RADIA-18 ♦ Ocean of The Lighthened Souls

390 25 2
                                    

Bölüm şarkısı (30 Seconds to Mars- End of All Days)

Merdivenlerden inip, o gece Savient ve Valerie'nin öpüştüğü balkonlara gittim. Balkonlar, binadaki milyonlarca cam çıkıntıdan biriydi, bulutların ardından sızan soğuk güneş ışıkları camda yansıyordu. Hava son zamanlarda sürekli kapalıydı ve bu yaz mevsimine hiç uymuyordu. Güneş yüzünü göstermeyi reddederken, gökyüzünde şehri koruyan helikopterlerin sesi yankılanıyordu. Trabzanlara dayanıp şehri izlemeye başladım, her yer açık mavi ve beyaz renge bürünmüştü, tuhaf bir biçimde hiç bitki görmemiştim. Sınır dağlarının tepelerindeki yeşilliklerden başka renk bile yoktu. Şehir öyle genişti ki saraydan deniz zar zor görünüyordu, yine de tuzlu suyun verdiği pozitif etkiyi özleyerek denize koşma isteğiyle doldum. Martıların çığlıkları, okyanus suyunun sahildeki ince kumları yalayıp geçmesi... Tabii bu istek camdan bir hapishanedeyken imkansızdı.

Başımı eğip olayları iyice bir süzdüm, Savient'le her bir araya gelişimizde olduğu gibi yine saçmalamıştık. Onu gördükçe sanki damarlarım patlıyordu. Gidip kızın birini öptükten sonra bir de beni suçlamaya çalışıyordu! Neymiş efendim, ben acımasızca davranmışım, ben onu affetmiyormuşum... Ona kızdığım kadar kendime de kızıyordum aslında, önünde öylece patlayıvermiştim. Bir anda aklımdaki kelimeler anlam kazanmış ve dilime oyuncak askerler gibi dizilmiş gibiydiler, sonra da salak gibi ağlamıştım. Bu da neydi böyle?

Balkona nazik adımlarla başka biri girdiğinde, umursamamaya karar verdim. Zaten şu durumda kimse moralimi daha fazla bozamazdı. Başımı trabzanlara yaslayıp beni ziyaret eden kişiyi süzdüğümde, birkaç saniyeliğine Typhonn'ın bal rengi gözleri benim buz denizini andıran irislerimde dolandı. Trabzanlara yaslanırken binayı izlemeye devam etti. Yansıyan mavi hüzmeler gözlerinde, bana onun ışık prensi olduğunu hatırlatırcasına parıldadı. Açık sarı saçları rüzgardan dolayı dağılmıştı ve yüzünü beyaz dallar gibi çevreliyordu. Cildi sanki hastaymış gibi, sağlıksız bir biçimde solgun görünüyordu, normalde kıvrımlarla ilerleyen dudakları düz bir çizgi halindeydi ve yanağındaki gamzeler ortaya çıkmıştı. Uzun ince burnu profilden kat kat daha alımlı ve asil görünüyordu, uzun sarı kirpikleriyle ok ve yay gibiydiler. Başını hafifçe geriye atıp gri bulutlarla süslenen gökyüzünü izlemeye başladığında kulağındaki gümüş halkadan minik ışık parçacıkları yansıdı. İnsanların kusurlarla yaratılması gerekirdi, böyle değil. Mükemmel değil.

Ben onu izlemeye devam ederken dudaklarını araladı ve konuşmaya başladı. Çenesi gerilmişti ve sesi boğuk çıkıyordu, bir de tanıyamadığım yepyeni bir ton vardı. Kırgınlık. "Sabah uyandığımda herifin biri beni kapının önünden kovdu, sonra da kime sorsam ne olduğu hakkında tek fikri olmadığını söyledi. Nöbetçilerden biri, senin başka bir gardiyan talep ettiğini anlattı. Nedenini sormak için babamı görmeye gittim. Babam bunu yalanladığında odaya koştum ama orada değildin. Burada olabileceğini düşündüm, biri sana bir şey mi yaptı Glyssa? Şimdi iyi misin?" diye sorduğunda ben de onun gibi sırtımı şehre dönerek trabzanlara yaslandım. Yüzüne bir kez daha baktıktan sonra abartılı bir biçimde nefes verdim. "Sorun yok, iyiyim.." diyerek geçiştirebileceğimi umdum. Yine de sesimdeki gerginlik havaya yayıldı, "Savient'le mi konuştun?" diye sorduğunda uzun savaşçı parmakları, trabzanın demirlerini bükercesine sıkıyordu. Gözlerimi kaçırarak boynumu büktüm, omuzlarımın arasına saklanabilmeyi dilerdim, "Ufak çaplı bir kavga ettik, biraz moralim bozuldu o kadar." diye mırıldandım.

Elbette yaptıklarımızın ufak çaplı bir yanı yoktu, bağırışlarımız ve yere doğru süzülen gözyaşlarını hatırladığımda kalbim canımı acıtacak derecede hızlı çarpmaya başladı ve midem kasıldı. Lanet olayın tek saniyesini dahi hatırlamak istemiyordum. Typhonn'ın yanında ağlamak istediğim söylenemezdi ama yüzümü tam çeviremeden yanaklarımdan ılık tuzlu su damlaları kaymaya başladı.

RADIAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin