Yaklaşık bir ay süren bir yolculuktan sonra Kemal Amca, Datça’ya varmıştı. Osman, avukatlık hayatında pek başarılı olamamıştı. O da Coğrafya öğretmeni olmuştu. Datça’da özel bir lisede çalışıyordu.
Kemal Amca, emekli olmadan birkaç gün önce Mithat’ı görmüştü. Mithat, Osman’ın çalıştığı okulun adını vermişti. Kemal Amca, Osman’ın çalıştığı okula gidip adresini aldı.
Evi buldu. Zili çaldı. Kapı genç bir insana bile kalp krizi geçirtecek kadar yavaş, gıcırtılı bir biçimde açılıyordu. Osman, Kemal’i görünce tıpkı o mezuniyet balosundaki “Vallahi mi?” kaşındaki gibi şaşkın bir yüz ifadesiyle:
-Kemal, deyiverdi.
İçeri geçtiler. Osman:
-Aç mısın? Hanıma söyleyeyim, bir şeyler hazırlasın.
-Bir kahvenizi içerim.
-Halide, bize iki kahve yapıver. Eee, Kemal seni hangi rüzgâr attı buralara?
-Rüzgâr atmadı, kendim geldim. Kafamda bazı sorular var. Cevabını almak istiyorum.
-En son görüştüğümüzde…
-En son görüştüğümüzde sana tokat atmıştım.
-Yine insaflıymışsın. Ben olsam kendimi öldüresiye döverdim.
-Neden bana bu işin olamayacağını düğün günümden önce söylemedin?
-Kemal, o işin öncesi Feridelerin mezuniyet balosuna dayanıyor. Feride ve Enis dans ederken, sen Halide’yle dans etmeye başlayıp eş değiştirmiştiniz. Sonra Enis, Halide’yle dans etmemişti. Çünkü senin bilmediğin ama Enis’in bildiği bir gerçek vardı.
-Bir tane mi? Mithat’la küsmenize neden olan olayı da ben bilmiyordum, Enis biliyordu.
-Devam edeyim mi?
-Et, buraya gerçekleri öğrenmeye geldim.
- Enis yanıma geldi. “Görüyor musun?” dedi. “Neyi?” dedim. “ Feride, benimle olmadıkça Halide bana kalıyor. Senin Halide’yi sevdiğini biliyorum. Onlar ayrılmalılar .”
“ Çok geç. Feride ile Kemal, Temmuz’da evlenecekler.”
“ Temmuz’a kadar ben Feride’nin aklını karıştırırım. Sen Halide’nin benim değil, senin olmasını istiyorsan benden taraf ol.”
-Osman, bölüyorum ama Mithat’la küsmene neden olayı bilmesinin sebebi de senin Halide’yi sevdiğini bilmeseydi, değil mi?
-Kesinlikle.
-Az önce seslendiğin Halide…
-Evet, o Halide, derken Halide elinde kahve tepsisiyle gelir. Gayet sevecen bir tavırla:
-Aa, Kemal! Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Nasılsın? Neler yapıyorsun?
- Hâkimliğin güzel yanı… Mahkeme kararıyla yaşımı büyütüp emekli oldum.
- Valla iyi olmuş çıkıp gelmen, birazdan da senin de tanıdığın misafirlerimiz geliyor.
- Aa, ben onları tamamen unutmuşum, dedi Osman. Birazdan küçük kıyamet bizim evde kopacak herhalde.
Kendi çaldığında kafasında “Ne diyeceğim, ne soracağım, nasıl soracağım?” gibi düşünceler geçtiğinde zilin “Kerimoğlu Zeybeği” çaldığını duymamıştı Kemal Amca. Kerimoğlu Zeybeğinin türküsünün hikâyesi, dostluk temalıdır. Kemal Amca için ne kadar ironiktir ki bu türkü, en yakın arkadaşının evinde en büyük düşmanı ve kendisini düğün günü çekip giden eski sevgilisi (aynı zamanda da en büyük düşmanın karısı) çalıyordu.
Kemal Amca, Osman’la yüzleşmeye hazırdı. Enis’le yüzleşmeye hazırdı. Ölüm meleği Azrail’le bile yüzleşmeye hazırdı ama Feride’yle değildi. Enis ve Feride, Osmanlara yanında sekiz yaşında bir misafir getirmişti. O misafir de Kemal Amca’nın peşinde düştüğü otuz bir yıllık bu sonuç alınamayacak davanın açılmasına neden olan Kerim’di. Kerim, Enis ve Feride’nin oğluydu. Feride:
-Kemal
-Feride
-Ne arıyorsun burada?
-Sürekli kafamın içinde dönüp dolaşan soru işaretleri, bir “Neden”ler sürüsü var beynimde. Bu “Neden”lerin yarısı Osman’la, yarısı seninle ilgili.
-Cevap verebilir miyim, bilmiyorum.
-Neden Feride, neden duygularımla oynadın?
-Kemal, çok özür dilerim. N’olur özrümü kabul et!
-Kabul et…
Kara gözlü Feride otuz bir yıl gecikmiş bir özrünün kabul edilip edilmeyeceğini öğrenmek üzereyken ecel, kalp krizi bahanesiyle Kemal Amca’yı dünya üzerinden almıştı. Kemal Amca, kavuşmak için uğraştığı Feride’ye kavuşamadı ama öldüğünde kavuşmak için uğraşmadığı o mavi gözlü Feride’ye kavuştu.
Kara gözlü Feride, özrünün kabul edilip edilmediği cevabını öğrenemedi. Aslına bakarsak bütün insanların asla cevabını öğrenemeyeceği soruları vardır. Ama bu soruların çoğu, sorulmaktan korkulduğu için cevabı alınamayan sorulardır. Kerim de sonunu bildiği bu hikâyenin başını ne annesine ne de babasına soramadı. Bu hikâyede gerçeklerden korkmayan bir kişi vardı o da Enis. Muzaffer insanlar, gerçeklerden korkmazlar çünkü.
Kemal Amca’nın gömülmek istediği yeri tek bilen insan Mithat, duyunca cenazeyi İstanbul’a aldırdı. Kemal Amca, Feride’nin mezarının yanına defin edilirken Enis düşündü: “ Kemal, ben senin için hiçbir zaman kötü düşünmezken birden en büyük düşmanın oluvermişim. Düğün gününde sevdiğini çaldım senden. Hakkını helal etmezsin herhalde.”
Mezarcı Recep, Osman’a: “ Yaşarken de buradaydı, ölürken de. Mithat’ın anlattıklarına göre de onu yaşarken de siz gömmüşsünüz, ölünce de siz gömüyorsunuz.”
“ Kemal’e hakkını helal et demek için çok geç ama bari sen helal et be Recep Ağabey.”
“ Helal olsun.”
Ve cenazeden sonra bir hafta İstanbul’un keyfini çıkarıp Datça’ya döndüler. Kemal ile Feride’nin yapmasına engel oldukları şeyi yaptılar. Hayata kaldıkları yerden devam ettiler.