25. BÖLÜM

486 16 0
                                    

ASIL KAHRAMANIMIZ DAMLA'DAN

Yaşadığım şeyler hiç kolay değildi ama ben bu zorluğun içinde mutlu olmak istiyordum.

Arkadaşlarım, kardeşim beni bırakıp gittiler. Onlarca itin kopuğun yanında bırakıp gittiler. Ama onlarda haklılar, benim yüzümden burada duramazlardı herhalde. Artık burada hiç kız yok. Yalnızım... Hayır hayır rütbeli hâlâ yanımda ama o benim sevgilim. Benim arkadaşlarım, dostlarım 'kara gün dostlarım' beni bırakıp gittiler. Ben Zerrin'siz ya da Yağmur'suz ne yapacaktım? Yine kardeşimden ayrı düşmüştüm. Umarım onların başına bir şeyler gelmez...

Tabii ki AŞKımı bırakıp gidemezdim. Onu bırakıp, unutmaya çalışarak vakitlerimi geçiremezdim. Boşa uğraşırdım yani.

Dünkü olanlardan sonra, rütbeli ile beraber aynı odada kalmaya başladık. Buna mecburduk. Onlarca erkeğin arasından tek güvendiğim kişinin yanında kalmam en mantıklı şeydi.

Geceden beri sarılarak oturmuştuk. Daha sonra ben onun omzunda uyuya kalmıştım. Uyandığımda, kendimi yatakta bulmuştum. Rütbeli ise koltukta yatıyordu.

Dünkü saçmalığı yaparak başına çok büyük bir iş açmıştı. Adını yeni öğrendiğim Komutan Sayk'in, buraya geri döndüğünde kendisine ne diyeceğini düşünüyordu. En önemlisi ise nasıl bir açıklama yapacağını düşünüyordu.

Ben ona bakarken o, bir yerlere dalıp gitmişti ve çok tatlı görünüyordu.

"Damla?"

"Hı?"

"Ben ne yapacağım?"

"Bunu o olayları yapmadan önce düşünecektin."

"Off! Aslında hiç pişman değilim."

"Neden?"

"Yanımdasın..."

Bu sözlerin ardından yüzümde büyük bir tebessüm yayıldı. Bayılıyordum bu adama, beni sevişine, beni isteyişine...

Ama ben de onun için korkmadan edemiyordum. Komutan Sayk'in ne yapacağı belli olmazdı. Bu olaylara ben sebep olduğuma göre, bana da yapacaklarından bir pay çıkarırdı.

"Hiç paramızda kalmadı ki." dedi rütbelim.

"Parayı ne yapacaksın?"

"Köle pazarından birkaç tane kız alırdım. Hiçbir şey belli olmazdı."

Bu sözleri duyduktan sonra aklıma Yağmur geldi. Buraya köle pazarı sayesinde gelmişti. Kim bilir, şu an ne haldedir.

"Yapacak bir şey yok. Başa gelen çekilir." dediğinde başımı rütbeliye çevirdim.

"Merak etme, her şey düzelecek."

"Ya asıl benim korkum, sana zarar gelmesinden."

"Bir şey olmaz."

"Umarım..."

Ben, onun yakışıklı suratında gözlerimi gezdirirken, birkaç el silah sesi duydum. O sırada rütbeli birden ayağı fırladı. Ben ise korkudan ne yapacağımı bilmiyordum. Silah seslerinden korkuyordum çünkü tüm ailemi elimden almıştı. Rütbeliyi de alırsa, ne yapardım ben?!

"Damla!"

Omzumdan vurulmuştum ve acısı... Tarif edilemezdi. Ben çaresizce rütbeliye bakarken o, bir bana bir de etrafına bakıyordu.

"Nereden geldi?! Kurşun nereden geldi?!"

"Bi-bilmiyorum!" acıdan bağırmıştım.

Dışarıdaki silah sesleri kesilmemişti. Rütbeli kapıya doğru yöneldiğinde, kurşunun camdan geldiğini anladım ve cama doğru işaret ettim. Rütbeli bunu görünce arkasını döndü ve cama baktı. Cam delinmişti. Cama doğru ilerledi.

"Allah kahretsin!"

Artık dayanamayacaktım. Kolumdan acayip derecede acıyordu ve kanıyordu.

RÜTBELİNİN GÖZÜNDEN

Kahrolası!

Kim oluyor bunlar ya!

Bu cesareti kimden alıyorlar!

Kendilerini bir b*k sanmış herifler!

Analarını s*kicem haberleri yok!

İşe yaramaz askerlerim isyan başlatmışlardı. Bir o tarafa bir bu tarafa, ellerindeki silahı savurup ateş ediyorlardı.

Askerlerin yanına gitmek için kapıya yöneldiğimde Damla'nın bayıldığını gördüm. Benim yüzümden çektikleri yetmiyormuş gibi bir de vurulmuştu. Her şey benim baş belası aşkım yüzünden başlamıştı. Sevdiğim insanlar hep benim yüzünden zarar görüyordu.

Şu an Damla'yı odadan çıkaramazdım. Her an başına bir şey gelebilirdi.

Odadan çıkıp, hızlı adımlarla dışarıya çıktım. Karşımda büyük bir topluluk duruyordu. Bu kadar çok asker var mıydı burada ya?

"Heey! Ne yapıyorsunuz siz?!"

"Asıl sen ne yapıyorsun komutan?"

"Kimsin lan sen? Doğru konuş! Karşında komutan duruyor!"

"Komutansan komutanlığını bileceksin!"

Belimdeki silahı çıkarıp adamın bileğine sıktım. Karşımda cesaretle duran adam, acıdan kıvranmaya başlamıştı.

"Bir daha söyle bakayım." dedim, yerdeki sızlanan adama.

"Bedelini çok pis ödeyeceksin!"

"Sen hâlâ konuşuyor musun?!"

Ahhh! Birden bacağımda büyük bir sızı hissetmiştim. Bacağıma baktığımda kanlar aktığını gördüm. Bu tür şeyler beni pek etkilemezdi ama sonuçta insan canı tatlıdır. Biraz sızladım, ama yığılmadım.

Bir başka asker elindeki silahı ağzına yaklaştırıp, namulunun ucuna üflemişti. O kadar çok sinirlendim ki... Bacağımdaki sızıyı unutup ona doğru ilerledim ve dudağını patlattım.

"Siz kimden cesaret aldınız ulan! Bu da neyin nesi?!"

"Senin aşk hayatınla uğraşamayız, kızların hepsini gönderdin! Bizim payımıza düşen ne!" bileğine sıktığım asker söylemişti bunları.

"Ulan! Ulan, bunun için mi ha?! Bunun için mi böyle yaptınız?! Bana bakın lan itler! Etrafa bakın, burayı hepimiz bu hale getirdik lan! Etraf kız kaynıyor, gidin alın beğendiğinizi!"

"Sen alacaksın komutan sen! O kadar para var sende!"

"Para mara yok bende! Ne haliniz varsa görün! Şimdi dağılın!"

Sinirden kan beynime sıçramıştı. Olamaz! Damla'yı unuttum!

Koşarak odaya gittiğimde, Damla hareketsiz bir biçimde yerde yatıyordu. Omzundan hâlâ kanlar akıyordu. Endişelendim ve elimi nabzına koydum. Fakat endişelenmem yersizdi. Sonuçta omzundan vurulan bir kişi ölmezdi herhalde. Karargahta yardım malzemeleri bittiği için, Damla'yı kollarımın arasına aldım ve odadan dışarıya çıktım. Askerlerin çoğu hâlâ dışarıdaydı ve kucağımdakinin neden kanlar içerisinde yattığına anlam veremiyorlardı. Etrafımdakileri pek düşünmeden Damla'yı zırhlı aracın arka tarafına koydum ve aracı sürmeye başladım...

 RÜTBELİNİN ESİRİ (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin