Gece indiğinde küçük, kara bir panter gibi bahçe duvarlarını dolaşır bir kedi. Başını kaldırdığında ışığı yanan tek pencereyi görür. Kediler sokakların yalnızıdır hep, ışığı yanan pencereleri gözlerler. Kediler bilir, yalnızlık gece kadar soğuktur.
Karanlık bir adam, yaşlı binaların balkon demirlerine tırmanır. Sonra yine karanlıktan faydalanıp gözden kaybolur. Alaycıdır sokağın hırsızı, cesurdur. Her gün bir evi soyar da kimse yakalayamaz. Sanki görünmez olup izlemektedir, evinden ayrılanı, bir yere gideni. Hatta kimin ne zaman, nereye gideceğini bilir hırsız. Herkesi bilir, tanır da bir tek sokaktakiler onu tanıyamaz, bulamaz, göremez.
Her sokakta kendini oranın sahibi sanan birileri vardır. Kocaman aracıyla gelip, kaldırımları işgal eder, uzun paltosunu uçurarak camlı bir kapıdan girer, gözden kaybolur. Cebindeki, çantasındaki banknotlar her gün biraz daha çoğalırken, sokağın taşları bir şeyler fısıldar da, duymazdan gelir. Sokağın hırsızı, gizlice izler, büyüyen intikam ateşini söndürmek ister. Yanlış yerlere, yanlış pencerelerden girer.
Sokak hep sessizdir, uykuda gibidir gündüz ve gece... Çünkü yorgundur, emeklidir artık yaşamdan, coşkudan ve telaştan. Yaşlı adamlar hep pencereden bakar. Gördükleri aynı asfalt mıdır, aynı bahçe duvarları, aynı ağaçlar? O yaşlı adamlar bir ömür görürler belki o dev çamlarda, paslı demirlerde, birbirinin neredeyse üstüne çıkmış araçlarda... Geçen güzel günler belki de geçmemiş, bahçenin çimlerine çöküp kalmıştır da, sadece onlar görebilirler. Çocuk cıvıltıları, gençlik aşkları, kabarık etekli, kolsuz bluzlu genç hanımların küçük, zarif, hızlı adımlarıyla dolu olduğu eski zamanlara bakarlar.
İnce ince, uslu yağmurları vardır sokağın. Dizeler gibi tek tek yağan, birleşip bir şiiri oluşturan. Bulutlar bir dağ başını andırırcasına alçaldığında, uzaklardaki şehir ışıkları belirginleşir. Yıkanır her şey bir bir, karşı bahçelerin asmaları, çamların iğne araları, çınarların dalları, eski kömürlüklerin artık yürünmeyen yosun tutmuş yolları, paslanmış kapı numaraları... Yağmur biraz daha sessizleştirir sokağı...
Bahar her yıl, hiç sektirmeden gelir ve gezinmeye başlar. Geceleri tomurcukları büyütür, yaprakları gizlediği yerden birer birer çıkarmaya başlar. İnsan elleri kedileri besler, hiç bıkmadan, sektirmeden, her gün... Kediler, doğal dengeye saygılı insanlarla yaşadıkları, kısırlaştırılmadıkları için şanslıdır ve bahar onlara da dokunur. Türün devamı için söylenmesi gereken şarkılar yeniden başlar.
Yaşlı adamlar pencerelerden çekilip, bahçelere otururlar. Bilmem kaç yıldır yaptıkları gibi yine leylakların açmasını, eriklerin ilk meyvelerini, ayvanın çiçeklerini izlerler. Ta ki güz gelip, yapraklar dökülene dek...
Birileri taşınır, başka birileri gelir. Kimi sürekli bir yere giden ve dönen bir kadındır, kimi daha yerleşmeden siyah perde çeker pencerelerine. Karşısındaki pencerelerde yaşayanlar kendilerinden kuşku duyar, hatta utanırlar. Güneşin ışığına bile tahammülü olmayanların beynine nasıl girecektir aydınlık? Ait olduğu ikliminden uzakta büyümüş dev incir ağaçları bile utanır siyah perdelerden... Oysa o inancın örtüsü değil midir bir incir yaprağı? Sokağın insanları bakışlarını kaçırır o siyah perdelerin karanlık insanlarından.
Bir kadın hep bir yerlerden döner. Bir kadın hep yeni taşınmıştır her yere... Sokaklardan uzaklarda yaşamıştır ve sever sokağı. Gözleriyle, elleriyle sever, çamların kabuklu gövdelerini, leylağın cılız dallarını, çiçekleri solmuş kasımpatıları... Giriş katın yaşlı adamı izler kadını... Tülleri olmayan bir pencerenin arkasında, görünmekten çekinmeden, dimdik durur ve izler. Kadın ne vakit kapıya yaklaşsa anahtarını çıkarmaya gerek kalmadan, içerden bir yerlerden, bir el otomatiğin düğmesine basar. Kapı açılır ama aralanmaz gizem, öylece kalır.
Çamaşırları vardır sokağın, beyaz, renkli... Her biri rüzgârda uçuşur, kimliksiz, aidiyetsiz, sıradan... Oysa birkaç saat önce bir bedenin kokusu, sıcaklığı sinmiştir. Bir yaşamın kaygısı, bir karakterin seçimidir. Belki son parayla alınmış bir kazak, belki yıllardır giyilip eskitilememiş bir çamaşır. Ne zaman ki yıkanmış ve mandallanmıştır bir tele, ne zaman ki kokular silinmiştir, kimliksizdir artık.
Düşleri vardır sokağın, uzak deniz iklimlerinde gezinen... Sonra geri gelip, küçük metal dolaplardaki karmaşık kablolardan aygıtlara yerleşen... Bir yerde, birilerinin yaşamlarını yazar bir adam, sokakta bir kadın çığlık çığlığa okur. Kimi zaman uzun bir koridorda duvara yaslanıp, başını yere eğer. Bir erkek sesinden, tuhaf bir şarkı çınlar, ünlü bir şair, şarkının en olmadık yerinde sorar: 'Artakalan?' kadının gözünden damlayan birkaç incinin farkındadır sokak. Beyaz camda durur, yaşamı yazanlar. Beyaz camdan anlatır, bakar, uyur, sever, kızar, susarlar. Ta ki o metal, küçük dolap görevini yapmayı bırakıncaya dek... Dolap birbirine bağlar aygıtları, insanları, satırları, satır sonlarındaki noktalama işaretlerini... Her sokağın bir dolabı vardır. O dolaplar susarsa, insanlar da susar.
Bir sütçüsü vardır sokağın. Haftada bir gün uğrar. Hep aynı gün, aynı saatte... Disiplinlidir sütçü, iyi giyimli, güzel konuşan, nazik. Her sokağın sütçüsü, sokağın bulunduğu semte göre farklılık gösterir. Seçkin yerlerin sokaklarındaki sütçüler, sokağa yakışır bir hal ve tavırdadır. Oysa taşıdıkları hep, birkaç litre köy özlemi, bir parça saman ve tezek kokusudur. Biraz da türlü katkı maddeleriyle insan türünü kanser yapıp, kitleler halinde öldürmeye çalışan iktidar ve şirketlerden biraz olsun korunma arzusudur. Semt neresi olsun insanlar bunlar için sütçüye seslenir. Kılık kıyafetin, sözcüklerin önemi yoktur. Ama sütçüler bunu bilmez. Onlar olanca masumiyetiyle girdikleri sokaklarla uyumlu olmaya çalışırlar. Sokak her defasında gerek olmadığını yineler ama duymazlar.
Bu sokaklara, daha sokak bile olmadan, birileri tarih öncesindeki zamanlarda intikam tohumları serpmiştir. Hep büyür o tohumlar. Kökü kazınamaz, önü alınamaz, soyu tükenmez. Sokaklarda hep birileri, o günün geleceğini, devranın döneceğini, birilerinden hesap sorulacağını haykırır. Sonra onlar susar, başkaları aynı şeyi söyler, sonra bir diğeri, bir diğeri... Bu güzel topraklarda bir tek anaların yazgısı değişmez. Hep ağlar analar, yüzyıllardır hep ağlar. Bir bitmeyen intikam döngüsünün tanığıdır analar. Tanrılık, Tanrıçalardan alınıp, erkeklere verildiğinden bu yana bu toprakların kadınları hep ağlar. Saygınlığı elinden alınmış Kibele'nin erkeğe yağdırdığı lanet bulaşmıştır kadınlara... Ne kadar yıkansalar geçmez. Onlar durmadan, yeşermiş intikam tohumlarını biçerler gizlice. Daha fazla büyümesin, tohuma kaçmasın diye...
Bu sokaklar, sokak olduğundan beri, ışığı yanan son pencere de diğerleriyle birlikte karardığında, herkesin mutlu olduğu, huzurla uykuya gittiği günleri bekler.
ique_p�_��N�q
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOKAK SAYIKLAMALARI
Short StoryBir sokak ne zaman sokak olmuştur? Sokağı ilk kim sokak yapmıştır ve ne zamana kadar öyle kalacaktır?