4 elementi hiç duymuş muydunuz? Su, ateş, toprak ve hava. Peki ya bükücüler? Sizce onlar da var olabilirler mi? Dünya; sandığımız gibi bir yer değil. Karanlık; düşündüğümüz kadar güvenli değil. Onlar, her adımımızda yanımızdalar. Mutasyonlar. Bildiğimiz kadarıyla: Hava Bükücüler’in sayıları en fazla. Sonra Toprak, Su ve sonra da Ateş. Ateş. Acı verici ve somut, değil mi? Her Bükücü, 19’larına gelince bir mektup alır. Bu mektupta, bir kamptan söz eder. Ayrıca 4 elementten ve onların bükücülerinden. İlişikten de anladığınız kadarıyla, bir de silah alırsınız. Kimi bükücü bir hançer taşırken, diğeri ok, bir diğeri kılıcı tercih edermiş. Mektupta yazanlara göre, bir savaş yaşanmış. Ateş Bükücüler, bu savaşta önlerde yer almaya gönüllü olmuşlar. Diğerlerini koruyabilmek için. Bu yüzden nesilleri tükenmiş. Nesillerdir, bir Ateş Bükücü’ye rastlamamışlar. Mektupta benim farklı olduğumu söylediler ve onlardan biri olduğumu. Ateş Bükücüleri. Her şey, bundan iki hafta önce başladı. Annemin tamirci dükkanında çalışıyordum ve bir teslimat aldım. Üzerinde, elementlerden bahseden saçma bir mektup, içinde ise bronz bir kılıç vardı. Tanrım, diye düşündüm. Bu gerçek olamaz. Ama tuhaf yanı, açıklayamadığım şeyler olduğunu biliyordum. Sinirlendiğimde ellerimin bir kor gibi ısınması, yanlışıkla mumun ateşine fazla yaklaştığımda bir şey hissetmemem… Annemle birlikte yaşıyordum. Babam, üç yıl önce bir trafik kazasında ölmüştü. Pek varlıklı bir aile değildik anlayacağınız. O gün, annemin istediği bazı malzemeleri tamirci dükkanına götürüyordum. Üzerimde kot bir tulum vardı ve motor yağıyla kaplanmıştım. Bütün yol izlendiğimi hissettim. Bunu önemsememeyi başardım. Küçük kasabamıza vardığımda, tamirci dükkanının üzerinde bir şey ilişti gözüme. Sadece birkaç saniyeliğine bir karaltı gördüm. Eğri büğrü, tuhaf bir karaltı. Ardından, bir kıvılcım çıktı. Ufak bir alev belirdi. Ve inanılmayacak kadar hızla alevlere dönüştüler. Elimdeki kovaları yere düşürdüm ve dükkana koşmaya başladım. Oraya hiç yara almadan girebileceğimi biliyordum. Neden bilmiyorum ama ateşten zarar görmezdim ben. Fakat beni tuttular, kasabalılar eve yaklaştığımı gördükleri gibi bana engel oldular. Annemi kurtaramadım ve küçük apartman dairemize koşmaya başladım. Durmadan ağlıyordum. Bir terslik olduğunu anlamıştım. Eve daldığım gibi yatağımın üzerinde duran bronz kılıcı aldım ve mektubu cebime tıkıştırdım. Long Island. Kamp oradaydı. Merkeze 10 mil kadar uzaktaydı. Evden çıkıp ormana doğru koştum. Durmadan karşıma bir şeyler çıkıyordu. Onların hayvan olduğunu düşünmek istiyordum ama beceremedim. Olmadıklarını biliyordum. Mutasyonlar. Yüzlerini asla unutamayacaktım. Bir daha asla rahat uyuyamayacaktım. Ama o an umurumda değildi. Annem öldürülmüştü ve ben hayatta kalmalıydım. Kampa ne olursa olsun varacaktım. Hepsini kılıcımla biçtim, bu arada ağlamayı sürdürüyordum. Koşmaya devam ederken birden biriyle çarpıştım ve yere yuvarlandım. Ayağa kalkmaya çalıştım ve kılıcıma uzandım. O sırada karşımdaki konuştu. “Aman Tanrım, sen de benim gibisin…” diye mırıldandı. O an onu inceleme fırsatım oldu. Üzerindeki gömlek yırtık pırtık olmuştu. Bazı yerleri kanıyordu. Kıvırcık saçları ve zümrüt yeşili gözleri vardı . Sıkı sıkı bir kılıcı tutuyordu. Bunlar onun da bir Bükücü olduğunu anlamama yetmişti. “Ben, ben Harry, Harry Styles.” dedi çocuk. Ona bakmayı sürdürdüm. “Irina Black.” Harry bana elini uzattı. “Memnun oldum.”