"Abla! Abla, uyan artık! Bak ilaç saatin geçiyor!"
"Ne var?"
"Bak halâ 'ne var' diyor! İlaç saatin diyorum, geçiyor diyorum."
"Tamam. Bacağımı aç, sür ilacı, o sırada da ben uyuyacağım."
"Akşama kadar uyuyamazsın herhalde!"
"Bal gibi de uyurum. Sonuçta beni, sizin gibi becermeye çalışanlar yok." dedim.
Tekrar uyuyabilmek için arkama döndüm. O sırada ne kadar kırıcı konuştuğumun farkına varmıştım ki Zerrin de sesini çıkarmamıştı. Hemen Zerrin'e doğru dönüp, oturur pozisyona geçtim.
"Özür dilerim." dedim. Sesini çıkarmadı.
"Gerçekten özür dilerim. Uykulu uykulu ne dediğimi bilmiyorum. Saçmaladım işte." dedim mahcup bir şekilde.
"Yo, yoo özür dilemene gerek yok. Haklıydın..."
"Ama benim öyle söylemeye hakkım yoktu."
"Olan oldu boşver."
Ona sımsıkı sarıldım. O benim her anımda yani bu kara deliğe düştüğümden beri hep yanımda olmuştu. Ama ben onu bir cümlemle yere yığmıştım. O ne kadar 'boşver' dese de, kesinlikle bunu dert edinecekti. Biliyordum...
İlaçlarımı sürdükten sonra kapı açıldı ve asker her zaman ki gibi kahvaltı olarak kuru ekmek, et parçaları son olarak bir kase çorba getirmişti. Her zaman ki gibi aç olarak oturduğumuz sofradan aç olarak kalkmıştık. Çoğunlukla suyla karnımızı doyurmaya çalışırdık. Sonrasında ise midemiz ağrır sanki taşıyamaz olurduk. Ama hayatta kalıp, buradan kurtulma vaktini bekliyorduk...
Biz sohbet ederken kapı tekrardan açıldı ve asker:
"Haydi hazırlanın. Taramaya gideceksiniz." dedi.
Taramaya mı? Ne taraması?
Toparlanmaya başladık ve hep beraber çıktık. Dışarıda bir araba vardı ve asker ona binmemiz gerektiğini söyledi. Bindikten sonra yola koyulduk. Araba da sadece bir asker vardı, o da şoför koltuğundaydı. Hiçbirimiz konuşmuyor, bizi götürecekleri yere varmayı bekliyorduk. Bu tarama denen şey ne olabilirdi ki? Ben bunları düşünürken araba ani bir fren yaptı ve durdu. Kızlarla kafalarımız tokuşmuştu. Birbirimize baktık ve kahkaha atmaya başladık. Asker kapıyı açmış bizi bekliyordu. Teker teker indikten sonra asker önde biz arkada bir binaya girdik. Bina dışarıdan harabe gibi, içten ise bir hastane... Asker bir odanın içerisini girdi ve yaklaşık bir dakika sonra çıktı."Herkes teker teker girsin. Öncelikle tek sıra olun." dedi.
Denileni yaptık. Tek sıra haline dizildik. İçeriden biri, sanırım doktor 'Girin!' diyordu.
Ayşe, Zeynep, Zerrin, Damla. Ben... Korkuyla içeriye girdikten sonra bayan doktor, gülümseyerek sedyeye uzanmamı istedi. Elinde de bir alet vardı. Ben sedyeye uzandıktan sonra , eliyle eteğimi geriye çekmeye çalıştı. Doğrularak:"Ne yapıyorsunuz?"
"Karnınıza ve biraz aşağısına bu jeli sürmek zorundayım."
"Neden?"
"Hanımefendi buraya hamile olup olmadığınızı öğrenmek için getirildiniz. Bırakın da işimi yapayım!" dedi.
Tarama dedikleri bu muymuş? Allahım lütfen hamile olmayayım, lütfen...
Sedyeye uzandıktan sonra karnıma jel sürüldü. Ondan sonra da elindeki aleti karnımda gezdirmeye başladı. Ultrason görüntüsüne bir iki dakika baktıktan sonra"Temiz, bir şey gözükmüyor." dedi.
O an Rabbime bin defa şükrettim... Ben çıktıktan sonra sadece odanın önünde Zerrin vardı.
"Diğerleri nerede?"
"Onları başka doktorlar kontrol etmeye başladı, haydi gel biz aşağı inelim."
"Bir sorun mu var?"
"Hayır, ben temiz çıktım. Ya sen?"
"Aynısından."
"İyi. Umarım böyle devam eder. Bir de bu pisliklerin çocuğunu mu karnımızda taşıyacaktık?"
"Allah korusun!"
Aşağı indikten sonra arabaya bindik. Çoğu kız arabadaydı. Sadece Sena ve Asiye yoktu. Kızların hepsi temiz çıkmıştı. Sena ve Asiye geldiklerinde ise Asiye'nin yüzü asıktı. Arabaya bindikten sonra Asiye ağlamaya başladı.
"Hamileyim!"
Hepimiz onun adına üzülürken o
"Bu çocuktan kurtulmam lazım." dedi.
Hepimiz şaşkın şaşkın ona bakıyorduk, o sırada asker, şoför koltuğuna elinde bir kağıtla oturdu.
Kimse tek laf etmedi. Asiye'nin kafasında ne kurguladığını çok merak ediyordum.
Araba durduğunda, o batağa geri döndüğümüzü anlamıştık. Hepimiz arabadan inerken, askerler bize pis pis bakıyorlardı. Hepimiz oda denilen yere ilerlerken, Asiye'nin dışarıda beklediğini gördüm. Kızlara haber verdiğimde hepimiz ona doğru bakmaya başlamıştık.
Ne yapmaya çalışıyordu bu kız?
Asiye bize doğru baktı. Sonra arkasına dönük bir askere doğru ilerlemeye başladı. Onun belindeki silahı aldı. Asker arkasına döndüğünde, silahı ona doğrulttu. Kafasını sağa sola sallamaya başladı. Korkuyor gibiydi, bizde korkuyorduk... Silahı karnına doğru götürdü ve tetiğe bastı... Artık o masum bebekte yoktu, Asiye de...
Asiye kendini öldürmüştü. Hani hayatta kalıp, buradan kurtulacağımız anı bekleyecektik? Aslında Asiye bir nevi bunu yapmış sayılıyordu. Kurtulmuştu... Sonsuza dek...
O tetiğe bastığında hepimiz çığlık atıp, gözlerimizi kapatmıştık. Gözlerimi açtığımda Asiye'nin kanlar içerisinde yerde yattığını gördüm. Ağlamaya başladım. Bir asker yanına gelip nabzına baktı. Diğer askerlere eliyle işaret ettikten sonra askerin biri kollarından, diğeri bacaklarından tutup, onu yakındaki uçurumdan aşağı fırlattılar. Kör olsaydım da bu anı görmeseydim. Hayatımda unutmayacağım bir an olarak beynime kazınmıştı artık. Bundan sonra aklımda, üç unutulmaz an vardı. Birincisi ailemin gözümün önünde katledilmesi, ikincisi Ozan'ın gözümün önünde öldürülmesi, üçüncüsü ise Asiye'nin kendi elleriyle yazıp uyguladığı ölüm fermanı...O gece kızlarla gözümüze uyku girmedi. Hepimiz o anı düşünmeye başladık.
"Bu çocuktan kurtulmam lazım." demişti.
İki cana da kıydı. Kendi canına, masum bir bebeğin canına...
Daha doğmayan...Gerçekten o kadar kötü bir durum muydu? Anlayamıyordum... Umarım anlamak için başıma böyle bir olay gelmez...
Zerrin ilaçlarımı sürdükten sonra bacağımı dinlendirmem gerektiğini söyleyip, herkesin yatağını hazırladı. Fakat sadece ben değil, herkes bu anı bir anlık bile unutmak için uyumayı seçti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜTBELİNİN ESİRİ (BİTTİ)
रोमांसSavaşta esir alınmak... Esir alındığı kişinin kalbine de esir düşmek... Aslında her şey aşkın gücüne bağlıydı... Bu güç, onları yaşadıkları harabeden kurtarıp mutlu bir sona sürükleyecekti...