Merhaba, şu an çok mutlu ve çok heyecanlıyım. Bölümü okuyun ve ben en sonunda heyecanımın sebebini açıklayacağıım^^ İyi okumalar :')
Dünyanın en güzel Ege'si!
---
Şövalye günlerce kıpırdamadan oturmuş bir ağacın altında. Artık ulaşabileceği bir yıldızı yokmuş ortada. Gözleri gökyüzünde, günlerce yıldızını izlemiş. En parlağı oymuş yıldızların, en güzeli. Bir gece, hava öyle soğukmuş, öyle çok sis varmış ki gökyüzünü görememiş şövalye. Kapkaranlık bir gecede kalmış karanlık korkusuyla. Karanlık öyle korkutmuş ki onu nefessiz kalmış korkudan. Sonra, tüm sisi böler gibi bir aydınlık görmüş gökyüzünde. Yıldızı, tüm sise inat gökyüzünde parlamaya başlamış onu aydınlatmak için. Biliyormuş şövalye, o da onu seviyormuş... Karanlıktan korkmasın diye sisi aşıp parlıyormuş gözlerinin önünde. "Dünyanın en güzel parlayan yıldızı," diye mırıldanmış gökyüzüne doğru, "benim yıldızım."
15.Bölüm : İzmir'in Ege'si.
Benli rüyalar, ışıklı geceler...Ey, sen. Hani her önemli kişiye hitap etmeden önce "Ey!" denir ya, "Ey padişah!" , "Ey kral!" Ben sana ey demek istedim. Çünkü benim gözlerimde tek önemli sensin. Dışarıdan bakılınca hiçbir şey görmemiş geçirmemiş, hiçbir şey yaşamamış gibi görünen sen. Oysa sen ki neler gördün, nelere direndin. Bu yüzden ey sen, öyle güçlüsün ki artık bir gram bile kıramayacaklar seni.
Partinin bitmesini beklemeden kimseye hiçbir şey demeden öfkeyle ayrıldım bahçeden. Hızlı adımlarla odama çıktım asansörü bile beklemeden. Odamın kapısını kapattım, montumu yatağa attım ve hızla telefonumu açtım. Mesaj sayfasına girip telaşla Ege'ye yazmaya başladım,"Selam! Biraz durup geldim. Sanırım seni özledim." Hadi, hadi çevrimiçi ol. Telefonu elimden bırakmadan öylece ekrana baktım dakikalarca. Ege mesaja girmiyordu. Ya bir işi vardı ya da telefonda Berk'in sesini duyduğu için bozulmuştu.
"O duyduğun sesin sahibi sınıf arkadaşımmış. Öyle bir iki cümle konuştuk sadece..." Yazdım açıklamak ister gibi,
"Bu arada şoka gireceğin bir şey var! Hani şu bir ara konuştuğumuz grup var ya. Bizim Küçük Gezegenimiz. Oradan Koray, Doruk ve Merve de burada! Sana anlatacaktım ama fırsat olmadı."
Cevap ver, lütfen, cevap ver. Korkuyorum sanki. Sanki de değil, baya korkuyorum. Çünkü öyle bir duruma geldik ki gerçekten bir an onu odamızda tek başına bırakıp partiye inmişim gibi hissetmiştim ve şimdi de yanına gelmiş de onu odada bulamamışım gibi. Telefonun ekranını kapatıp yatağın üzerine koydum. Ve nedenini bilmediğim bir şekilde aklım aşağıdaki partide kalmış gibi cama doğru ilerledim. Camı aralayıp aşağı baktığımda aynı çocuğun masada hala dans etmekte olduğunu gördüm. Birden aşağı bakıp gülmeye başladım. Bunu izlemekten zevk alıyor olamazdım. Sosyal insanlara dönmek istemiyordum. Camı öfkeyle kapattım ve yatağıma döndüm. Elimi uzatıp ışığı da kapattıktan sonra yorganı üzerime çektim ve telefonumu açtım. Yorganın altında öylece Tumblr'da geziyordum. Bir an heyecanla doğruldum. Ege tam bir buçuk saat önce bir resim paylaşmıştı. Üzerinde, "Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç, başka şehirleri özleyelim orada seninle. Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar, ikimize yetmez." yazan bir resim. Özdemir Asaf'ın satırları... O an kendimi çok daha suçlu hissettim. O odasında tek başına oturup bize ithaf eden dizeler paylaşırken ben aşağıda eğleniyordum. Tamam, eğlendim sayılmaz. Yine de onu tek başına bırakmıştım. Bir kez daha mesaj sayfasına girip uzun bir özür mesajı yazacağım sırada çevrimiçi olduğunu gördüm. Kalbim hızlanırken mesaj yazmaya başladı,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3391 Kilometre
Genç Kurgu''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Yanımdaki insanlar görmezken beni, o bana imkansız olduğunu bile bile 'Sinemaya gidelim mi?' dedi...'' Aylarca sesini duymadığınız, yüzünü...