-Ömer!
-Efendim?
-Oğlum, yemek hazır!
-Tamam geliyorum anne,son satırlarımı da doldurayım!
-Peki!Merhaba ben Ömer. Ben Suriyeli mültecilerden biriyim. Biliyorum aranızda bu ilk satırlarımı okuduktan sonra okumayı bırakıp kitabın yüzünü kapatıp masanın bir kenarına itecek olanlar,kitabı rafa kaldıracak olan hatta kitabı yakacak olanlar dahi olabilir. Herkese saygı duyuyorum. Herkes kendi düşünce tarzına göre hareket ve işlevler yapabilir. Ama sırf bir Suriyeli olduğum yada bir müslüman olmam benim bir insan olduğum ve duygulara,düşüncelere sahip olduğum gerçeğini değiştirmez. Tabi okurlarım arasında bu kelimeleri tek tek ,sindire sindire okumak isteyenler de olacaktır. Onlar din,dil,renk,ırk ayrımcılığı ile dünyanın yönetilmeyeceğnin farkında ve bazı farklı insanların satırlarının ona katacağı müthiş düşünce tarzlarının farkında bireylerdir. Fazla uzatmadan ve sevgili okurlarımı sıkmadan başlamak istiyorum.
İlk konuşmaları okudunuz degil mi? O benim canım,kanım,en önemlisi gölgesini sevdiğim,daha doğrusu aşık olduğum ANNNEM.Ben çok zor zamanlar geçirdim. Siz bilirmisiniz varlığını dahi bilmediğin bir kişiyi aramanın,gölgesini izlemenin, sesini bir şarkı ile bağdaştırıp uzak kaldığında o şarkıyı söyleyip hatrında tutmaya çalışmanın verdiği o hazzı, o kalp sancısını?
O zamanlar on yaşındaydım. Daha savaş kavramını dahi tam anlamıyla anlatamaz,"Savaş nedir?"diye sorulduğunda kem-küm eden bir çocukken savaşı bizzat o ufacık boyum ve masum aklım ile tanıdım. Alev alev yanan kalbime kor ateş oldu. Yetişkinlerin savaşı onlara zarar vermedi. Ben ve benim gibi çocuklara acı verdi.
Henüz yedi yaşında hem annesini hem babasını o dehşet günlerde kaybeden bir arkadaşımı hatırlıyorum. Daha okula yeni başlamıştı. Sürekli dışarı çıkar oynardı okul sonraları. Ben ondan büyük olduğum için bana "Ömer abi" derdi. Bende bu durumdan hoşnut olurdum tabiki. İçine doğmuş olsa gerek bana bir gün bizim kapının önündeki hurda bir arabadan kalma koltukta otururken bana doğru yaslanıp,
-Ömer abi ,bir savaş çocuklara ne yapabilir? Onlar savasamazlar ki ,onlara bişey olmaz değil mi?
Bu sözcükler onun azından dökülürken bir an sanki durdu zaman benim için. Tabi o zamanlar bende ne soruyu anlamış,nede cevap verebilmiştim. O sırada söylediklerim sadece
- Bilmem, hiç düşünmedim. (...) Bencede çocuklar zarar görmezler galiba.
Bunlardan ibaretti. Ama asıl gerçek bu değildi. Gerçekte ise insanlar(yetişkinler) hunharca savaşıp can verirken ölüm ile sonlanan hayatları onlara bir anlık acıdan başka hiçbir acı vermezken,benim ve arkadaşım gibi savaş kavramını dahi bilmeyen ufacık elleri titreyen ve anne-babadan ayrılma kaygısı kadar korkunç bir bir his yoktur yaşanan. Bir küçüğün,yedi yaşındaki bir çocuğun ölüm kelimesini dahi duyunca tırsması doğalken,anne ve babasının soğumuş,cansız ve sesiz bedenlerine sarılıp uyanmaları için haykırması kadar üzücü başka bir olay yoktur. Ben o çekirdek tanesi gibi dışı sert,kabuklu ama hala içi yumuşak ve çocuksu,daha hayat yollarında yürümeye başlamadan koşmaya başlayan,minicik yaşlarında olgun kocaman adamlar,bayanlar olan biz çocuklara haykırıyorum,çığrıyorum,bağırıyorum.
Bu konuşmalarımızdan birkaç hafta sonra televizyonda anlam veremediğim görüntüler vardı. Herkes sokaklarda ve ellerinde pankartlar vardı. Annem benim televizyonu izlediğimi görünce beni omuzlarımdan tutup her zaman ki naif sesiyle diğer odaya gitmemi ve biraz oyun oynamamı söyledi. Bende usulca odama gittim. Annemin neden böyle yaptığını anlamamıştım. O adamaların neden ellerindeki büyük kartonlarla bişeyler yazıp dışarıda yürüyerek seslerini yormalarının sebebini çözememiştim. Birkaç dakika bunları sorguladıktan sonra elimdeki oyuncak arabayla oynarken oyuna daldım. Tam bilmiyorum ama iki,üç saat oyun oynadıktan sonra kapı çaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Annemin Gölgesi
Random"Geçmişteki acı hatıraları unutup yeni bir gölgeye aşık olmanız dileğiyle."