Hayat bir oyun ise ben hangi taraftayım? Kazananlardan olmadığım kesin, sevilenlerden ve mutlu olanlardan da değilim. İçime atanlardan olduğumu düşünüyorum. Fiziksel olarak değil de ruhen taşıyamayacak şeyleri yüreğime atar bir zaman onların bende bıraktığı enkazı onarır ve hayatıma devam ederim. Hayat demişken, yaşantımın hayat ile alakasının var olduğu da farklı bir muamma zaten. Dört duvarın arasında hapsolmuş gibi hissediyorum ve en kötüsü de oradan çıkabileceğim bir kapı yok. Karanlık her yer ve ben karanlıktan korkarım.
Gecenin karanlığının altında yüzüme vuran rüzgara inat olduğum yere sinmiştim. Masanın üzerinde duran henüz bir kaç yudum alınmış kahve ise buz gibi olmuştu. Binalardaki ışıkların çoğu sönmüştü.
Aslında yaşanacak o kadar çok paylaşılacak o kadar güzel anlar var ki fakat vaktimizin kıymetini bilmiyoruz. Yaşayacaklarımızı değil yaşadıklarımızı düşünerek öldürüyoruz vaktimizi. Bir de bakmışız ki bize verilen süre dolmuş. O yüzden sevin. Hayatı sevin, insanları sevin, doğayı sevin, hayvanları sevin. Uğurlu bir rakamınız olsun, sevdiğiniz bir adam olsun. Ama adam olsun. Öyle lafta değil. Sevdiğine sahip çıkan onu canından çok koruyan, saçının teline zarar gelmesinden korkan.
Sizi böyle seven biri varsa şanslısınız. Ben bu zamana kadar hiç kimseye karşı böyle bir sevgi beslemedim. Hayatta her zaman önceliklerim oldu. Derslerim benim için her şeyden önce geldi. Kız kardeşim kanser hastası olduğu için onunla ilgilenmem onun bakımını yapmam gerekliydi. Ama kendime vakit ayıramadım. Sinemaya en son ne zaman gittim hatırlamıyorum. Arkadaşlarımla en son 2 yıl önce kafede oturup bir fincan çay içtim. Uzun süre sonra bir kişide takılı kalmıştım. Onun farkında bile değilken Buse ne kadar çok yakıştığımızdan girip çocuğun çetelesini çıkarıp her şeyi ortaya dökmüştü. Bir anda her teneffüs onu izlerken bulmuştum kendimi.
Bir süre sonra bu izlemeler yine Buse sayesinde şeytani planlara dönüşmüştü. Öğle arasında Buse beni merdivenlerden itmiş ve Osman'ın üzerine atlamış ve kollarımı omzuna dolamıştım. En başta ne olduğunu anlamayıp kurbanlık koyun gibi bir bana bir arkadaşlarına bakmış sonra kollarımdan tutup "Dikkat etsene kızım" deyip beni üzerinden atmasıyla büyük macera sonlanmıştı. Onlar hızlı adımlarla bizden uzaklaşırken Buse anında analizlerine başlamıştı bile. "vay anasını o boy neydi öyle deve kuşu mübarek, havalar nasıldı yukarıda?" Elim ayağım titriyordu "istersen bir ara sende çıkarsın" dememle kahkahayı patlatıp koşar adım uzaklaştık olay yerinden.Bu olaydan sonra resmen köşe kapmaca oynamıştım. Olabildiğince ortalarda dolanmamıştım. Birinci sınıflardan birkaç kişi bu olayı görmüş ve ister istemez okulda yayılmıştı. Sevgili olabileceğimiz hakkında dedikodular alıp başını gitmişti. Bu sayede bir grup düşmanımız olmuş ve her fırsatta bize laf atıp , ezmeye çalışmışlardı.
Buse ile büyük teşkilat kurmuştuk ve bu gün çıkışta caddenin başındaki kafeye gidiyorduk. Yani maksat hava almak. Kesinlikle Osman ve grubu orada oturup nargile içecekleri için değil. Çıkış zilinin çalmasıyla fırlamıştık. Amaç onlardan önce gidip takip ediyor izlenimi yaratmamaktı. Artık nasıl koştuysak dört dakika içinde gelmiştik. Hemen siparişleri verip saçımızı başımızı toparladık. Garson soğuk içecekleri getirdiğinde onlar daha anca gelebilmişti. Gözüm aralarında Osman'ı ararken o zaten beni görmüş ve bir şeyler mırıldanmıştı. Hemen kafamı önüme eğip nefes egzersizleri yapmaya başladım. Buse'nin ayağıma attığı tekme ile kendime gelmiş ve ufak bir zıplayış yaşamıştım. "Şimdi narin bir şekilde kalkıp lavobaya gidiyorsun , geçerkende Osman'a bakış atıyorsun anlaştık mı kanka?" Tabi anlaştık. Sana konuşması kolay hanımefendi. "Ben sana 'şimdi' dediğim anda kalkıyorsun tamam mı?" Hafifçe başımı salladım. Şu an direk karşısındaydım. Ve birazdan nargile içeceklerdi. Buse'nin sesini duyduğum anda kalktım. Fakat ani bir kalkış yapmış olmalıyım ki tüm gözler kısa bir süreliğine bana döndü. Buse'nin bana attığı küçümseyici bakışların arasında küçük adımlarla masaların arasından ilerledim. Osman'ın yanından geçerken ne yapacağımı şaşırmış ve ilk aklıma gelen şey olarak saçımı savurmuştum. Sadece Osman'ın dönmesini isterken tüm masa beni izlemeye başlamış bu sayede elim ayağım iyice birbirine girmiş ve çapraz adımlar atarak kalan yoluma devam etmiştim. Lavobaya girdiğim gibi aynadaki yansımama bakmamla dehşete düşmüştüm. saçlarım birbirine girmiş ve yüzüm salça gibi kızarmıştı. Yüzüme soğuk su çarpıp saçlarımı bir şekle sokmaya çalışmıştım. Bir kaç provadan sonra lavobadan çıkmayı başarmış bir kuğu misali süzülerek ilerlemeye başlamıştım. Masaya sağ salim oturduğumda derin bir iç çektim."Kızım o yürüyüş ne öyle leylek gibi azcık kibar olsana" demesiyle olmayan motivasyonumu tek hamlede yemişti. "Bu arada Osman derken tüm masa içine düştü" deyip kendi söylediklerine gülmeye başladı. Nargile içmeye başlamışlardı. Ben birazdan kayıp gidecektim. Bir anda yan masadaki genç bir adam yüksek sesle konuşmaya başladı. Birkaç fısıdaşmadan sonra herkes adama odaklandı.
"Bakın sevmek öyle cümlelerde filmlerde gördüğünüz gibi bir şey değil. yani öyle birkaç sevgi mesajı, birkaç gece, birkaç sahiplik fotoğrafları falan öyle değil. Daha farklı. Mesela onu görünce hızlanan kalbiniz değil. Her adımda ona yaklaşma, onu görme hissidir sevmek. o adımları onun için atmaktır. Bir sokak arasında elini tutmak, elini tutmak değildir sadece. Benimsin diyebilmenin dışa vurulmuş halidir sevmek. Beraber içilen sigarayı küllükte söndürüp bunu fotoğraflamak değildir. Onun ciğerinden çıkan o zehri bile ciğerlerinde hissetmektir. O masada yanan şeyin sadece sigara değil, ciğerleriniz olduğunun bilinciyle içmektir o sigarayı. Rakı içelim, güzelleşelim mantığıyla içilen rakı değildir. Suyla karışınca rengini kaybeden, ortaya farklı bir renk çıkan, birleşmenin, bütün olmanın bilinciyle içilen rakıdır, sevmek. Birlikte fotoğrafı olmadığı halde, "olsun abi, ben onu hayal ediyorum... varmış gibi davranıyorum" demektir, sevmek. Üstünden günler, aylar, yıllar geçmesine karşın, nefretle değil, hala, her şeye rağmen ilk günkü gibi bakabilmektir. kokusunu kilometrelerce öteden alabilmektir. Damarlarında akan kanda hissebilmektir, sevmek. Öyle çevresindeki üç beş insandan kıskanmak değil demek istediğim. Esip tenine vuran rüzgardan kıskanmaktır, sevmek. Keşkelerde değil, iyi ki'lerde saklayabilmektir. İhtişamlı sevmeleri geçelim. Sevildiği için kendiyle onur duymaktır, sevmek. Bir meyvenin olgunlaşmasını beklemek değil, düşüp onun toprağına karışmaktır. Sadece sevinçlerine, mutluluklarına değil, kötüsüyle iyisiyle her anında yanında olmak, olmasan da yanındaymış gibi hissettirmektir, sevmek. Dinlediği müziğin sözlerinde anlam aramak değil, o müziği onunla yaşamaktır. Onu hep yanında istemek değil, kötü anında bile bir adım uzağında olmaktır, sevmek. Siz sevmeyi değil, sevginin anlamını bilmiyorsunuz. Gözle değil yürekle oluyor o".
Öyle bir içtenlikle konuşmuştu ki içimden sanki bir şeyler kopup gitti. Bir ara Osman'a döndüm parmaklarıyla oynuyordu. Onunda düşünceli bir hali vardı. Tekrar Buse'ye döndüm. Etrafta adamı alkışlayanlar ve övgü dolu sözler yağdıranlar, tezahürat yapanlar vardı. Osman ayaklanmış çantasını sırtına atıp koşar adım çıkıp gitti. Az önce ki adama döndüm. Belki de en güzel o sevmişti. En içten...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ERÇİL
ChickLitDiyelim ki seni önemsemeyen birini çok seviyorsun. Diyelim ki, o kadar çok seviyorsun ki, onun için büyük fedakarlıklar yapabilirsin. Bütün bunları biliyor ve seni önemsemiyor. Mesela; senin değer verdiğin hiçbir şeye, o değer vermiyor. Senin göze a...