çiçekler ve sen

91 8 8
                                    

Gökyüzünün hafiften siyaha çaldığı saatler. Esen rüzgâr, hastaneye sokabilmek için saksıya dikmek zorunda kaldığım nergis çiçeğini ileri geri ahenkle sallarken, burnumuza güzel kokular geliyor. Üşürsün diye kapatmak istiyorum, bize o eşsiz çiçek kokularını getiren pencereyi. Fakat bu isteğimi gerçekleştiremiyorum. Çünkü çiçekler ve bahar mevsimi sevdiğin sayılı şeylerdendir. Seni onlardan ayırmak istemiyorum. Sevdiğin ne varsa elinin altında, uzandığında yetişebileceğin mesafede olsun istiyorum. Bu yüzden üstüne örtülü olan ince yorgana güvenerekten sessizce oturmaya devam ediyorum.

Samimiyetle kısılan gözlerin, ‘güzel kokulum’ diye sevdiğin nergis çiçeğinde. İnce ve şekilli parmakların henüz açmayan tomurcukları okşuyor usulca. Dayanamıyorum ve bu güzel manzarayı ölümsüzleştirmek üzere fotoğrafını çekiyorum. Patlayan flaş umrunda dahi olmuyor. Ben yokmuşum gibi davranmak hoşuna gidiyor olmalı.

Gülümsemekten yanakların ağrıdığında, en azından ben öyle düşünüyorum, dudaklarındaki tebessümün yerini düz bir çizgi alıyor. Yavaş hareketlerle üstündeki yorgandan kurtuluyorsun. Bacaklarını yataktan sarkıtıp yerdeki terlikleri çorapsız ayaklarına geçirdiğinde, titrediğini görüyorum. Sanırım tenine temas eden bu soğuk nesne seni üşütüyor. Düşüncesizliğime küçük bir küfür savurup ayağa kalkıyorum hemen. Koluna girmemle beraber pencerede olan gözlerin beni buluyor.

Sorun yok, ağabey.” diyorsun ince ses tonunu kullanaraktan. Bakışların hâlâ suratımda gezinirken gözlerinle gülümsüyorsun bana. Dudakların hiç istifini bozmuyor ama gözlerinin gülümsediğini anlayabiliyorum. Ben ise senin aksine dişlerimi ortaya sererek gülüyorum. Omzuna birkaç kere hafifçe vurduktan sonra seni rahat bırakıyorum. Yarım kalan işini tamamlamak için harekete geçiyorsun.

Küçük ellerin nergis çiçeğinin mor saksısını kavradığında, suratıma yerleşen şaşkınlık ifadesiyle oturduğum yerden sana bakmaya devam ediyorum. Saksıyı yerinden kaldırıp pencereye doğru adımlıyorsun ve henüz tamamen siyaha gömülmeyen gökyüzüne kayıyor bakışlarım. Yıldızlar yeni yeni parlamaya başlamış. Küçük bulut kümeleri donatmış yıldızların etrafını, bahar mevsiminin aksesuarları olaraktan. Bir anda plastik bir nesnenin kırılma sesi doluyor kulaklarıma. Endişe içinde yanına ulaştığımda bu kadar hızlı olmam beni bile şaşırtıyor. Seni pencerenin önünden çekip ellerini tutarken korkudan titrediğimi fark ediyorum.

Benim güzel kardeşim, sen de titriyorsun.

“Ne oldu?” diye soruyorum açık kahverengi kürelerine bakaraktan. Küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzüp, “Üzgünüm,” diyorsun. “Çiçeğimi düşürdüm.

Şu an o kadar çaresiz görünüyorsun ki, bu oturup ağlamak istememe neden oluyor. Seni bu gibi küçük sorunlardan bile koruyamadığım için kızıyorum kendime. Kollarımın arasına usulca girdiğinde fısıldıyorum. “Sorun değil Choon Hee-ah. Ağabeyin sana yenisini alır.”

Saniyeler sonra sesin hafiften kırılarak ulaşıyor bana. “Ben onu istiyorum.”

“Pekâla,” diyorum seni kendimden uzaklaştırırken. Ellerini tuttuğumda boğazından bir hıçkırık kaçıyor. Kalbim paramparça olurken sessizce akıtmaya çalıştığın gözyaşlarını silmeye uğraşıyorum. Benim de gözlerim dolarken bilinçsizce sana birkaç şey mırıldanıyorum. “Şimdi aşağı gidip çiçeğimizi kurtaracağım. Üzülme, tamam mı?”

primavera // kthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin