‘’ O gün gökyüzünü tanıyamaz hale gelmiştim. Bulutlar insanların çığlıklarını içlerine çeken büyük süngerler gibiydi. Siyah ve büyük süngerler.. Mavi hiç olmadığı kadar koyuydu , sanki bir ressamın boyaları gökyüzüne karışmıştı. O sırada kanın o keskin kokusunu aldığımı farkettim. Koku burnumu yakarak içime işliyordu. Küçük çocukların çığlıkları artık kesilmişti. Fakat görebildiğim sadece büyük bir karanlıktı..’’
‘’ Bunlar yaşanırken ölümün yanıbaşınızda soluk aldığını hissedebilirsiniz. Hayır ölümden korkmuyordum , asıl korkum henüz yapacak yüzlerce işim varken bu dünyaya gözlerimi kapatmaktı. Biliyordum , eğer bunlar olduktan sonra yaşamaya devam edersem yapmam gereken her şeyi unutacaktım. Çünkü dediklerimin her biri birer bahaneydi .. Ölüme birer bahane...’’
Umut kelimesinin sözlüklerden silindiği , tüm renklerin yerini siyaha bıraktığı , insanların gülmeyi unuttuğu ve ‘’Keşke’’lerin ağızlardan düşmediği bir dünyaya MERHABA! Biliyorum güzel (!) dünyamızın eskiden de pek farkı yoktu. O yüzden bu anlattıklarım size gayet normal gelebilir , fakat ortada büyük bir fark var. Hayır hayır dünyayı vampirler veya zombiler istila etmedi! Daha da kötü , asıl sorun doğru söylemek!
İnsanın hamurunda vardır gariplik , herhangi bir arkadaşımıza bir şey danıştığımızda ‘’LÜTFEN DOĞRUYU SÖYLE!’’ deriz fakat bu doğru bizim doğrumuzdur. Bizim duymak istediğimiz küçük yalanlardır aslında ve asıl mutluluk kaynağımız kendi doğrularımızdır. Fakat artık bu küçük yalanları duyabilmek imkansız! Dünyayı kasıp kavuran ‘’ subtiliter’’ adındaki salgın en büyük ve en güçlü devletlerin dahi yıkılmasına sebep oldu.Tanıdığımız en iyi insanların bile bir avuç düzenbaz olduğu ortaya çıktı. Dünyayı asıl yöneten doğrular değil , yalanlardı…
Salgından etkilenmeyen sadece küçük çocuklardı. Kanlarına zehir bulaşmamış , bulaşamamıştı. Çünkü onlar içlerinden geçeni söylerdi , yalanın o nefis tadını henüz tatmamışlardı. Zaten artık tatmalarıda imkansızdı. Politikacılar , siyasetçiler , iş adamları teker teker koltuklarından hatta ve hatta TAHTLARINDAN (!) düşüyorlardı. Yaşamak mı ? Artık bir zulümdü .