4-Papatya Vadisindeki Morluklar.

24.3K 250 18
                                    

Odama vuran güneş ışığına lanet okuyup yataktan kalkıp banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp giyinmek için eşyalarımı alıp boy aynasının karşısına geçtiğimde göz bebeklerim irileşmiş, elaya çalan irisleri akan rimelin arasından fazlaca belli oluyordu. Bu halde uyumamıştım aslında dış almıştım. Rimelimi de yarın yine kullanırım diye sadece göz etrafım temizlenecek şekilde silmiştim.

Evet, belki pasaklıydım, belki de tembel. Ama göz bebeklerimi yerinden çıkacak kadar ayıran bu değildi.

Dün gece kızarıklığını bırakan boynum bu gün oldukça fazla morarmıştı. Tahmin ettiğimden bile fazla. Dün gece gözlerimin önüne geldikçe bile karnımda oluşan gıdıklanmaya engel olamıyordum. Bana ilk kez dokunan bir erkek boynumda morluklar mı çıkarıyordu gerçekten? Ya da beni böyle baştan çıkarıyordu?

Peki bunu ilk kez yaşamama rağmen bu bana neden bu kadar normal geliyordu.?

Lanet okuyarak banyo çekmecelerini karıştırmaya başladım. Bunu kapatacak bir şey arıyordum.  Fondöten, pudra, kapatıcı… Ten rengine yakın bir kalem bile iş görürdü şu durumda.

Bir yandan çekmeceleri karıştırıyor, bir yandan da üzerimdeki pijamalardan kurtulmaya çalışıyordum. Sadece iç çamaşırlarımla kaldığımda dolaptan siyah bir deri tayt ve grup tshirtlerinden birini çıkarıp yatağa attım. Tshirti üzerime geçirirken başucumda duran saat beni kendime getirdi. 20 dakika içinde okulda olmazsam bu yılın devamsızlık sınırını aşacaktım.

Tshirti çıkarıp şifon olduğunu sandığım bej bir gömlek geçirdim üzerime. İçimdeki siyah sütyenimi belli olsa da buna takmadım. Nasılsa ceketimi çıkarmayacaktım.  Ama siyah jeanlerden vazgeçmeyip, uzun botlarımı da giymeyi ihmal etmedim. İlk kez gömlek giyecektim belki de. Elbiselere ve topuklu ayakkabıya birkaç saatte alıştığım gibi buna da alışabileceğime emindim.

Çekmecelerden birinde bulduğum siyah ipek bir fuları da boynumdaki morluğu kapatacak şekilde sardım. Bir korna sesi duyduğumda sandalye üstündeki deri ceketi üzerime geçirdim, çantamı sırtıma aldım ve merdivenlerden inerken de saçlarımı topladım. “Hoşça kal Bertilda, geç kaldım. “

Kapıdan hızla çıkıp önüme döndüğümde Q7’ye yaslanmış siyah kotlu, koyu lacivertle siyah arası,  v yaka tshirtin içinde duran ipli kolyesi,  kaslı boynunda süzülen, Siyah sakallarının boynunu esir aldığı, telefonuyla uğraşan bir afet karşımda duruyordu.

Onu görünce olduğum yere çivilendiysem de beni görünce yüzüne yayılan geniş, çarpık gülümsemesinin sıcaklığı bacaklarımı çözdürdü ve ona doğru hızlı adımlar atmama neden oldu. Kollarını belime dolarken bir elimle boynuna sarılmış ensesindeki saçlarıyla oynuyordum. Dudakları fuların olmadığı yerden aşağı doğru kayarken, sıcak nefesi tenimi ürpertiyor, bir yandan da dudaklarıyla indirmeye çalıştığı fularım karnımda bir şeylerin hareket etmesine neden oluyordu. Dudaklarını açtığı boynuma sulu bir şekilde bastırınca istemsizce nefesimi tuttum.

“Benim için mi geldin?” Gülümserken mavi gözleri koyu bulutların kapladığı gökyüzündeydi. Tıpkı denizin grileşmesi gibi, onun da gözlerine sis çökmüş gibi griye döndü. Hafif rüzgâr saçlarını rastgele uçuşturuyordu. Her şeye rağmen Beyaz dişlerini yamuk dudaklarından eksiltmiyordu.

Bakışlarım dudaklarına kaydığına dudaklarımı ısırdım.

Düşünme, düşünme, düşünme!

 

“Aslında yardımcını ziyarete gelmiştim bir kahve sözü vardı bana” Yeniden gülümserken bu kez kemikli çenesi kasılmış, diyaframdan gelen bir kahkaha atıyordu. Gözlerimi devirip kolumdaki saate baktım. “Lanet olsun! Geç kalıyoruz.”  Bu kez gözlerini deviren oydu. “Seni kaçırmaya geldim. Bin arabaya.” Kapımı açtığında çenesiyle arabayı işaret etti. Bir arabaya bir Robert’a baktım. “Saçmalama. Devamsızlık sınırındayım ve bir kez daha kalırsam… “ Elini boynuma attı. Ve arabaya yaklaştırdı. “Bir şey olmayacak güzelim, ben her şeyi hallettim. Merak edecek bir şey yok.”

Tanrım, Teşekkürler.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin