Bu bölümün şarkısı: Cem Adrian - Kum Gibi
* *OLCAY
Zaman, nabız gibiydi. Parmaklarınızın arasına alınca, atışını hisseder, sonrasında ise varlığını unuturdunuz. O sessizce akıp gitmeye, siz yaşamaya devam ederdiniz. Sonuç?
Kaybedilen zamanla, fark edilmeyen yaşanmışlıklar...
Doğukan'ın öfkesi uçsuz bucaksız bir okyanustu. Dalgaları bir anda yutardı sizi. Oradan oraya savururdu. İlk başta güçlü hissederdiniz. Mücadele eder, öfkesine kafa tutardınız ama O, bu sırada çaresizliği bir sarmaşık gibi yavaş yavaş sarardı ruhunuza. Kelimeleri ince ince işlerdi vicdanınıza. Fark ettiğinizde her şey için çok geç olurdu. Çünkü bir başınıza kalırdınız. Şu anda olduğu gibi...
Ne zaman, bana bile kafa tutacak kadar büyümüştü? İçinde biriken kini kusarken bir an bile tereddüt etmemişti. Birkaç sene önceki Doğukan'ın korkuları vardı. Kavga ederken bile kelimeleri dikkatli seçerdi ama az önceki kişi... Sanki bana bir yabancıydı. Korkusuzdu. Bir o kadar da umursamaz. Cevap vermemi bile beklemeden arkasını dönüp gitmişti. Ona göre yapacağım hiçbir açıklama, kaybettiğimiz zamanları haklı çıkarmayacaktı. Hiçbir neden, abisiz geçirdiği günleri geri vermeyecekti. Bundan sonrası da onun için önemli değildi. Bir kere, onu, onları sevmediğim, önemsemediğim düşüncesi yüreğine düşmüştü ve benim bu durumu düzeltmek için ne yapacağımla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Parmaklarımın arasında döndürdüğüm parça bile onu ne kadar sevdiğimin kanıtıydı. Yanımdan ayırmayacak kadar önemsediğimin... Ama bunu nereden bilecekti ki?
Geçmişin yükü, şimdinin ıssızlığı, geleceğin belirsizliği yüzünden ardı ardına yaktığım sigaranın haddi var hesabı yoktu. Son izmariti de, yere bastırıp söndürdükten sonra ileriye doğru fırlattım. Nereye gittiğine bakarken sıkıntıyla iç çektim. Başımı geriye doğru itip, yaslandığım duvara dayadım. İçimdeki yangını söndüremeyen soğuğun, biraz da olsa başımdaki ağrıya iyi gelmesini diledim. Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Sabahın ilk ışıklarının karanlığı delişini seyrederken her şeyin düzeleceğini umut ettim. Her yeni doğan gün, umutları da beraberinde getirmez miydi zaten. Başımı hafif hafif duvara vururken çatı katının kapısı açıldı. Alelacele elimdekini cebime koydum ve başımı dumanı tüten, iki karton bardakla yanıma gelen Aygül'e çevirdim. "Soğukmuş ya," derken kollarını kendine çekti. Üşüdüğünü belli eden bir ses çıkardı. Ürperirken göz göze geldik. Anında yüzündeki acı çeker gibi duran ifadeyi gülümsemesiyle yer değiştirdi. "Üşüyeceksin," diyerek oturduğum yerden kalkmaya yeltendim ama o benden önce davranıp yanıma oturdu. "Aygül ne dediğimi duymuyor musun?" diye sorarken elindeki bardakları önümüze koydu. "Ya da umursamıyor musun diye sormam daha doğru sanırım?"
"Duyuyorum da, umursuyorum da ağabeyciğim. Üşüyecekmişim."
'Ee o zaman neden hala oturuyorsun?' der gibi bakıncabana daha da sokuldu. Onun tarafındaki kolumu kaldırıp altına girdi ve kolumu titreyen bedenine sardı. Hayretle kolumun altına sinmiş küçüğüme baktım. Bakışlarını bana çevirdiğinde yaramaz bir gülüş dudaklarının kenarına yerleşti. Daha sonra yerdeki bardakları gözleriyle işaret ederek "Bir de çayımı içersem değmeyin keyfime," dedi. Hiç değişmemişti. Hayal ettiği şey, mutlaka gerçekleşecekti. İnatçılık kesinlikle bizim ailenin genlerini ele geçirmişti. Başımı iki yana sallarken belli belirsiz gülümsedim. Uzanıp önce onun çayını verdim, daha sonra da kendiminkini aldım. "Umarım şeker atmamışsındır," deyip bardağı dudaklarıma götürdüm. Aygül gözlerini kısarak bana bakarken "Ben seninle ilgili hiçbir şeyi unutmadım abi," dedi. Çaydan bir yudum dahi alamadan donakaldım. Zihnimin içinde tekrar Doğukan'ın söyledikleri belirdi. Bunlar abi, kardeş beni yıkıp dökmek için anlaşmışlar mıydı? Birkaç dakika da olsa unuttuğum başım ağrım yine kendini hatırlattı. Aygül çayından ufak bir yudum alıp "Oh be!" dedi ve başını göğsüme yasladı. "İyi ki gelirken çay almayı akıl ettim. Ankara ayazı hatırladığımdan da soğukmuş." Doğukan polis okulunu kazanınca annem kendi memleketi olan Ankara'ya dönmüş, mimarlık ofisini buraya taşımıştı. Aygül üniversiteye için İstanbul'a gidene kadar annemle yaşamıştı. Belli ki, abisi Şırnak'tan tekrar ana ocağına dönünce, Ankara'ya pek uğramamıştı. En azından yılın bu zamanları. Kardeşlerimle ilgili gerçekleri bilmeyip, sadece tahmin etmek hiç şu andaki kadar canımı sıkmamıştı.
"Yalnız kantincinin de hakkını vermeliyim. Bir çay demledim. Beş dakika beklersen tüm derdini sıkıntını alır demişti. İlaç gibi geldi valla."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHADET
General FictionBu hikaye gerçek kişiler, olaylar ve mekanlar içermektedir. Mesleki gizlilikten ötürü isimlerde ufak kelime oyunları yapılmıştır. Lütfen okurken sadece kurgu gözüyle değil, yaşanmış olay örgüsüne bakın. Hikayenin çıkış noktası ilk bölümdedir. Keyifl...