Pırasaya gözlük takın, aynı ona benzer. Yanlış anlamayın, çok sevimli ve çok bilgili bir adamdır. Yolda karşılaştık. Dergideki yazılarımı sordu. “Yeni başlayacağım, neler yazayım?” diye sorduğumda,
“Çocuklar her şeyi anlar, onlara enflasyondan bile söz edebilirsin. Savaşlardan söz et, her ay çıkan kitaplardan, şairler, ressamlar, uzay bilginleri, çevre kirlenmesi,..”
” Bilgi de vermekle birlikte, asıl amacın onlara okuma keyfini tattırmak olsun. Bilgiçlik taslayan şeyler yazma. Serüvenlerden, düşlerden söz et. Sözgelimi lacivert İpek helikopterler uçsun yazılarında…”
Böylece, ilk yazının konusu ve başlığı çıkmış oldu.
Altı Kitap:
Ne kitaplar var! Küçük Prens’i okudunuz mu? Ya “Kırmızı Ba~ lon”u? Alis’i tanıyor musunuz? “Alis Harikalar Ülkesirıde”yi okuyacaksınız, değil mi? “Define Adası”nda bir adam var eli kesik.
“Gülliver’in Yolculukları”m da okuyun. Ha bir de “Robinson” var.
Bunları söylüyorum ya, aslında elinize ne geçerse onu okuyun. Ya bir şey geçmezse… O zaman da oturun, bana mektup yazın.
Issız Ada:
Ali’nin canı çok sıkılıyordu. Uzak bir yere gitmek istiyordu. Bir dünya haritası buldu, parmağını ismi bile yazılı olmayan, küçük bir adanın üstüne koydu. Oraya gidecekti. Gerekli eşyaların listesini yaptı. Ailesini, arkadaşlarını, okulu, köşedeki bakkalı, dedesi ve dedesi için bütün izmir’i, arkasından bütün ülkeyi…
Ama, Türkiye’yi alıp götürürse, oluşacak boşluktan denizler birbirine karışır, dünyanın haritası bozulurdu.
O zaman dünyayı da götürmeliydi adasına. Düşünün 5 milyar insan…
Elbet birtakım güçlükleri de vardı bunun. Ee, ne yapalım, o kadarı da olsun artık. Biz işimize bakalım. Yolcu yolunda gerek. Bütün bunları yaparken Nuh Peygamber kadar ciddiydi.
İşte gidiyordu. Artık canı sıkılmayacaktı.
Dört Büyük Şair:
Dört büyük şair için anma törenleri düzenlenmiş, şiirleri o-kunmuş, sanat güçleri hatırlanmıştı. Kimdi bunlar? Biri Yahya Kemal Beyath. Öbürleri Namık Kemal, Ahmet Haşİm ve Orhan Veli Kanık.
Namık Kemal özgürlük ve yurt şairidir.
Yahya Kemal, Türkçenin güzelliğini çok iyi bir biçimde ortaya koydu. İstanbul’u yazdı.
Şiirimizi çağdaş çizgiye getirenlerden biri de Ahmet Haşim’dir. Yalnızlık duygusunu, hüzünleri işlemiştir.
Orhan Veli, şakacı bir şair. Dili de bugünkü dil. Ne yazık ki genç yaşta öldü.
Bir de Behçet Necatigil, Melih Cevdet Anday, Oktay Rİfat var. Daha niceleri… Ülkemiz şairler ülkesi… Homeros bile burada yaşamış. Günümüzde, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Edip Cansever, Hilmi Yavuz, İsmail Uyaroğlu, Cahit Külebi…
İki Annesi Vardı:
Çıkardığım dergide, yazmak için Ahmed Ariften hayat öyküsünü istemiştim. Beni kırmadı. Her hafta İstanbul’dan Ankara’ya kaim iki zarf geliyordu. Bunlar birikti. Kitap olarak basama-sam da bu yazının ilk cümlesi aklımdan hiçbir zaman çıkmaz. Öyküsü şöyle başlıyordu: “Benim iki annem oldu.”
Ahmed Arif annesini kaybetmiş ve babası başka biriyle ikinci kez evlenmişti. Ahmed Arif, onu da öz annesi gibi sevmiş ve ona hep “Anne” diye hitap etmiştir.
Annemizin, babamızın yerini hiç kimse tutamaz. Ancak, onlardan birisi şu ya da bu sebeple yanımızda değilse ve yerine yeni birisi gelmişse, onu da sevmeli ve alışmalıyız. Her üvey anne ve baba masallardaki gibi kötü değildir. Her şey karşılıklıdır. Sevgi, sevgiyi çeker…
Gülmek:
Eve dönüyordum. Baktım bizim gözlüklü orada. Görür görmez başladı eleştirmeye: “Küçük şeyleri yaz, küçük şeyler Önemlidir. Yazılarını takip ediyorum. Yine sürekli bilgiçlik taslıyorsun. Daha içten olamaz mısın? Sözgelimi, Atatürk’ün kuru fasulyeyi sevdiğini biliyor muydun?”
“..?”
“Ya Napolyon’un midesinde ülser olduğu için, elini hep midesinin üzerinde tuttuğunu? Napolyon biraz gülebilseydi, ülseri azalırdı.”
“Gülmek, dünyaya iyimser ve eğlendirici biçimde yaklaşmaktır. Bu da gülen kişiyi güçlü yapar. Gülen yüz, her zaman güzeldir.”
Ünlü Ressam:
Ünlü ressam yavaşça konuşuyordu: “Çocukların yaptıkları resimlere bayılıyorum. Çok özgür çalışıyor onlar. Yuvarlak bir kedi çizmek isteyenler bile bazen cetvel kullanıyorlar. Resim yaparken cetvel kullanılmaz, elle yapılacak, isterse yamuk olsun.”
“Ressam kime denir? ”
“Renklerle yaşayan kimseye.”
“Şair?”
“Şair de sözcüklerle yaşar.”
Renkler Ölmüyordu:
Çocuk, okul çıkışında her gün buradan geçerdi. Bu kalabalığı ve İnsanları seviyordu. Bir an bütün ders kitaplarının sokakta yürüdüğünü düşündü. Bir adam alışveriş yapıyor, işte Sosyal Bilgiler. İkisi de konuşunca Dilbilgisi ortaya çıkıyor. Büfeci paranın gerisini adama veriyor. Bu da Aritmetik.
Bir kadın, kızını elinden tutmuş sürüklüyor. Böyle kadınlar da var. Belli ki kız annesinden bir şeyler istemiş. İşte bu Masal.
Otobüsler tıklım tıklım dolu. İçlerindeki her insan ayrı kişi; ayrı özlemleri var hepsinin. Roman olmuyor mu bu?
Peki Şiir ne? Bütün bunların hepsinin kendisinde uyandırdığı karışık ama güzel duygu mu yoksa?
Çocuk çantasını bir elinden diğer eline geçirdi. Ağır gelmiyordu. Bir şey artık ağır gelmiyorsa, bilin ki bu yaşama sevincidir.
Düşündü çocuk: “Ne kadar sevgin varsa, o kadar iyi yaşarsın.”
- Hava soğuktu, ama renkler kolay kolay ölmüyordu.