- 38

8.7K 415 118
                                    

Gözlerim kararır gibi olurken yere düşmemek için bir elimle dolaba tutundum. Kalbim hızlı bir şekilde atıyor, her saniye bedenime daha fazla acı pompalıyordu.

Başıma gelen kötü olaylar beni sonuna kadar hırpalamadan bırakmayacak mıydı?

Gözlerimin önünde yersiz bir şekilde Lord Bruce'un sinirli yüz ifadesi belirirken dizlerimin üzerine çöktüm. Yine benden nefret etmesine bir adım yaklaşmıştım. Bu, yüreğimi o denli titretti ki odayı belirgin bir soğuğun kapladığını hissettim. Tüm dünya kayar gibi etrafımda hareket etti ve kalbim, göğüs kafesimin içinde sert bir buz kütlesine dönüştü.

Zihnimdeki tüm görüntüler yerini yankılanan o ada bıraktığında ise beni hakimiyeti altına alan tek duygu öfkeydi.

'Artair...' dedi iç sesim.

Tüm tüylerim diken diken olurken gözlerimi hala elimde tuttuğum sandığa indirdim ve ses daha belirgin şekilde yankılandı.

'Artair, Artair, Artair, Artair...'

Biliyordum. Bu, oydu. Hediyeyi gönderen, bunun benim tüm huzurumu kaçıracağının farkında olan ve bunu bilerek yapan o'ydu. Neyin peşinde olduğunu bilmiyordum ama kağıdın sonuna yazılmış o belli belirsiz 'A.' harfi onun adını temsil ediyordu. Artair'i...

Çığlık atarak ağlamak istedim. Onu bulup yok etmek veya benden çok uzağa göndermek... Ama ellerim güçsüz bir şekilde yere düşerken yapabildiğim tek şey, "Hayır..." diye inlemek olmuştu.

Beni sokak arasında sıkıştırdığı gün söyledikleri yeniden aklıma geldi. Bana Lord Bruce ile artık yakın olmamamı söylemişti. Daha doğrusu emretmişti ama ben kabul etmemiştim. Garip bir saflık ile ondan Steenie gelip beni kurtardığı zaman tamamen kurtulduğumu sanıyordum. Fakat işin aslı öyle değildi, Artair hala bu kalede bir yerlerdeydi ve ben hala aklındaydım. Öyle ki hediyeyi böyle bir zamanlama ile bulmamda bile onun mesajı vardı ve en kötüsü, bugün Lord Bruce ile olduğumu biliyordu. Bu onu öfkelendirmişti.

Kalbim ile beynim arasında birkaç şimşek çakar gibi olduğunda bedenime derin bir korku yayıldı. Ormanda bizi görmediğinden emindim çünkü biliyordum ki o ıssızlıkta Bruce onu fark ederdi. Muhtemelen biz kaleye girince bizi görmüştü veya Bruce dün gece beni almaya geldiğinde. Ama her iki durumda da bedenim kaskatı kesiliyordu çünkü bizi izleyen bir çift göz vardı...

İçeriden Kennis'in bana seslenişini duyduğumda gözyaşlarım akmaya başlamıştı. Eve gelmişti. Ama ona cevap verebilecek durumda değildim, şu an kendimi derin bir öfke krizinin kenarında hissediyordum. Ve Kennis bir kez daha seslendiğinde kendime hakim olamayıp elimdeki küçük kutuyu öfke ve nefretle kaldırıp fırlattım. Tahta kutu, masanın üzerindeki vazoya isabet edince vazo büyük bir gürültü eşliğinde parçalandı. Parçalar yerle buluştuğunda kendimi hıçkıra hıçkıra ağlarken buldum.

Kennis telaşla odaya girdiğinde beni o halde görür görmez önce duraksayarak derin bir iç çekti, sonra hızla yanıma geldi. "Euphie, oldu?"

Bir elimin tersiyle gözyaşlarımı silerek cevap verdim. "Bana... Bana bunu göndermiş." Diğer elim kırık vazo parçalarının yanında duran o uğursuz sandığı ve içinden çıkıp biraz ileriye fırlamış mavi taşlı kolyeyi gösteriyordu.

Kennis kısa bir süre gösterdiğim yöne baktıktan sonra tekrar bana dönüp elleriyle omuzlarımı kavradı. "Kim, Euphemia?"

Hıçkırıklarımın etkisiyle titreyen bedenime yeniden söz geçirmeye çalıştım ve hemen önümde duran kağıdı alıp ona doğru çevirdim. "Artair. Hala peşimi bırakmıyor."

Gözleri belirgin bir şekilde büyürken kağıdı elimden çekip aldı. Onu uzun süredir bu kadar sinirli gördüğümü hatırlamıyordum. Çenesi belirgin bir şekilde kasılırken öfkeyle konuştu. "Onu kendi ellerimle öldüreceğim."

Kurtarıcı ve MaviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin