Ölüyorum tanrım, bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür, biliyorum tanrım.
Grace üzerindeki elbiseyi son bir kez inceledi ve hemen arkasından saçlarını örmeden önce elleriyle güzelce taradı. Elleri alışkın olması nedeniyle hızlı bir şekilde kısa sürede mükemmel bir örgü yapmayı başarmıştı. Giydiği yeşil elbise gözleriyle muazzam bir uyum yakalıyor ve genç kızın güzelliğine güzellik katıyordu. Odasının kapısı nazikçe tıklandığında dikkatli adımlarla birlikte kapıya yöneldi. Açtığında saraydaki askerlerden biriyle karşı karşıya gelmişti.
"Kralımız sizi huzuruna kabul edecek Leydi Grace."
Grace askeri nazik bir baş onayıyla yanıtladıktan hemen sonra odadan dışarı çıkmıştı. Uzun boylu asker önde, o arkada sarayın geniş merdivenlerinden indiler ve hemen sonra sağ tarafa doğru yöneldiler. Altın kaplama devasa kapının önüne geldiklerinde askerle birlikte duraklamış ve derin bir nefes alıp vermişti. Birazdan genç kızın kaderini belirleyecek olan karar bu kapının arkasında verilecekti.
Grace içinden defalarca dua etti ve kralın kocasından yana olmasını diledi. Zira genç kız abisine emanet edilirse kendisini öldürmekten başka çaresi kalmayacaktı. Daha fazla işkence çekmeye artık dayanamazdı. Hele o Henry Watson denen adamla evlendirilirse, kendisini öldürmesinin çok daha iyi bir seçenek olduğu kesindi.
Kapı asker tarafından ardına kadar açıldı ve Grace kaderiyle yüzleşmek adına omuzlarını dikleştirdi. Ne olursa olsun sakinliğini koruması ve kocasının yanında cesurca durması gerekiyordu. Dylan kadınları sevmezdi. Fakat korkak bir kadını hele hiç sevmeyeceği kesindi. Bu nedenle Grace ona layık bir eş gibi davranmaya oldukça kararlıydı.
Nazik ve son derece dikkatli adımlarla usul usul içeri doğru yürüdü. Ve kendisini saniyeler içinde devasa bir salonun ortasında küçük bir kalabalığın tam içinde buldu. Dikkat çekmesi ise bir saliseden az sürmüştü.
)()()()()()()(
Dylan Grace'nin yanından ayrılmış ve günün ilk ışıkları etrafı henüz aydınlatmadan önce gölde güzelce yıkanmıştı. Saçları ve sakalları günlerce yolda olmasının vermiş olduğu bitkinlikle birlikte bir hayli uzamıştı. Bu görüntüsüyle tıpkı Grace'nin ona sinirlendiğinde söylediği gibi mağara adamlarına benziyordu.
Ordusuna onu sarayın hemen dışında beklemelerini emrettiğinde baş askeri ve kardeşinin de içinde olduğu beş kişilik grup ona itiraz etmiş ve Dylan'la birlikte geleceklerini söylemişlerdi. Zira beş asker de hanımlarını geri almayı en az Dylan kadar çok istiyordu. Dylan onlarla inatlaşmadı ve peşinden gelmelerine izin verdi.
Askerleriyle birlikte kralın huzuruna çıktıklarında genç adam devasa salonun bir köşesinde onu gördü. Dylan'ın bugüne kadarki en büyük ve en alçak düşmanı, James Walker uzun bir süre sonra ilk kez bu kadar yakınındaydı.
Dylan onu her yerde ama her yerde aramıştı. Fakat o alçak karısını tehditler ederek kaçırmak üzere İskoçya'ya gitmişti. Bu durum Dylan'ın aklına geldikçe delirecek gibi oluyordu.
Dişlerini sıktı ve buz gibi donduran bir bakışla gözlerini bir an bile ayırmadan ilerdeki James'e baktı. Hemen yanında Henry Watson denen pislik ve James'in birkaç askeri de mevcuttu. Kralın üç yardımcısı ise kralın yanında, çapraz tarafta dikilmekle meşguldü.
Dylan vakit kaybetmeden odanın tam karşı tarafına doğru askerleriyle birlikte ilerlemiş ve hemen sonrasında duraklayarak krala doğru dönmüştü. Şimdi James odanın sol tarafında, Dylan sağ tarafında, yüzleri ise tam karşılarında oturan kraldaydı.