8 Mart adına bende bir şeyler karalamak istiyorum;
Öncelikle; günde acaba bugün kaç kadın öldürüldü diye haberlere baktığımız, kadınların sadece bir sayıya indirgendiği, kadına şiddet haberlerinin kanıksandığı hatta normal görüldüğü bir ülkede 8 Mart diye bir günü kutlamanın mantığı ne olabilir gerçekten bilmiyorum. Yine de bu yazıyı 8 Mart vesilesi ile kaleme alıyorum. Belki birilerinin dikkatini çeker, birilerinin hayatına dokunur diye...
Doğduğumuz andan itibaren biz kadınlara erkeklerle eşit olduğumuz söylendi. Sadece bu sözü duymamız nedeniyle bile Atatürk'e minnet dolu olmamızın yanı sıra bunun hayatın çoğu safhasında sadece lafta kaldığını hepimiz tecrübelerimizle öğrendik. En basitinden her zaman erkekler ile kıyaslandık, iyi bir şeyler yaptığımızda"adam gibi olma" kavramının mutluluğunu yaşadık hepberaber. Bir ilişki de sen diğer kadınlar gibi değilsin, mantığını kullanabiliyorsun sözüne hangimiz sevinmedik ki? Erkeklerin kadınları aptal gibi gösterdiklerine dikkat etmeden daha kötüsü bunu fark edip bununla gurur duymaktan hangimiz alıkoymadı kendini?
Sırf cinsiyetinizden dolayı hiç mi istemediğiniz bir şey yapmaya zorlanmadınız ya da istediğiniz bir şeyi yapamadığınız hiçbir olay da mı olmadı?
Duygusal olduğunuzdan dolayı utandırıldığınız, basit bir insan muamelesi gördüğünüz bir anınızda mı yok?
Hiç olmadı; hanginiz"eşim bilir, beyim bilir, o olmadan karar veremem" sözünü kendisi kullanmasa bile işitmedi?
Farkında olmasakta cinsiyetimizden dolayı utandık, duygularımızdan dolayı nefret ettik hatta duygularımız olduğu için aşağılandık ve "daha profesyonel davranmaya davet edildik... bunları yaşadık, bunları yaşıyoruz.
İşin kötü yanı bunların farkında bile değiliz...
Kendimizden vazgeçeli ne kadar zaman oldu bilmiyorum ama vazgeçtik kendimizden, kendimize ait olan gücümüzden.
Toplumun oluşturduğu kalıplara girdik hepimiz,öyle birden değil, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra geçtik toplumun nezdindeki ideal kadın tiplemesine
İstediklerimizi yapmamaya, yapamamaya başladık. Kızlar "onlarla" uğraşmaz dendiği için, engellendik aile tarafından kıza uygun bir uğraşı alanı değil diye.
Belki küçükken gittiğiniz spora devam edemedik annemize ev işlerinde yardımcı olmak için belki de evlendikten sonra kocanız izin vermedi yaptığınız faaliyetlere, kim bilir belki de babamız kopardı bizi, o canınızdan çok sevdiğimiz, uğraşı alanımızdan...
İnsan büyür,istisna olmadık, bizde büyüdük, okula başladık ilk kademelerde sıkıntı yoktu. Eğlenceliydi bile denilebilir. Ergenliğe girene kadar sıkıntı yaşamadık. Sonra bir gün kırmızı bir lekeyle uyandık. Önce korktuk, acaba ölümcül bir hastalığa mı yakalandık diye, sonra ailemize söyledik. Neden olduğumuzu anlayamadığımız bir şekilde kızdılar bize, belki biraz daha eğitimli olanlarımız bize bunun doğal bir süreç olduğunu açıkladı. Yine de bu gelişmeden çok mutlu olmadılar.
Doğurganlığı temsil eden, eski dinlerde tanrıçalıkla özdeşleşen bu olaydan utanmamızı sağladılar. Erkek olan duymamalıydı bunu, tiksinmemeliydi. Utanacak bir şeydi regl olamak, yine de oluyorduk. Tanrının bir laneti gibiydi bize karşı, hem canımız yanıyor hem de utanıyorduk bu durumdan
Ve böyle başladı özgüvenimizi yitirme sürecimiz; yeterince iyi olmadığımıza, utanılacak varlıklar olduğumuza inandırıldık. Bomboş yaratıklara döndürüldük. Bundan sonra karşımıza iki seçenek çıktı, farkında olmadan hangisi bize daha çok uyuyorsa onu seçtik,
Bazılarımız erkek budalası oldu, erkeklerin peşinde pervane oldu ve kendini kimliğini kaybetti.
Bazılarımız erkek düşmanı oldu. Nefret etti onlardan...
Ne olursa olsun seçtik birisini devam ettik yolumuza
Ve bir gün karşımıza beyaz atlı prensimiz çıktı
Benzer şeylerden hoşlanıyor, birbirimizle vakit geçirmekten zevk alıyorduk. Sonra
Sonra ne mi oldu? Özgüvensizliğimiz yüzünden bizi terk mi etti? Yoksa bunu kullanarak üzerimizden çıkar mı elde etti?
Belki de bunların hiçbiri olmadı. Ama bize karışmaya başlamadı mı? Emredici bir tavırdan söz etmiyorum, buna gerek kalmadı zaten, sadece sevdiklerini bize söylemesi yetti çoğu zaman, biz söyledikleriyle birleştik. İstediği kişi olmak adına kendimiz olan kısmımızı da onun için feda ettik. Kendimizi onun koruyucu melekliğine adadık. Onun "mükemmel kız arkadaşı" olduk. Gün geçtikçe bağlandık ona, çünkü bizi mutlu ediyordu başka bir ifadeyle çocukluğumuzda başlayan ve ilerde artarak devam eden özgüven eksikliğimizi unutturuyordu bize. Bir bütün gibi hissetmemize yardımcı oluyordu. Gerisi hepimizin bildiği hikaye, kendimiz olmayı unuttuk yavaş yavaş, değiştik. Değiştirmeye çalıştık. Mutlu olmamaya başladık çünkü biz o kadar emek verirken karşımızındakinin ilgisizliği bizi mutsuzluğa sürükledi. Daha fazla bağlandık ona, kendimizden en ufak bir parça kalmayana kadar bağlandık hemde
Sonra terk edildik. Ağladık, sızladık
Bunun sevgi olduğunu düşündüğümüzden dolayı bu kadar sevmemize rağmen bizi nasıl terk ettiğini anlamaya çalıştık
Nefret ettik erkeklerden
Sonra bir gün beyaz atlı prensimizle karşılaştık
Ve döngü yeniden başladı
Fark edene kadar sürecek sonsuzlukta bir döngüydü bu.
Kendimiz olana kadar, kendimize güvenmeye başlayana kadar sürecek bir döngü
Döngüyü fark edebilmeniz, her zaman kendiniz olabilmeniz dileği ile
Bu yazıyı ne olursa olsun kendisi olan tüm dünya kadınlarına ithaf ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Döngü ve 8 Mart
Non-Fiction8 Mart üzerine alelacele karalanmış, bir iç dökme bir günah çıkarma niteliğinde bir yazımsı.