Mustafa'dan:
Daha henüz 16 yaşındaydım ve okuduğum endüstri meslek lisesinde bir üst sınıfta okuyan Zeynep isimli bir kıza aşıktım.
Gençlik zamanlarımdan olduğundan mıydı bilemiyordum ama, daha önce hiçbir kıza "Seni ne çok seviyorum!" diyememiştim ve bu sözleri Zeynep'e de söyleyeceğimi sanmıyordum.
Ama onu ne zaman ve nerde görsem, o yerde o vakit karnım feci şekilde ağrırdı ve bırakın bunu sevdiğime söylemeyi, en yakın arkadaşıma, anama babama bile söyleyemiyordum.
"Mustafa, neyin var evladım senin?" diyen en sevdiğim edebiyat hocam, Erdal hocamı bile "Yok bir şey hocam, uykusuzum da biraz," diye geçiştirmiştim.
Zengin ve varlıklı bir ailenin 2'nci erkek evladıydım. Ama işte gördüğünüz gibi zengin insanların bile kendilerine göre bir derdi oluyordu. (Yani benim gibi.)
Zengindim olmasına: ama bana göre okulun en güzel kızı olan Zeynep fakirdi.
Asıl sorun fakir olması değildi elbet, Asıl sorunum babamdı. (Yani o'nun, benim zengin bir kızla evlenmem hususundaki kesin kararıydı.)
Bu güne kadar hiç bir kıza sevdalanmadığımdan babamın her dediğine eyvallah der, onaylar manada hep kafa sallar ve güler geçerdim.
Yediğim yemeği,, giydiğim elbiseyi, okuduğum okulu, edindiğim arkadaşlarımı, hatta oynadığım oyuncaklarımı dahi ailem seçmişti. Aslında her çocuğun hayaliydi ailesinden böyle bir ilgi görmek, ama onlar bu konuda aşırıya kaçıyor, bana söz hakkı bile doğmasına izin vermiyorlardı.
Ailemin dalga konusu olurdum hep. Abim, kendisi gibi zengin bir kız bulup ona aşık olduğu ve neticesinde şu an yengem olan kişiyle evlendiği için çok şanslıydı. Ama ne yapabilirdim ki, ben zengin kızları sevemiyor, onları şımarık buluyordum. Hatta aramızda kalsın ama, karım olacak zengin kadının bana her istediğini yaptırmasından, beni köpek gibi kullanıp sağa sola koşturmasından korkuyordum.
Çünkü annem de öyleydi ve zenginliği ile sivri dili sayesinde O'nu tam anlamıyla bir kuklaya çevirmişti.
O gün günlerden cumaydı ve tam 3 ay dur durak bilmeden, sevip peşinden koştuğum Zeynep'e açılmak için, kalbimin bir köşesini kumbara yapıp, içine tıkarak topladığım deli cesaretimi saldım.
"Zeynep, biraz konuşabilir miyiz?" diye başlatmıştım diyaloğu. Kız bana yabancıya bakar gibi bakmıştı. (İlk defa gördü çünkü beni. Normal değil mi?)
"Ne konuda?" diye sordu o tatlı sesiyle.
"Hiç canım, önemli bir şey değil. ben birazcık sana aşık olmuşum da, benimle çıkar mısın diyecektim!" Gerçekten tam olarak bunları demeyi çok isterdim. En zoru da söyleyeceklerimi o mavi gözlere bakıp, nasıl söylerdim? (Biraz daha cesaret Mustafa! Sen koskoca Mustafa Yavuz'sun. Alt tarafı söyleyeceğin şey, O'nu ÇOOKKKQ sevdiğin. Unutma. Hadi benim yiğidim yaparsın sen. Zihnine kuvvet.)
Bunlar benim içimden yükselen sessiz çığlıklarımdı. Bu yüzden hiç çığlık atamadım ben; Hep sessiz çığlıklarımla yetinmiştim.
"Okul çıkışı bir işin var mı?"
Anlamsızca gözlerimde bir anlam aradığını hisseder gibi oldum.
"Eve gitmem lazım. Yoksa beni merak ederler."
O'nun nasıl bir kız olduğunu biliyordum. Şüphesiz ailesi, üzerine çok düşen muhafazakar insanlardı. Benim ailem öyle değildi ama olmalarını çok isterdim. Yengem olacak kadın abimin aklına giriyor, o'nu bize karşı kışkırtıyor, sonra da her gece beraber dışarı çıkıyor, yine beraber içip sıçtıktan sonra kendilerini unutmuş olarak öyle eve geliyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi duvar
Teen FictionNeden yalnız kalır ki insan? neden bu kadar ağırdır yalnızlık? 100 kiloluk dambıldan daha ağır olduğu için mi ağır diyorlar? yoksa aslında 100 kilo ağırlık olarak bile hükümlü değil mi? Bana göre yalnız kalmak sensiz kalmaktır kadınım. Kimse yalnız...