sol kolum Kaya’nın belini sararken başımı sağ omzuna yasladım, sağ elimi de pantolonun beline sıkıştırdığı silaha uzattım. Evet, resmen avına sekiz koluyla sarılmış bir ahtapot gibi görünüyordum.
Elim silaha değince Kaya huzursuzca kıpırdandı.
“Ne yapman gerektiğini biliyorsun, değil mi?”
“Endişelenme.” diye mırıldandım. “James’in silahlarıyla vakit geçirmişliğim var.”
“Umarım James bir şeyler öğretmiştir de, ıssız bir yolda can vermeyiz.”
Emniyeti açıp silahın başlığını çektim ve iki metre gerimizdeki arabaya nişan alınca sürücü yavaşladı.
“Hadi ama!” diye mırıldandım dişlerimin arasından.
Kayla karanlıkta gölgelerden sıyrıldı ve rüzgar saçlarını dalgalandırırken yanıma doğru süzüldü.
“Sen bu kadar şiddet yanlısı biri değildin? Beraber uyuduğun kişinin özelliklerini mi çalmaya başladın? Unutma, katil olan o.”
Kayla’yı görmezden gelerek yavaşlayan arabayı geçen, diğer arabaya odaklandım. Sanırım babamın gazabından korkan birileri hala vardı. Araba yaklaşınca nişan aldım fakat sürücü koltuğundaki kişi dikkatimi dağıttı.
“James?”
Araba hızlanarak yanımıza yaklaştı ve yolcu koltuğunun camı aralandı.
“Eve gel.”
James’in tanıdık yüzünde dolaştı gözlerim.
“Yapamam!” diye bağırdım. “Beni öldürecek!”
Kaya’nın kaskatı kesildiğini ve hızlandığını fark ettim. James yetişti.
“O senin baban.”
“Uzun zamandır değil. Üzgünüm, benden vazgeç!”
James’in lastiklerine nişan aldım ve o ne yapacağımı fark etmeden hemen önce ön lastiğini iki kurşunla yaraladım. Arabanın hakimiyetini kaybetti ve arkamızda kalırken diğer korumanın aracı James’e çarptı. Araba yoldan çıkıp bir elektrik direğine toslarken Kaya’nın bir elini belimde hissettim.
“Yapman gerekeni yaptın.”
Yaptığım şey kesinlikle iyi değildi. Ama kötü de sayılmazdı. O yaşayacaktı ve ben sadece hayatta kalmam için yapmam gerekeni yapmıştım. Vicdanım suçluluk duygusuna yenik düşmüş olsa da, ona sürekli aynı şeyleri tekrarlarsam sakinleşeceğini umuyordum.
× × ×
“Biliyor musun? 505 numarayı bu kadar seveceğimi tahmin etmemiştim.”
Bana odayı sevdiren şey Arctic Monkeys’in şarkısı mıydı, yoksa içinde yaşanmış olanlar bilmiyordum ama keskin bir sıcaklık yayılıyordu. Halbuki oda soğukluğun hayat bulduğu siyah renge bürünmüştü.
“İnan bana ben de tahmin etmemiştim ama farklı bir büyüsü var.”
Başımla onayladım. Eğer büyü gerçekse, kesinlikle bu odaya yapılmış bir büyü vardı.
Belime ağırlık yapan silahı çıkardım ve birkaç saniye boyunca garip bakışlarla inceledikten sonra sahibine uzattım.
“Nasıldı?”
Kaşlarımı çattım.
“Ne nasıldı?”
Silahı sehpanın üzerine bırakarak ceketinin cebinden sigara paketi çıkartıp bir dalı biçimli dudaklarının arasına sıkıştırdı. Sigarayı yakmadan önce bana baktı ve çenesiyle silahı işaret etti.
“Silah kullanmak.”
Soruya herhangi bir cevap vermeden önce başımı eğip tırnaklarımla oynamaya başladım. Bunun bana nasıl hissettirdiğini, cevaplamadan önce zihnimde tartmak istiyordum. Çünkü bir şeyler gerçekten karışmıştı bu gece. Yavaşça yatağa oturdum ve buz mavisi gözlerine çevirdim gözlerimi.
“Bilemiyorum. Karışıktı. Adrenalin. Belki heyecan?” Kaşlarımı çattım. “Hoşuma gitti ve hoşuma gittiği için kendimden nefret ettim. Güçlü hissettim. Aynı zamanda korktum. Her şeye rağmen birine zarar veremem ama istedim. Öfke ve nefret beni ele geçirmişti.”
Sigarayı içine çekti ve üflerken odaya süzülen dumanları izledi.
“Orada tam olarak ne oldu?”
“Bir şey olmadı. Kardeşimi gördüm ve sonra babamın benim için vur emri çıkardığını öğrendim. Hepsi bu.”
Kaya’nın şaşkınlığı gözlerine yansısa da, yüz hatları ifadesizliğini korudu.
“Belki yanlış anlamışsındır.”
“Tabii. Ve belki de Anita Blake benim paralel evrende yaşayan ikizimdir, onunla vampir avlamam gerekiyordur.”
Kaya anlamadığını gösteren garip bir bakış atsa da üstelemedi.
“Alaycı davranmana gerek yok. Bana gerçek hislerinden bahsedebilirsin. Çok da yabancı sayılmayız. Beraber uyuyoruz ve sayamayacağım kadar çok hayatını kurtardım.”
Gözlerimi devirdim.
“Kendime üzülmek için izin vermiyorum. Dakikada ölen binlerce insana, güneşin doğuşuna batışına, Afrika’da açlıktan kıvranan çocuklara ve hatta kalbi kırıldığı için üzüntüden ölen fillere üzülebilirim. Kutupta soğuktan donan penguenler mesela. Bu çok üzücü. Ama o insanlarla ilgili hiçbir şey için kendime üzülme izni vermiyorum.”
“O insanlar senin ailen. Senin baban.”
“Bir baba kızı için bir çok şey yapabilir ama paralı askerlerine kızını öldürtme emrini vermez. Artık daha fazla beni şaşırtamaz. Bu gece sondu.”
Kaya huzursuzlanarak bakışlarını çekti.
“Düşüncelerini değiştiremem.”
“Öyle.” diye mırıldandım acıyla. “Ve şunu da söylemek isterim ki, burada kalamam.”
Sigarasını sigara ağacına benzeyen bitkinin topraktan eser kalmamış, kül kaplı gri yüzeyine bastırdı.
“Tabii, nerede kalalım istersin?”
“Ben dalga geçmiyorum.”
Gözlerini kıstı.
“Ben de dalga geçmiyorum zaten.”
“Beni bırakman gerek.”
“O nedenmiş?”
“Başına bela oluyorum.”
“Saçmalama,” diye mırıldandı huysuzca. “Asıl ben senin başına bela oluyorum ve bilgin olsun diye söylüyorum bela olmaya devam edeceğim.”
“Kaya.”
“Sesini keser misin? Sen bana aitsin.”
“Ben senin malın değilim.”
“Hayır, o kadar çirkin bir kelime kullanmam daha çok köle işte.”
Kaşlarımı çatıp iç geçirdim.
“Kölen de değilim.”
“Şurada bir yerde kelepçe vardı, uzun zamandır yatağa kelepçelenmiyorsun. Kaşınıyorsun bence.”
Alaycı mavi gözlerine bakabildiğim en ciddi ifadeyle baktım.
“Tamam, köle de olmasın. Partnere ne dersin? Bu gece iyi bir ekiptik.”
Gözlerimi devirdim.
“Biz CIA Ajanı değiliz, partner gülünç kaçıyor.”
“Hayır ama ben bir suikastçıyım ve sen bana yardım etmekle görevlisin.”
“İstifa ediyorum?”
Gözlerinin alaycı mavisi buharlaştı ve yerini çelik mavisi sert bakışlar aldı.
“Gereksiz yere inat ediyorsun. Gitmene izin vermem.”
“Öyleyse kaçarım.”
“Başımı belaya sokmakta ısrar ediyorum, diyorsun yani.”
Gözlerimi kapatarak başımı ovaladım.
“İki haftadır yaşadığım stres, gerilim, adrenalin ve hayatta kalma çabası beni yordu diyorum. Bankadaki hesabımla ömrümün sonuna kadar geçinebilirim. Beni bulamazlar ve yaşarım. Anlıyor musun?”
Yatağa yanıma yerleşip çenemden tuttu ve kendine çevirdi.
“Gözlerini aç.”
“Hayır.” diye mırıldandım.
“Gözlerini aç dedim sana.”
Kaşlarımı çatınca parmağıyla kaşlarımın arasındaki çizgileri düzeltti.
“Kaşlarını çatmandan nefret ediyorum ve sen çok sık yapıyorsun, gözlerini aç.”
Engel olamadığım bir güç gözlerimi aralayınca birkaç santim ötemde buz mavisi gözleri buldum. İçindeki kehribar, turuncuya kaçan renkler dans ediyordu.
“Bir anlaşma yapalım mı?”
Keyifsizce başımı salladım.
“Güzel.” diye mırıldandı. “Şöyle ki, güvende değilsin,”
“Ama-”
“Sözümü kesme.” dedi ve kısa bir duraksamadan sonra devam etti. “Ama sen çok inatçısın ve gitmekte ısrarcısın.”
Başımla onayladım.
“Seni evime götüreyim. Güvende olduğundan emin olana kadar orada kal. İstersen tek kalırsın. Dışarıda bekleyen silahlı korumalar olur elbette. Ve senin güvende olduğundan emin olunca seni bırakacağım.”
“Niye bu kadar umursuyorsun?”
“Niye bu kadar soru soruyorsun?” diye mırıldandı bıkkın bir ifadeyle.
Başımla onaylayınca çenemi serbest bırakıp ayaklandı.
“Öyleyse sana vermem gereken bir şey var.”
Balkon kapısının yanına yanaşıp gevşek bir parkeyi kaldırdı. Ben şaşkınlıkla bakarken zemindeki çukurdan bir zarf çıkardı ve parkeyi yerine yerleştirdi.
“Geçen gün sahilde buluştuğumuz adamı hatırladın mı? Birlikte bir zarf almıştık ve sen içinde neler olduğunu öğrenene kadar kafamın etini yemiştin.”
“Evet?”
“İyi işte, al bu o zarf. Artık ne olduğunu öğrenebilirsin.”
Parmaklarının arasına sıkıştırdığı zarfa uzandım ve heyecanla açtım. İçinden bir kimlik, bir pasaport ve ehliyet çıktı.
“Vay canına.” diye mırıldandım. “Tıpkı gerçek gibi.”
“Öyle.” diye onayladı hevessiz bir şekilde.
“Tanrım, 24 yaşındayım burada. Bu arada fotoğrafımı nereden buldun?”
“Her şeyi sormak zorunda mısın? Üzümünü ye, bağını sorma.”
Pasaportu incelemeye devam ederken kaşlarımı çattım.
“Ne üzümü?”
Genzini dolduran bir kahkaha attı.
“Sana atasözü ve deyimler sözlüğü hediye edeceğim ama şimdi pasaportunla sevişmeye devam et. Biraz işlerim var. Halledeyim çıkarız.”
Yatağa yüzüstü uzandım ve ehliyeti incelemeye geçtim. Tam kapıdan çıkarken “Kaya!” diye seslendim.
“Evet?”
“Soyadım neden Grey?”
“Giriş çıkışlarda fark edilmemen için. Ama sana çok yakıştığını kabul etmeliyim.”
Dudağımı dişleyerek düşünmeye başladığım sırada seslendi. “Çıkıyorum, başka bir şey?”
Başımı kapıya çevirdim.
“Kola?”
Güldü.
“Tabii.”
Ve örtülen kapının ardından bir süre kapıyla bakıştık. Ben önüme dönmüş, 24 yaşındaki halimi düşünmeye başladığım sırada kapı tıklandı. Kaya’nın bir şey unuttuğunu düşünerek yataktan atladım ve “Geliyorum!” diye seslendim. Geniş gülümsememle kapıyı aralayıp “Ne unuttun?” diye sordum. Gözlerim yeşil gözlere takılıp irileşirken kelimelerim boğazıma tıkandı.
“Erdinç?”
Beni iterek içeri girdi.
“Şey, iyi olduğuna sevindim ama burada ne işin var?”
“Seninle konuşmak için gelmiştim ama bak vaktimiz yok. Birileri var ve sanırım senin için gelmiş.”
Vücudumun son zamanlarında alıştığı tanıdık endişe duygusu midemi sardı. Kapı yumruklandı.
“Bunlar bizden değil, tek kolumla seni koruyamam. Kaya nerede?”
“Yok. Başımızın çaresine bakmamız gerek.” diye mırıldandım odanın içinde dönüp dolaşarak.
Kolumu kavradı sertçe.
“Yapamayız. Altı adam kapıda ve aşağıda üç siyah Mercedes var.”
Kapı yeniden zorlanınca başımda atan damarlardan biri zonkladı. Odanın içinde dönüp dolaşmaya son vererek endişeli bakışlarımı Erdinç’e çevirdim.
“Banyoya gir ve kapıyı kitle. Aradıkları sen değilsin.”
Erdinç’in yeşil gözleri beni sarmaladı.
“Beni boşver, sen ne yapacaksın?” diye mırıldandı. Bir eli telefona gitti. “Kaya’yı arıyorum.”
Kapıdaki sesler artınca ayaklarımın hissizleştiğini hissettim. Babamın adamları odaya girmeden bayılmam işleri onlar için kolaylaştırmam demekti. Derin nefesler alarak telefonu dinledim. Erdinç telefonu kulağından çekti.
“Açmıyor.”
Arkamı dönünce balkon kapısıyla bakıştım. Beyimdeki tilkiler kuyruklarını salladı. Erdinç’e dönerek “Banyoya gir, beni merak etme.” diye mırıldandım ve balkon kapısını araladım. Soğuk hava tenimi sarmalarken kendimi daha iyi hissediyordum. Ellerim benimle aynı fikirde değil gibiydi ve benden bağımsız olarak titriyorlardı.
“Şimdi değil.” diye ölüme fısıldadım. “Bugün değil.”
Bacaklarımı korkuluklardan geçirip kendimi ince mermerin kenarına attığım sırada kurşunun metale çarpma sesi yankılandı ve kapı yeniden zorlandı.
“İçeri bakın!” diye bağırdı biri.
Mermerde hızla ilerleyip kendimi 504 numaralı odanın balkonuna attım ve sırtımı balkon kapısına yasladım. Göz ucuyla yan balkona bakınca silahlı bir adamın balkona çıktığını fark ettim. Nefesimi kesildi. İçeriden birisi bağırdı. “Banyoda biri var!”
Balkondaki adam hışımla odaya geri daldı ve banyo kapısının kırılma sesi dışarı kadar süzüldü.
“Kız değilmiş!” diye bağırdı bir başkası.
Silah yeniden patlayınca çığlığım boğazıma tırmandı ve arkamdaki kapı kayboldu. Biri ellerini dudaklarıma örttü.
“Sana söylemiştim. Sadece ben varken güvendesin.”
Tanıdık sesle derin bir nefes aldığımı hissettim. Ellerini dudaklarımdan çekmeden beni içeriye aldı ve kulağıma sıcak nefesiyle fısıldamaya devam etti.
“İzin ver koruyayım seni.”
Parmakları çözüldü ve dudaklarım özgür kaldı. Sıcak elleri sırtıma kayarken soluk soluğa fısıldadım.
“Beni senden kim koruyacak?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomanceROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...