1.6/ Yaramaz Çocuk

919 74 50
                                    

[1 Hafta Sonra]

Hastanede bana tarif ettiğine göre evinin buralarda olduğunu tahmin ediyordum. 3 saat sonra İtalya'ya uçacak olan uçağımız vardı. Gitmeden önce ne olur ne olmaz diyerek doğmama vesile olan adamın evine gidiyorduk. Hoseok'ta beni yalnız bırakmayarak gelmişti.

Bir sürü eski evin bulunduğu sokakta tarif ettiği evi gözlerimle ararken, onun olabileceğini düşündüğüm gri evi işaret ettim.

Ciddi anlamda eskimiş olan evin yanına iyice yaklaştığımızda ne kadar harabe olduğunu daha iyi görmüştüm. Kapı görevini üstlenen fakat kapıyla alakası kalmamış tahta parçası her an yerinden çıkıp düşecek gibi gözüküyordu. Pencelerin dışarı fırlayan lastikleri evin, dışarının soğuğunu içeri aldığını gösteriyordu. Çatı ise, her an yıkılacak kadar kötü bir durumdaydı. Bir an için kalbim cız etti ve her şeyden kendimi sorumlu hissettim. Ağlamamak için kendimi tutarken evin önüne gelmiştik bile. Derin bir nefes alıp elimde ki torbaları daha da sıkı tuttum. Sesli bir şekilde yutkunup kapıyı yumrukladım. Çok geçmeden açılan kapının ardından görünen tanıdık yüz, bizi görünce şaşkınlığa boğuldu. Evet bana evi kendisi tarif etmişti, ama gelmeyeceğimden emindi. Onu ise yanılttığımı suratında ki ifadeden anlayabiliyordum. Zoraki gülümseyerek enerjik çıkmasını dilediğim ses tonumla konuştum.

"Merhaba ajussi!"

Ona en iyi seslenme şeklimin ajussi olduğuna karar verdiğim andan beri daha rahattım. Ona baba dememi bekliyordu, biliyordum, ama yıllarca nefret ettiğim bu kelimeyi bir anda kabullenebileceğimi sanmam. Hitap seçimini bana bıraktığı için ajussi diye seslenmeme bir şey demiyordu.

Şaşkınlığı hala geçmediği için bir şey söylemeden bize bakmaya devam ediyordu.

"İçeri geçebiliriz öyle değil mi?" diye sordum gülerek.

"Ah yoksa bizi kabul etmiyor musunuz?"

Hoseok'da bana uyup, küsmüş gibi yaparak sorduğunda ajussi kocaman gülümseyip geri çekildi.

"Geçin bakalım."

Ayakkabılarımızı çıkarmamıza gerek olmadığını söylese de biz onu dinlemeyip çıkardık ve kapının önüne koyduk. Evde bırak fazladanı, kendisi için bile terlik olmadığını beton zemine basan çıplak ayaklarından anlamıştım.

Elimde tuttuğum poşetleri gösterip konuşmaya devam ettim.

"Bunları sana ziyaret hediyesi olarak getirdik. Mutfak nerede?"

"Ah mutfak biraz rutubet kokuyor. Sen ver bana ben koyarım."

Mahçup bir şekilde ellerini uzattığında Hoseok ondan önce davranıp zaten poşetlerle dolu olan ellerine aldırış etmeden benimkileri de aldı ve mutfak olduğu belli olan kapısı açık yere doğru ilerlerken konuştu.

"Ben hallederim siz keyfinize bakın!"

Ben onun bu güzel kalbine hayranlıkla bakarken ajussi eliyle evin içinde olan mutfak ve banyo haricinde ki iki odadan birini gösterdi. Gösterdiği odaya girdiğimizde koltuk yerine yer minderleri vardı. Perdeler ise çok eskiydi. Evin içini gösterdiğinden bile şüpheliydim. Suratımda ki hüznü belli etmemeye çalışarak gülümsemeye devam ettim. Ajussi söylemeden, sanki kendi evimmiş gibi hızla minderlerden birine oturup şaşkınmış gibi yaparak oturduğum yerde zıpladım.

"Oo bu minderler göründüğünden daha rahatmış." dedim bir elimle de yanımda duran mindere vururken.

Her ne kadar yapabileceğim en iyi oyunculuk bu olsa da, inanmadığını yüzünde ki buruk gülümsemeden anlayabiliyordum.

Hope | jhsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin