2- Tanrının Ağacı

60 12 0
                                    

Göz perdesi olmayan insanlar, insan üstü birçok varlıklar gördüğünü ve sesleri işitiğini okumuştum. Bazen düşünmüyor değilim. Benimde göz perdemin olmadığını ama sorun şu ki ben var olmayan şeyleri değil! Gerçekleşmemiş şeyleri görüyorum. Her bakımdan insanı kötü olarak etkiliyor. Daha insancıl olmak için ilaçlarla iğneler ile yaşamak zorundayım. Gördüğüm düşünce bozukluğu yani sanrıları görmememi ve kriz geçirmememi sağlıyordu. Benim seçimim değildi bu hayat bu kader.. İlaçları bırakıp normal bir hayat belki sürdürebilirdim diye kaç defa düşündüm. İlaçlar beni başka biri yapıyordu olmadığım biri... Kendimle sürekli bir savaş içindeyim bu savaşta bir kaybeden yok ama bana yakın olanlarda mağluplardı.. Kendimle her savaşımda sadece zararım kendime değildi aynı zamanda çevremdekiler de görüyordu. Bende savaşımı bırakıp ilaçların tutsağı olmayı seçtim. Okuldaki insanlar sosyopat olduğumu düşünüyor. Bir kişi haricinde oda benim arkadaşım olduğundan yaşadığım bir çok şeye şahit olduğu için anlıyordu. Beni tanıyan yani tanıdığını düşünen insanların gözünün içine baktığımda korkuyu görmekten sıkıldım. Hastalığımdan haberdar değillerdi ya da genetiğimde olduğunu bir çok akrabamın da bu hastalık yüzünden sürünerek öldüğünü bilmiyorlar. Bir bakıma haklılarda insanlar onları korkutan şeyleri sevmezler. Bende hastalığımı sevmiyorum. Oda beni korkutuyordu. Kendimi fabrika hatası gibi hissetmeme neden oluyordu. Hastalığım benden her şeyimi çaldı en başta huzuru, hisslerimi çaldı. İlaçlar beni duygusuzlaştırıyordu. Tek duygum öfke ve onun ardında gizlenen nefret. Diğer duygular tarafından dışlandım. Aşk, sevgi, mutluluk bu güzel duyguların benim hayatımda yeri yok. Hayatım boyunca vaftiz annenin bana olan acınası bakışları; sevginin ve şevkatin benden çalındığının şahididir. Huzur en özlem duyduğum! Ondan haber almıyalı baya zaman oldu. Sessizliğini hala daha koruyor. O kadar iyi kamufile olmuş ki ne duyuyorum ne görüyorum ne de haber alıyorum. Gözükmeyen gölge gibi yaşadıklarıma şahit oluyor ama yardım eli uzatmıyor. Çığlıklarımı ve yakarışlarımı görmezden geliyor. İzliyor ama sadece bakıyor. Kendinden mahrum bırakıyor. Bazen ben bile kendime acımıyor değilim. Dışarıda korku dolu bakışlar sergilenirken ev ise hüzün kokardı. Aldığım nefeslerin ardında yakarışlarım var ama duyan yok. Aciz olmak benim hayat felsefem de yok! Şuan aciz bir durumda olmam kendime olan saygımı yitirdiğimdendir. İnsanlar beni olmadığım biri gibi görebilir. Beni kabul etmeyen dışlayan hayatı ben neden kabul edeyim onun kurallarına saygı göstereyim. Sanırım bu düşüncem her geçen gün sosyopatlığa itiyor beni.. ilacımı bıraktığımda ise canavar biri olarak bana geri dönüyor. Bir şeyleri doğru yapmadığım an hiçbir şey yapmamaya başlıyorum. Acı her geçen gün daha da içine çektiğinde bir şeyler daha önemini yitiriyordu bende.. Kendi içimde kendime sürekli hatırlatığım bir cümle var; Özgürlüğü elinden alınan kusurlu bir kadının sözü, Bu söz kendime olan bir tutam saygımın kırıntılarından tohumlanan yakarış. ' Kırmızının esiri altında, özgürlüğü elinden alınan, sığınacak bir limanı bile olmayan parlak, asil bir kadın.' Bu cümle benim hayatımın özetini yansıtıyor. Aynı zamanda da anlıma yazılmış olan ' Soğuk Kehanet'im ' Nefeslerimdeki yakarışlarımın duyulmaması acımın dinmiyor olması beni her geçen gün ölüme biraz daha itiyor. İnsanların gülüşlerine imrenmezdim. Sahadaki oyunculara baktığımda tek derdinin turnuvalar olduğunu görebiliyordum. Hepsi bir kupa içindi, tek ve diğerlerinin de onu istemesi daha da cezbediyordu. Aynı amaç uğruna bir savaştı bu.. Benim gibiler ise kendileri ile savaşmaktan diğerlerine, diğer şeylere güç bulamıyordu. Genim de olmasına rağmen doktorlar bir çözüm bulmak yerine ört bas etmeme yardım ediyorlardı sadece.. Artık tercih yapmak zorundaymışım gibi hissediyordum. İster istemez bu düşünce tüğlerimi kaldırmıştı. Maçın bitiğini söyleyen anonsa kulak verip ayağa kalktım. Beliz başını bana çevirdi " Hadi bugün bir şeyler yapalım ? " dediğimde şaşırarak baktı. Böyle bir şey deme mi beklemiyordu. Bugün diğerlerinden daha farklı yaşayacağım. Sadece bugüne mahsus benden çalınanları ödünç alacağım. Beliz kocaman gülümsemesini bana gönderdikten sonra ayağa kalktı. Beliz kolumdan tutup beni hızla çekti çarptığım insanların yavaş olsanıza uğultularını duyarken çarpmak üzere olduklarım kaçmaya çalışıyordu. Beliz hiçbirini önemsemiyordu. Sahaya indiğimiz de daha kimse inmemişti. Arkama baktığımda birden fazla göz kızgın kızgın bakıyordu. Önüme dönerken ayağım takıldı ve yere güzel bir çekilde kapaklandım. Eteğim çok açılmasada düzeltim. Beliz bana gülerken bir el gördüm. Bana doğru uzatılmıştı. Başımı hafifçe ona doğru kaldırdım. Mert! Minetar bir şekilde bakarak elini kavradım, yavaş ama sağlam bir şekilde beni kaldırdı. "Normalde de bu kadar sakar mısın, yoksa talihsiz misin ?" diye ciddi bir şekilde sordu. "Bugün talihsizim. Teşekkürler" diyip arkamı döndüm. "Bu arada!" dediğinde durup ona döndüm. Tribün kısmından inen kişilere bağırarak 'kalemi olan var mı ?' diye.. Bir çok kişi aynı anda çantasına yöneldi. Mert birinden kalem aldı ve bana doğru yaklaştı sağ elimi aldı. "İzninle?" sorduğunda başımı saladım. Sabahki olayın dejavusunu yaşıyor gibiydim. Roller değişmiş gibiydi.. Bir şeyler yazdı ve avucuma kapatı.. "Sende nedensiz bir şekilde bana bunu hatırlattın" dedi. O güzel gülüşünden hediye etti ve sağ gözünü hızla kırpıp arkasını döndü kalemin sahibini sordu ve ona geri verdi. İnsanların korku dolu bakışları gitmişti! Bana merakla bakıyorlardı. Ben de kapalı avucumun içinde yazılan şeye..
'Dayanılması en zor acılar, insanın içinde gizlediği acılardır. - Balcaz '
okuduğumda kaşlarım istemsiz çatıldı. Nereden anlamıştı ? Beliz koluma girip hızlı adımlarla yürümeye ve beni de aynı şekilde yürütmeye çalışıyordu. "Bu acele niye ?" diye sorduğumda.. " Kararını değiştirirsin diye korkuyorum." dedi. Cevap vermeden yürümeye devam ettik. Tahminimce bir kafeye ya da bir klube falan götürür diye düşünüyordum. Yaklaşık yirmi dakikadır yürüyorduk, ormanın içinde.. "Daha ne kadar yürüyeceğiz ?" sıkılmış ve nefes nefese kalarak sordum. Heyecanı henüz bitmemiş ve bunu konuşmasına da yansıtarak cevap verdi. " Çok az kaldı sabret!" oflayarak yürümeye devam ettim. Bazı dallar bacağımı çiziyor ve otlar ise kaşındırıyordu. Oflayarak devam ettim. En sonunda bir yerde durdu, durduğu yere baktığımda kocaman bir ağaç baya yaşlı duruyordu. Ağaca baktığımda içimde bir yerde sıkıntı yeşerdi. Rutubetli duruyordu. Beliz konuşmaya başladı. "Bu ağacın çok acı bir öyküsü var. Destanlara inanır mısın bilmem ama ben bu ağacınkine inanıyorum. Oğuz Kağan destan bilinir ama tanrının ağacı bilinmez. Bu ağacın ismi tanrının ağacıdır. Öncelikle Oğuz Kağan destanında; Oğuz Kağan avlanmaya gittiğinde büyük bir ışık görür. Işığa doğru gittiğinde ise her zaman avlandığı yerde daha önce hiç bu büyük ağacı görmediğini fark eder. Ama buna değilde dikkatini ağacın kabuğunda oturan bir kadına vermiş. Kadına aşık olup onunla evlenmiş ve üç çocuk doğurmuş. Buraya kadar Oğuz Kaan'ın destanı sonrası ise bu ağacın. Ağaç onlar için kutsal bir ağaçmış. Zamanla ağaç daha da büyümüş, Oğuz Kağan'ın soyundan gelen bir çocuk yetiştiği Bey'likta en iyi savaşçı olmuş. Bu çocuk bir kıza aşık olmuş. Bu kız kan davalı olduğu Beylerin kızıydı. Çocuk kıza bir şekilde ulaşmış ve kızda ona aşık olmuş. Bu ağacın etrafında buluşuyorlarmış.. En sonunda çocuğun kardeşi bunu öğrendi ve bunu babasına anlatı. İşe büyükler girince kızın babası namus olayına çevirdi ve kızının masumluğuna karşılık oğlunun kanını istemişti. Çocuk bunu kabul etmişti. Ama kız kabul etmedi. Babasını karşısına alıp çocuğun yanına gitti. Çocuk onunla görüşmek istemediğini ve bugün kanın yerde kalmayacak diyerek.. Kızı kendinden uzaklaştırmak istemiş. Öldüğünde acısından kendini harap etmesin diye.. Buluştukları ağacın yanına gidip dualar etmeye başladı. En sonunda yanına bir kurt geldi. Kurtdan korkarak ayağa kalktı kaçacakken kurt insan bedenine büründü.. Şaşkınlıkla ona baktı.. Eğer onun ölmesini istemiyorsan sen kendini öldüreceksin ancak o zaman ölmez Kağan! dedi. Sesi çok kalındı. Kız düşünmeden kabul etti. Ağacın üst dalında bir ip oluştu.. Kız başını ipe yerleştirdi. Ağacın kökleri ona tabure olmuş gibi kızı yukarı taşıdı. Ölmeden önce kıza şunları söyledi. " Sen ve o artık birer gölge olacaksınız!" dedikten sonra ipin asılı olduğu dal yukarıya doğru kalktı. Kız parmak ucunda dururken aşağıdaki kökler aşağı çekildi. Çocuk son kez ağaca geldiğinde kızı o halde görür ve ardında bir not bulur kayanın üzerine yazılmış bir not.. Çocuğun aklındaki tek soru kim yazmıştı bunu.. çünkü kız okuma yazma bilmiyordu. Bey'lere söylemeye gittiğinde inanmayıp oraya gittiler.Kızın cesedi yoktu. Kayanın üzerinde yazı hala vardı. Bey'ler çocuğa inanmayıp, çocuğu orada öldürürler boğazını kesip. O gündür ağaç tabiat anaya küsmüş gibi hiç yeşermemiş ama hala hayatta olmasının sırrını kimse bilmiyordu." Anlatması bittiğinde tüğlerim kalkmıştı. "Tabi bunlar söylenti efsaneler de aynı şekilde ama ben gerçeklik payının olduğunu düşünüyorum. " anlatıkları onun üzerinde etki bırakmış gibiydi.. Konuşması yavaşlamıştı.. "Seni buraya getirmemin nedeni bu ağaç tuhaf bir şekilde seni anımsatıyor bana aranızda sanki bir bağ bat gibi... Ağacın tuttuğu yas nedeni ile yeşermemesi seni anımsatıyor bana bu yüzden gelip sana göstermek istedim. Bu ağaç boyundan anlaşılacağı üzere yıllardan beri yas tutuyor. Yani anlatıklarım doğru ise sen niye yas tutuyorsun ? Kendine acıyorsun artık bırak! Bunu kendine yapmaktan vazgeç lütfen.. " Söylediği her şeyde haklıydı "Bunları seni ağlatmak için söylemedim." Beliz söylemese ağladığımın farkına bile varmayacaktım. " Çok istedim değişmeyi ama hastalığım o olmadığında da ilaçlarım buna engel oldu." sağ elimin tersi ile göz yaşımı sildim. "Onları engel yapan sensin! Yapma ilaçların olmadan da yaşarsın." dediği şeyi denemiştim. Sonu kötü bitmişti. "Denemediğimi mi sanıyorsun ? Denedim ve olmadığım biri olduğumu fark ettim." Devam etmeme izin vermeden. "Belkide olduğun biri olarak gösteriyordur. Olamaz mı çünkü benim bildiğim kadarı ile kullandığın ilaçların yatıştırma etkisi var." Haklıydı.. "Peki ya sanrılar ? " sıkın bir şekilde nefes aldı. " Teklifi mi kabul etsen. Onu da sonra düşünsek ? " Bunun için zamana ihtiyacım var. Hadi şimdi yemek yemeye gidelim." Beliz anlayışla başını saladı.
Bu civarın en çok gençler tarafındak akın edilen yerine gelmiştik. Boş bir masaya oturduğumuzda dikkatimi Beliz'in iki arka masasında oturanlar çekmişti lakros takımı ve yeni gelen çocuk dikkatimi çekmişti. Sarışın bir garson gelip sevecen bir şekilde hoşgeldiniz dedi bize menüleri verdi ve bekledi. Beklersen 'Pardon?' diye ses gelince "Garson hemen geliyorum." diyerek yanımızdan ayrıldı. "Eğer kararını benim istediğim yönde vermezsen yemin ederim, garson kızla dost olurum." dediği şeye güldüm. Oda eşlik ettikten sonra menüye bakmaya devam etti. Siparişimi vermek için garsonu ararken bizimkilerin yanında buldum. Garson kızı çağıracaktım ki keyfinin yerinde olduğunu gördüm. "Şu senin takıntılı olduğun çocuğun adı neydi ? " "Aras?" güldüm. "Eğer takıntılı olduğun kişiyi garson kızla paylaşabilirsen karşı çıkmam." sorarcasına baktığında gözlerimi arkasına bakması için komut verdim. Garson kız Aras'ın kol kasının ne kadar büyük olduğunu ölçermişcesine eliyordu. Anlamamışcasına arkasına döndüğünde ağzı açık bir şekilde bana geri döndü. Gözlerini hafif kısarak o şimdi görür. "Pardon bakar mısınız?" Garson kız duymadı. Başımı olumsuz anlamda salayıp "Bence bizden daha önemli işleri var." dediğimde baya sinirlenmişe benziyordu. Birden ayağa kalkarak lakros takımının bulunduğu masaya gitti. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bu hareketini beklemiyordum. Merakla Beliz"i izliyordum ne yapacağını... " Pardon!" dediğinde herkes ona odaklandı. Umarım kendini rezil etmez. "Eğer sizin sevimsiz cilveleşmeniz biterse yemek yicem. Aras'a bakıp kolun o kadar da büyük değil canım her seferinde aynı numarayı denemeyi bırak ve kendini bu konuda geliştir."Garsona dönüp " Sende canım!" Başını salayıp yüzünü yapmacık bir şekilde asıp" Evet ilk değilsin. Bu numarayı her fırsatta kullanıyor. Şimdi izin verirseniz yemek yemek istiyorum!" diyerek yanlarından ayrıldı. Herkes Aras'a gülerken Mert başka bir şey düşünür gibiydi.. Beliz masaya doğru gelirken ben bakışlarımı Mert'e yönlendirmiştim. Beliz bir hışımla masaya oturup "Hayret bir şey ya!" diyerek bağırarak konuştu.. Ardından garson geldi masamıza şiparişleri almak için.. Mert masanın üzerine duran eline baktı ve sonrada bana ona bakarken yakalandığım için büyük ihtimal ile onu izlediğimi anlamıştı. Gözlerini kaçırmadan oda bana bakıyordu. Sorun şu ki bakışlarından ne düşündüğünü anlamaya kalksam baya uğraşırdım. Çünkü hiçbir şekilde kendini açık etmiyordu.. Beliz aniden " Karmen!" diye kükreyince gözlerimi ona yönlendirdim. "Ne alacaksın ?" "Hazır olan siparişimi hemen verdim. Beliz'in verdiğini düşünmüştüm ama vermemiş verirken arka masaya gönderme yaparak "Buranın etleri domuz " dediğinde sesini yükselti. Hepsi anlamış olacak ki aynı anda kah kaha atmaya başladılar." Eti ile yapılmıyor demi ?" Dudaklarım düm düz olmuştu sıktığımdan.. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Hayır" düz bir şekilde karşı taraftan cevap gelince.. " Güzel o zaman bende hamburger alayım. İçinde et domates ve marul olsun. İçecek diyet kola ve patatesler büyültülmüş olsun. Sosları ayrı istiyorum biri acı diğeri de renç olsun! Tekrar etmeme gerek var mı ?" iğneleyici bir şekilde sordu. " Hayır." diye kısa bir cevap verip yanımızdan ayrıldı. Hava kararmaya başlamıştı. Beliz öfkesini kusarken, ben onu dinliyormuş gibi yapıp Mert'e bakıyordum. Bugün ona anlamsız yaptığım hareketle kendimi ucube gibi göstermiştim. Ardından karşılık vermesine anlam verememiştim. Elime yazdığı söz hala orada duruyordu.

Dayanılması en zor acılar, insanın içinde gizlediği acılardır. - Balcaz
Bu söz şuanda tam olarak benim şuanki durumumu anlatığına yemin edebilirdim. Ama sorulması gereken bir soru vardı! O nereden biliyordu. Bunu ona sormak istiyordum. Yemekler daha gelmemişti Beliz'in söyledikkerini duymamazlıktan gelip. Onların masasına doğru yürüdüm. Sanki oda gelmemi bekliyormuş gibi bir hışımla ayağa kalktı. Onun köşeden kalkabilmesi için bir kaç kişinin kalkması gerekiyordu. Hepsi kalktığında aynı anda 'Biraz konuşabilir miyiz ?' aynı anda sorduğumuzdan. İkimizde bir birimize bakıp gülümsedik. " İstersen dışarıda konuşalım ? "dedi. "Dışarısı daha iyi olur benim için. Sanırım ne hakkın da konuşacağımızı ikimiz de biliyoruz ?" soruma karşılık merdivenlerden inerken önceliği bana verip arkamdan beni takip etti. "Dışarı çıktığımızda konuşalım istersen." Bana karşı nedensizce nazik davranıyordu. Sonunda dışarı çıkmıştık. O siyah bir motora yaslanmıştı kendisininmiş gibi rahatça konuşmamı bekliyordu.
Arka taraftan bir grubun girdiğini ve yukarı çıktıklarını gördüm. Mert'e dönüp doğru kelimeleri seçmek için biraz düşündüm.

SOĞUK KARANLIK  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin