Hrysoula Stefanaki - Apo Mesa Pethamenos
Gece ayakucuna basarak çekiliyordu. Kimsenin haberdar olmadığı bu dar, sıkışık oda türlü nefesler ve yarım iniltilerle dolup taşıyordu. Aymayan günler ve batmayan bir gece üzerlerinde konaklarken daima aynı yerde aynı bilinmez köhne delikte birbirlerinin oluyor, gençliklerini ve tenlerini çürütüyorlardı.
Bu köhne delik istedikleri ve istemedikleri her şeydi. Halk arasında evleri, toplum içinde konaklayacak alanlarıydı. Bir süre – ne kadar olduğu bilinmez-, tenlerindeki kızarıklık geçinceye dek geceyle buluşan nefeslerini dinlediler. Bu büyük apartman, onların köhne deliği, çoktan uykuya yenik düşmüştü. Yaşlı ruhlar ve plaklar susmuş geriye derin nefesleri ve belki uzaktan, çok uzaktan tenlerini yalayıp geçen rüzgarın sesi kalmıştı. Tüm kırılganlıkları ve yaşanmışlıklarıyla çıplak tenleri bembeyaz şiltenin üzerinde uzanıp dururken derin nefesleri durgunlaştı. Kaşları ok gibi keskin olan çocuk uykunun kollarına çekilirken yanındaki terli ve yapış yapış tene istemsizce, frontal lobunun dürtüsüyle sokuldu kaşları durgunlaşıp yüzü usul bir hal alırken kendini bilinmezliğin kollarına bıraktı.
Uyanık kalan bir süre diğerinin sakin soluklarını dinlemeye ve içinde bulunduğu dünyayı bir yabancıymışçasına üçüncü ağızdan anlatmaya devam etti.
Rüzgârın tenini yalaması, onun tenini yalamak, ay ışığının üzerine uzanması, onun üzerine uzanmak. Fikirlerini böylesine romantize etmeyi yalnızca Jongin severdi. Umutsuz bir romantik ya da çaresiz bir âşık değildi. Aydınlık dünyası bu köhne delikte eriyip giderken kendini canlı tutmalıydı, gördüğü şeyleri bambaşka şekillerde hayal etmeliydi. Mesela çaprazındaki ahşap masa dört yıl öncenin kış hâsılatı çamlarından yapılmamış, Ikea'dan alınmıştı. Yatağın yanı başında duran çirkin lambaderi Sehun'un aptal öğrencileri yapmamış o da Ikea'nın yeni sezonundan alınmıştı.
Gözleri yorgunlukla kısılıp kanlanırken camı kapatabilmek en büyük arzusuydu. Sehun buna her ne kadar inanmasa da rüzgâr ona binlerce hikâye anlatıyordu ve Jongin şu an dinlediğinden hiç de keyif almıyordu. Uyku onu sırtlayıp bilinmedik diyarlara sürüklerken kanlanmış gözlerinden kırmızı sıvıların aktığını gördü.
"Çarşamba takımımı sen mi kaldırdın? Hiçbir yerde bulamıyorum."
"Havalanması için dün akşam sandalyenin üstüne atmıştın ya hatırlamıyor musun?" dedi kaşları ok gibi olan çocuk, teni bugünlerde hastalık geçiriyormuşçasına solgundu.
"Bugün ay ışığından bile solgunsun."
"Bir kez daha bana böyle aptalca şeyler söylersen yemin ederim bir daha seninle sevişmeyeceğim."
"Benimle seviştiğini kabul ediyorsun yani? En son duygusuz seks yaptığımızı söylüyordun."
"Sana seninle aşk yapmadığımı söyledim ve senin için nasıl işliyor bu bilmiyorum ama seninle bir duyguyla sevişmiyorum."
"Yani sadece sevişmiş olmak için mi sevişiyorsun?"
"Jongin saat sabahın altı kırk beşi ve bizim duş alıp işe gitmemiz gerek senin sabah melankolini çekemeyeceğim."
"İyi bundan sonra sabahları kendini banyoda çekersin."
Sehun üstündeki çarşafı sakince kaldırıp yalın bedenini hareketlendirirken Jongin onunla ilgili nefret ettiği şeyleri zihninde sıralamaya başlamıştı bile. Kaşları ok gibi olan çocuk daima sakindi, sesi hep tekdüze yaşantısı monotondu, hayatında hiçbir yenilik istemiyor sesindeki ufacık bir ton değişimine bile tahammül edemiyordu. Jongin kenarlarına "ç" harfi işlediği çoraplarını ayaklarından geçirirken onun sakin hareketlerini izledi. Bir kuğu gibi zarif ve atik diye geçirdi aklından. Sehun bunu duysa büyük ihtimalle kendini boğmak isterdi ama o bir şeyleri romantize etmeden yaşayamıyordu ve bugüne dek hiç kuğu gördüğü de yoktu.