Yeni taşındığım mahallede, ekmek almak amaçlı evden çıktığım gün, her şeyin başladığı gündü. Her gün, binamızın tam karşısındaki ve mahalledeki tek müstakil ki daha çok gecekonduyu andırıyordu, bahçe kapısına dayanmış bir vaziyette elindeki havucu, ne hikmetse hiç bitmiyordu, dudaklarının arasına götürüp bir ısırık alıyor ve ağzını şaplatarak gözlerimin içine bakıp "N'aber cınım?" diye soruyordu. Ukala bir şekilde... Kusmak istiyordum ve koşarak uzaklaşıyordum.
İşte o gün, binadan çıkıp da yolun karşısında onu gördüğüm gün, gelecek günlerimin laneti ve benim yaz mevsiminden nefret etmemin sebebi olmuştu. Annem inatla beni ekmek almaya yollamasa onu görmek zorunda kalmayacaktım. Ağzının şaplatışı geceleri kabusum olarak dönüş yapmayacak ve ben, uykumdan korkunç havuçlar gördüğüm için uyanmayacaktım.
Başta deli olduğunu düşündüm. Sonra mahalledekiler okulun zekisi olduğunu söylediler. Ardından o gecekonduvari evde bir başına yaşadığını öğrendim. Babası ölmüş, annesi de terk etmiş. Biz taşınmadan önce de sürekli o kapı önüne çıkar ve etrafı izlermiş. O havuç elinden hiç düşmez; kimseyle de konuşmazmış. Sürekli gülümsermiş. Güneş, yerini yıldızlara bırakmaya başladığındaysa evine girer ve ertesi güne kadar, tek bir ışığın bile yandığına sahit olunmadan yaşarmış. Arada bir büyükannesi geliyormuş elinde poşetleriyle. Bir kasa havuç mutlaka olurmuş yanında. Biraz harçlık bıraktığını söylermiş kadın, sağlığı yerinde ya, o bana yetiyor diyormuş ama lafının ne gerisi geliyor ne de ona olanları anlatıyormuş. İnsanlar, büyükannesi giderken başını okşadığı vakit gülümsemesinin solduğuna tanıklık ediyorlarmış sadece. Ne düşündüğünü ve ne hissettiğini bilen yokmuş.
Kaşlarım çatılı, dördüncü kattaki odamın penceresinden onun aptal gülümsemesiyle etrafı izleyişini seyrediyor ve anlatılanlar hakkında düşünüp duruyordum. Parmaklarım yanağımda sinirli bir ritim tutturmuştu. Oflamalarımın ardı arkası kesilmiyor ve öfkeli bakışlarım onun yüzünden ayrılmıyordu. Ondan nefret ediyordum.
"Jongin! Bakkal!"
Vakit gelmişti işte. Annem bağırmış ve ben itirazlarımın dinlenmeyeceğimi bile bile ağzımı açıp söylenmeye başlamıştım.
"Gitmek istemiyorum. Gitmek istemiyorum."
"Parayı ayakkabılığa bıraktım."
Annem mutfaktan seslendi bağırarak. Olduğum yerde hırçın bir şekilde zıpladım. Ellerim kafama vuruyordu.
"GİTMEK İSTEMİYORUM."
Ben de bağırdım ve kapıyı çarparak evden çıktım. İronimi de yerine getirmiştim ve annem ve tüm bina artık bu davranışıma gülüyordu sadece. Bir tek aşağıdaki yaşlı komşumuz beni gördüğü yerde bastonuyla kovalıyordu. En acısı da havuç çocuğun kahkaha atarak bizi izlemesiydi. Ondan nefret etmem için birçok sebep varken yeni edindiğim arkadaşlarımın bana 'neden' diye sorması çok saçmaydı.
Yanaklarını ısırıp binanın kapısını araladım. Çıkan gıcırtılı ses, hemen dikkatini çekmiş ve o korkunç bulduğum büyük gözlerini bana dikmişti. Hemen başımı eğdim ve nefesimi tutarak ilerledim. Ona bakmayacaktım. Bakmayacak olmam bir işe yaramıyordu belki ama yüzünü görmemek bile yeterdi.
Aramızda yol olsa da, dar bir yoldu, bir adımım bile beni ona yaklaştırırken gerildim. Sadece iki adım sonra soluma dönecek ve bana seslenmesine fırsat vermeden koşarak bakkala gidecektim. Ne var ki, planlarımı hep boşa çıkarıyordu.
"N'aber cınım?"
Ağız sesleriyle birlikte, en sevdiğim çizgi film karakterinden de nefret etmemi sağlayan o cümleyi söylediğinde çıldıracağımı düşündüm. Beni engelleyen tek şey sıktığım yumruklarım ve dişlerimdi. Bakmadım ve adımladım. Arkamdan kıkırdayışını duymak çileden çıkarmıştı beni. Bıktığım ama yapmazsam deliye dönceğim şeyi yaptım ve ellerimle yüzümü kapayarak koştum. İlk günlerde olduğu gibi, artık ağlamıyordum en azından. Mutlu mu olmalıydım, bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
N'aber Cınım? || KaiSoo One Shot
Fanfiction"Senin de, aptal havuçlarının da canı cehenneme!"