Okulda ki kaçışımızdan sonra, birde üstüne ilk hafta yoklama alınmamasını duyduğumuzdan bizde okula gitmemeye karar vermiştik. Ne hoş birşeydir ki günlerden perşembeydi ve pazartesi tekrar o lanet okula dönecektik. Adımlarımı sıklaştırıp büyük kapının önüne geldiğimde kapıyı açan Sema Teyze olmuştu. Beni gördüğü anda kollarını iki yana açıp sıkıca sarıldığında bir an boğulacağımı sansam da bu fikri kafamdan atıp bende ona sıkı sıkı sarıldım. Bir öksürük sesi geldiğinde birbirimizden ayrılmak zorunda kaldık. "Kıskanıyorum ama bana bu kadar güzel sarılmıyorsunuz." dediğinde çantamı hızla Rüzgar'a fırlatmıştım. Bu yaptığım hareket her ne kadar beni utandırsa da Rüzgar'ın beni kollarının altına almasıyla gülüp salona ilerlemeye başladık. Artık ezbere bildiğim evde büyük siyah deri koltuklara yayılırken Rüzgar'da yanıma uzanmış benimle birlikte yatıyordu. "Kuşum biz okula gitmiyoruz ama ya alınacak şeyler olursa?" dediğimde Rüzgar gülüp telefonunu çıkardı cebinden. Whatsapp'a girdiğinde "Adü Tornacılar" adlı grubu gösterince somurtup yüzüne baktım. "Beni bırakıp yeni tornacılar edindin kendine öyle mi?" dediğimde gülüp başımı göğsüne yasladı. "Hem ben niye yokum bu grupta bende o sınıfın bir parçası değil miyim?" Rüzgar bedenimi göğsünden ayırdığında attığı bakıştan ötürü susmak zorunda kalmıştım. "Neden olasın ben varım işte yetmiyor mu?"
Bir anda salonun kapısın açılmasıyla Rüzgar'ı yere ittirmiş bende yattığım yerden doğrulma çabalarına girmiştim. "Aşk kuşları gene yan yana." Savaş ve Aydeniz içeri girdiğinde elime aldığım yastığı olanca gücümle Savaş'a fırlatmıştım ama yeterli güce sahip olmadığımdan ayaklarının dibine düşen yastıkla gülmeye başlamıştı. Sinirlerim bozulurken Rüzgar'a bakıp dudaklarımı büzdüm. Büyük bir gürültüyle Savaş koltukta yanıma düşerken Rüzgar, "O vuramıyorsa ben vururum gavat."deyince Aydeniz'le kahkahalara boğulduk. Bu arada Savaş'da küçük bir çocukmuş gibi bizimle uğraşıyordu.
Sema Teyze'nin getirdiği yiyecekler içinde boğulacağımı zannederken önümden çekilen cips kasesiyle bana uzanan küfür niteliğinde ki ellere baktım. Rüzgar kaşlarını çatmış beni izlerken savurduğum elim ağzına çarpınca ellerimi ağzıma kapatıp oturduğum yerden kalktım. Adımlarım yavaş yavaş hızlanırken birden kendimi koşarken bulmuştum. Rüzgar peşimden koşuyor bende büyük koltuğun etrafında aptal gibi dönüp duruyordum. Rüzgar sonunda beni yakalayıp yere yatırdığında çırpınmaya başladım. Uzun süre gıdıklanmamdan dolayı oluşan nefesimin kesilmesiyle Rüzgar üzerimden çekilmiş ve gidip masaya oturmuştu.
Yanına gidip arkasından boynuna sarıldığımda "Ya çocuklar benim canım sıkıldı oyun falanmı oynasak?" dediğimde Aydeniz kucağında ki kaseyi yere bırakıp yanımıza geldi. "Okey mi oynasak be?" dediğinde kafamı salladım. Rüzgar salondan çıktıktan 5 dakika sonra elinde ıstakalarla geldiğinde salonda ki büyük masanın dört bir köşesine dağıldık. Her zaman ki klasik bozulmamış ve Aydeniz ve Savaş, benimle de Rüzgar ortak olmuştu. Taşları hızla karıştırıp teker teker dizdiğimde önümde bir yığın oluştuğundan gözlerimi çevirip bizimkilere baktım. Ben haricinde kimse taş toplamamış öylece telefonla oynuyorlardı. "Hayır yani sadece ben oynayacaksam kalkında üç ruh çağırayım daha fazla eğlenirim." dediğimde Rüzgar gülümseyip önünde ki taşları toplamaya başladı.
Dağıtım bitmiş, taşlar dağıtılmış, yerlerine yerleştirilmiş ve oyuna başlamıştık. Elimde ki taşlar fazla iyi olmasa da Aydeniz'in bana attıkları birazda olsa işime yaramıştı. Elimde ki sarı onluyu Savaş'tan tarafa fırlatınca Rüzgar alnına vurdu elini. Savaş aldığı taşı öperken, Aydeniz de neredeyse gülmekten ölecekti. "Aşık mısın kızım sen?" Savaş'ın sorduğu soruyla koluna bir tane patlatıp etrafıma bön bön bakmaya devam ettim. Okeyi atmıştım işte. Rüzgar bozulmuş gibi olmuştu. Ama anlamamıştım neden böyle olduğunu. Masadan kalkıp koltuğa yerleştiğinde Aydeniz oflamaya başlamıştı. "Hep mızıkçılık ama Rüzgar Berat Özkan. Yakışıyor mu senin gibi delikanlıya?" Kafasına yediği yastıkla susan Aydeniz ağzına koca bir fermuar çektikten sonra diğerlerinin yanına adımlamış ve halının üstünde ki yerini almıştı. Bende Rüzgar'ın yanına gittiğimde çekinsemde başucunda ki yerime çoktan oturmuştum. Gözleri kapalıydı. O kadar masum duruyordu ki. Aşık olunabilecek türden biriydi Rüzgar. Başka bir hayatta Rüzgar'a aşık olur musun deseler her halükarda cevabım evet olurdu. "Tepemde dikilip duracağına gelsene yanıma." diyip elini boşluğa vurduğunda hiç tereddüt etmeden kalkıp yanına uzandım. "Kuşum özür dilerim okeyi attığım için." dediğimde gözlerini açıp bana baktı. "Neden bu kadar dalgınsın son günlerde?" Sorduğu soruyla afallamıştım. Çünkü ben bile farkında değildim dalgın olduğumun ama o fark etmişti. "Dalgın değilim sadece." dediğimde beni göğsüne bastırıp gözlerini yumdu. Son zamanlarda oda dalgındı. Kafası birşeylere takılıyordu sanırım. Belki okul? Belki de okulda ki bir kız etkilemişti onu. Rüzgar'la siyam ikizi olsak bu kadar tamamlayıp anlayamazdık ya birbirimizi neyse. Çocukta haklıydı on seneden beri ezberlemişti her hareketimi.
Aydeniz gelen bir telefonla yanımızdan ayrıldığında, Savaş'da bir kızla buluşacağını söyleyip çıkıp gitti evden. Rüzgar başımı göğsünden ayırdığında kafamı kaldırıp diyeceklerini dinlemeye odaklandım. "Biraz gezmek ister misin?" dediğinde kafamı sallayıp yattığım yerden doğruldum. Rüzgar'da ayaklandığında bileğimden tutup yavaşça peşinden sürükledi beni.
Arabanın içinde susuşlarımız, arkada çalan müzik. Bir anda frene basılmasıyla kendimi camda buluşum. Rüzgar üzerime kapandığında beni hızla kaldırıp geriye yasladı. Ellerini direksiyona koyup başını yaşlandığında derin bir nefes aldığını duydum. "Özür dilerim." dediğinde sesimi çıkartamadım. Fazlasıyla dalgındı. "Hazar özür dilerim." Sustum. Konuşsan ağlayacaktım sanki. Kırılmış gibi hissediyordum. Kafasını kaldırıp sıkıca bana sarıldığında boşlukta sallanan kollarımı beline doladım. "Acımadı ki Rüzgar'ım. Hem Rüzgar, Hazar'ın canını yakar mı hiç?" dediğimde bir çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladı. Neler oluyordu böyle? Rüzgar'ın erkek olduğunu bilmesem acaba adet döneminde mi diyebilirdim. "Rüzgar neden ağlıyorsun?" dediğimde geri çekilip kafasını koltuğa yasladı. "Çünkü verdiğim sözü tutamıyorum Hazar. Bir daha hiç üzülmeyeceksin dediğim günü unutamıyorum. Ama dalgınsın, yorgunsun. Hissediyorum." dediğinde bende başımı arkaya yasladım. "Hatırlıyor musun ilk tanıştığımız günü?" Kafamı sola çevirip onu izlemeye başladığımda kafasını sallayıp gülümseyerek "Evet hemde her saniyesine kadar." dedi. Mutlu olmuştum ister istemez.
"Gene kot kapri giymiştin, üstünde yeşil bir erkek tişörtü vardı. Kafanda da ters taktığın bir şapka." Kahkahasıyla cümlesini sonlandırdığında kaşlarımı çatıp onu izlemeye devam ettim. "Çamura bulanmıştın. Ağlıyordun. Ben seni hiç ağlamadan göremeyecek miyim Hazar?" deyip kafasını bana çevirdiğinde başımı olumsuz anlamda salladım. "Ben ağlarsam sen güldürürsün kuşum." Gülümseyip önüne geri döndü. Bir eli dizindeyken diğer elini direksiyona koyup sıkı sıkı kavradı. "Hep erkek çocuğu gibi oldun be kızım. Tanıştığımız gün bile. O kadar geliyorum yanına yakışıklı yakışıklı kocam diyip boynuma atlayacağına "Ne var lan ne bakıyorsun?" diyip taşlamıştın beni." dediğinde yumruğumu omzuna geçirdim. "Hiç üzülme isterdim Hazar. Hiç kırılma. Hiç ailenin mezarının başında ağlama isterdim. Süper kahraman gibi görebilirsin beni ama ben bile ölümü durduramam." dediğinde kırıkça gülümsedim. "Onları kaybettim Rüzgar ama kim bilir neler yaşayacağız? Nelere ağlayıp nelere güleceğiz. Hatta bazen bişeyleri unutmak bile isteyeceğiz. Herşeyi geçtim ama bunlar olurken her zaman yanımda olacak mısın?" Kafasını salladığında gülüp sıkıca sarıldım koluna. Güç veriyordu işte bu çocuk bana. Direk, dayanak oluyordu.
"Gidelim mi artık?" dediğimde cevap vermeden arabayı çalıştırıp u dönüşü yaptı ve geldiğimiz yolu geri dönmeye başladık. Karıştırıp sürekli bozduğum CD çalara eli gittiğinde bakışlarımı o tarafa yoğunlaştırıp açtığı şarkıya baktım. "Mithat Can Özer-Ateş Böceği" Şarkıyı mırıldanmaya başladığımda Rüzgar da direksiyonda ritim tutmaya başlamıştı. Evimin bulunduğu mahalleye giriş yaptığımızda bildiğimiz sokaklarda gözlerimi gezdirdim. Mahallemizin köpeği Fıstık kasapla oynuyordu. Çocuklar sokaktaydı. Herkes gülüyordu. Mutluydu çoğu insan. Biz mutlu olamasakta mutluydu insanlar. Evin önüne geldiğimizde Rüzgar arabayı durdurmadı. Bunun çevirisi onun dilinde "Bugün yeterince bunaldık gideyim." demekti.
Birşey demeden arabadan indiğimde oda eve gitmemi beklemeden gaza yüklenip kaybolmuştu sokaktan. Gözden kaybolana kadar beklemiştim sokakta. Evin önüne gelip zile bastığımda kapıyı Ege açmıştı. "Anne ablam geldi." Teyzem kafasını mutfaktan çıkarttığında bende hırkamı ve ayakkabılarımı çıkartıp mutfağa doğru ilerledim. Teyzem donatmıştı gene yemekleri. Tabakları salonda ki masaya taşırken gözüm enişteme takıldı. Bugünlerde herkesin kafası karışıkmış gibi görünüyordu. Gözlüklerini takmış elinde ki ajanda türü defterden bişeylere bakıyordu. Ege de dizlerinin üzerinde çökmüş bir yandan televizyon izliyor bir yandan da oyuncaklarıyla oynuyordu.
Yemek bittiğinde bulaşıkları toplayıp yorgun olduğumu bahane ederek odama çıktım. Kendimi yatağa bıraktığımda fazlaca uykum olduğundan gözlerim kapanmaya başlamıştı. Bende düşünecek bir çok şeyim olduğu halde gelen uykuya kollarımı açmış ve hoşgeldin kurtarıcım demiştim.