#Jeon Jungkook
Güneşli ve boktan bir sabaha gözlerimi bas bas bağıran babamla araladım. Hayır yani, ben senin oğlunum. İnsan bir kıyamaz, uyusun der bir şey der. Ama bu adamda utanma yoktu cidden.
Oflayarak yatağın içinde doğruldum. Saçlarımı karıştırdım. Normalde her sabah olduğu gibi halıyı izlemem gerekiyordu ancak bugün izlememiştim. İlginçti.
Halıya yaptığım ihanete içten içe özür dileyerek ayaklandım. "Tamam baba." Ruhsuzca bağırıp dolabımdaki boy aynasının önüne geçtim. Baştan aşağı kendimi süzdüm. Fiziğim gerçekten çok güzeldi.
Yaz tatilinde olduğumuzdan, iş öğrenmem için babam beni her gün şirkete götürüyordu. Boktan ve klasik bir aile şirketiydi işte. Bugün ortağımızla mı ne toplantımız varmış. Bende gidecekmişim.
Bunları düşünerek kulaklarımın sinirden kızarmasını önledim ve dolabı açtım. Bir iş görüşmesi olabilirdi. Ama, Tanrı aşkına! Bu sıcakta takım elbise falan giyemezdim. Olmazdı.
Ya zaten iş görüşmeside öyle beş-on adamın toplandığı, hepsinin bir konu üzerinde fikir sunduğu sıradan ve sıkıcı toplantılardan değildi.
Bizimle kardeş şirket tam yanımızdaydı. Bu yüzden şirketleri birleştirip tek marka olarak çalışmaya devam edilecekti sanırım.
Bu yüzden görüşmeye kardeş şirketin sahibi gelecekti. Önceden sahibi Namjoon isimli belediye çukuru gamzeli bir adamdı. Şuan oğluna devretmişti sanırım. Bu yüzden önemliydi işte.
Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimden arınmaya çalıştım ve kot bir şortla kısa kollu gömlek giydim. Babam kızacaktı muhtemelen. Çokta umrumda değildi.
Telefonumu alarak odamdan çıktım. Evimiz 3 katlıydı ve ben en üst kattaydım. Bu katta sadece bana ait şeyler vardı. Başkasını almıyordum bile. Merdivenlerin başına kapı yaptırmıştım. Kilidide sadece bendeydi.
Merdivenlerden seke seke inerek en aşağı kata -babamın yanına- indim. Takım elbisesiyle jilet gibi karşımda dikilmiş bana bakıyordu.
Babam, gerçekten feci yakışıklı bir adamdı. Bunu asla inkar edemezdim. Hatta, beni görenler şaşırıp, "Sen Seung Hyun'un oğlu musun cidden?" diye soruyorlardı.
Herneyse, boşverelim.
"Bir gün benden ağır dayak yiyeceksin Jungkook." Babam sinirli bir şekilde üzerimi süzdüğünde kıkırdadım.
"Hadi baba geç kalacağız." Geçiştirmek için hızlıca söyleyip arabaya koştum. Arabaya varınca babamı beklemeye başladım.
Birkaç dakika sonra babam geldi. Bir şey söylemeden ikimizde bindik ve sürmeye başladı.
-----
Yaklaşık yirmi dakika süren işkence sonrası şirkete varmıştık.
Güzel sekreterler ve yakışıklı iş adamları bu şirketteki en güzel şey olabilirdi. En azından, sıkılınca onları dikizliyordum.
Babam herzamanki asilliğiyle arabadan inince bende indim. Yanında yürümeye başladım.
"Günaydın bay Seung."
"Günaydın efendim."
"Günaydınlar efendim. Bir isteğiniz"
Çalışanlar konuşmasına rağmen babam takmıyordu bile. Yüzündeki ciddiyeti hiç kaybetmiyordu. Bu çok havalıydı.
Toplantı odasına varınca herzamanki yerime -cam kenarı- oturdum. Yeni çocuğu merak etmiyor değildim.
Kahverengi saçlarımı karıştırırken içeriye birkaç adam ve yanlarında bir çocuk girdi.
Bu neydi be?
Bu çocuk gerçekten 'çocuk' tu.
Siyah saçları, minicik el ve ayakları kısa boyu ve üstüne tam olan takım elbisesi...
Gülmemek için dudaklarımı ısırırken ciddiyetle beni süzdü. Ardından babama döndü.
"Merhaba bay Seung."
Seside kız gibiydi! Tanrım, bu neydi böyle? Hayat bana oyun oynuyordu. Bu çocuğun yeni başkan olması imkansızdı.
Bay Namjoon da yanında gelmişti.
Namjoon, oğlunun yanına oturup babama ve bana başıyla selam verdi. Ardından konuşmaya başladı;
"Merhaba baylar. Bu odada son bulunuşum sanırım." Gülerek iç çekti ve devam etti. "Ben, birkaç aylığına Amerikadaki şirketlerle uğraşacağım için Amerikaya gideceğim. Oğlum Jimin'in de senin gözetimin altında olmasını istiyorum. Ona bir şeyler öğretebilecek en iyi sensin dostun Seung."
Namjoon gülümseyerek sözünü bitirince Jimin isimli çocuğa döndüm. Hâlâ çok ciddiydi. Fazla ciddiydi. Bu küçük bedene bu kadar ciddilik çoktu.
"Sizin evinizde kalıp senden iş öğrenmesini istiyorum. Hem, Jungkook'la da anlaşırlar. Ne dersin Seung? Senin için uygun mu?"
"Tabi ki dostum Namjoon. Benim için onca yaptıklarından sonra, senin oğluna bir şeyler öğretmekten gurur duyarım. Jungkook pek alakalı değil bu işlere serserinin teki.."
Babam duraksayınca sırıttım. Jimin ise tiksinmiş bakışlarını üstümde gezdiriyordu. Ne negatif çocuktu bu be!
"Ama, oğluna sahip çıkacağıma söz veriyorum Namjoon. Evde sadece ben ve Jungkook varız. Kadın da yok."
Babam gülümseyerek sözünü bitirince kalbime bi ağrı indi. Nasıl bu kadar rahat söylüyordu bunu?
Annem ben küçükken bana masal okuduktan sonra kaybolmuştu. Birdaha asla haber alamamıştık.
Bu yüzden hâlâ geceleri kendim uyumaya korkardım. Yani, ya uyuyamazdım -genelde uyuyamazdım- yada babamla uyurdum.
Burnuma bir yanma gelince boğazımı temizleyip kendimi toparlamaya çalıştım. Jimin bu sefer sevgi dolu bakıyordu. Garipti.
Bu çelimsiz ve çocuksu halime acımış gibi görünüyordu.
Geri kalan zaman diliminde gereksiz şeyler hakkında konuşuldu ve Jimin'in eşyaları bizim eve gönderildi.
En sonunda gitme vakti gelmişti. Saçlarımı karıştırıp ayağa kalktım. Babam ve Bay Namjoon el sıkıştı.
Jimin minicik ellerini bana uzatınca tebessüm ederek bende uzattım.
Ellerimizi birleştirdi.
"Lanet olsun! Elin çok terli."
Sinirli bir şekilde elini çekerken gülmekten kendimi alamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My mum is Jimin || Jikook
FanfictionJimin minicik ellerini bana uzatınca tebessüm ederek bende uzattım. Ellerimizi birleştirdi. "Lanet olsun! Elin çok terli." Sinirli bir şekilde elini çekerken gülmekten kendimi alamadım.