Jack, John ve jess korkusuzca savaşıyorlardııı, savaşıyorlardııı.
Birbirinden keskin üç sihirli kılıç.
Üçünün de kılıcı en keskin kılıçlardan daha keskindi.
Tanrıların gücünü almış üç savaşçı ve arkadaştı onlar.
Mavi gözlü ve uzun sarı saçlı jack,
Kahverengi uzun boylu ve yakışıklı john,
Çelik bakışlı genç jess.Yol boyunca her handa olduğu gibi burada da dillere destan şarkıları berbat sesleriyle söyleyen şarkıcılardan vardı. Üç J’yi söylüyordu akşam yemeğini bekleyen misafirlere. Kan yolunun destansı şövalyelerinin şarkısı. Küçük erkek çocukların olduğu kadar kız çocuklarının da ilk öğrendiği şarkılardan bir tanesiydi. Şövalyelerin, yaverlerin, paralı askerlerin, kaçakçıların bildiği şarkı.
Küçük ve eski bir handı burası, bastıkça acı çekiyormuş gibi ses çıkartan tahtalar rutubetli masalar vardı. Kapının sağında kalan boş duvarda Ateş Tanrısının oğlu Huginin kılıcının ağaç bir plakaya resmedilmiş tablosu bulunmaktaydı. Rutubet kokusunun hakim olduğu yemek salonuna yavaştan patates ve soğanlı mercimek çorbasının kokusu mutfağa giden kapının açılmasıyla kötü kokuyu bastırmaya başladı. Şarkısına devam eden küçük genç kıza ortadaki büyük masada bulunan tüccar kılıklı adamlar eşlik etmeye başladı ve bir diğer masada oturan ve orta tabakadan olduğu belli olan baba kız, paralı askerler ve mırıldanarak aşçının yamağı.
Bir buz kadar soğuk olan kılıcını çekerek atından inmeye başladı johnnn.
Yağmurun damlaları kahverengi saçlarını ıslatmıştı.
Salonda bulunan on bir masanın dokuzu doluydu, köpeğiyle yemek yiyen bir yolcu, kaynatılmış deri yeleklerinde bağlı bulundukları hanelerin simgesi olan bir kaç süvari, sol taraftaki birleştirilmiş iki masada ise altı paralı asker diyarın fahişelerinden bahsediyordu. Orta sıranın en sonunda bulunan ve kapıdan girildiğinde fark edilmeyen ama masadan bakıldığında kapıyı ve hana gelen bir misafirin atından inmesi için durması gereken yeri rahatlıkla görebilecek masada bir kadın ve erkek oturuyordu.
-Hugin ve Meer’in aşkını söyle diyerek şarkıcı kızın avucuna bir gümüş bıraktı. ince ve etkileyici bir ses tonuna sahip kadın. Şarkısının sonuna gelmişti zaten. Şarkıcı küçük kız avucunun içerisindeki gümüşe tekrar tekrar bakarak rüyada olmadığına inanmak istiyordu. Bir rüyada olması imkansız sayılırdı çünkü terlemiş avuçlarının içerisini buz gibi gümüş soğutmaya başlamıştı. Öğrendiği kadarıyla acemice bir reverans yapıp leydim, eğer isterseniz daha güzel şarkıları da sizin için seslendirebilirim. Timsahın gözyaşları, korkak prens, Sör Kurley’in Kılıcı, Fahişe Huyaser’in aşkı. Kadının bu kadar uzun ve ses çıkaracak bir şarkı istemesi kadının kendisine yaptığı bir kötülükten başka bir şey olamazdı. Nazikçe teklifi için teşekkür eden misafir kadın Hugin ve Meer’in Aşkını söylemesini istediğinde Leydim nasıl isterlerse dedikten sonra
Sizin gibi zarif bir batılıyı buralarda görmek oldukça heyecan verici diye ekledi sözlerine şarkıcı kız. Ayrıca memnuniyet verici olduğunuda belirtmek isterim diye gülümseyerek avucunda sakladığı gümüşü parmaklarının arasında çevirmeye başladı. Peki sizi bu kadar uzağa hangi rüzgar attı leydim? Hor görülüp aşağılanan bir şarkıcı parçası olsa da aptal olmayacak kadar akıllıydı. Bu kadar kibar konuşan bir kadını bu kadar doğuda bulmak imkansız sayılırdı, üstelik birde verdiği bahşişi sayarsak. Kıyafetleri her ne kadar eski püskü paçavralardan oluşturulmuş olsa da altında yatan ipekli kumaşı bastıramıyordu kızın gözünde.
Başında kapüşonlu deri bir hırka vardı kenarları yünlü fakat kolları yamalıydı kadının, şarkıcı kızın az önce söylemiş oldukları bayağı etkilemişti kendisini. Bir yakut gibi parlayan gözlerinde hafif bir tedirginlik oluşmaya başlamıştı yavaş yavaş.
Kaba ve bir o kadar keskin bir ses tonu ile şarkıcı kızın sağ bileğini tutarak oturduğu yerden kapüşon ve hanın salonunundaki ışığın yetersizliği sebebi ile yüzü karanlıkta kalan adam konuşmaya başladı. Sana elindeki gümüşlüğü dilinin şarkı söyleyerek bizi eğlendirmesi için verdi, aptalca sorularını ve tahminlerini duymak için değil. Alması gereken mesajı doğru bir şekilde almıştı şarkıcı aptal kız, eğer yeni bir tahminde daha bulunursa belkide aldığı gümüşü harcayacak kadar bile ömrü olmayabilirdi. Handaki herkes kendisini tanırdı ve kollardı da bunu biliyordu. Kendisini taciz etmeye kalkan bir kaç tüccar parçası paralı askerlerden bir tanesinin olaya dahil olmasıyla parmaklarından bir kaçını bırakmak zorunda kamışlardı. Ama şu an böyle bir şeye gere yoktu, hem çokta iyi bir iş çıkarmıştı. Adam içinde bir tahmini vardı ama içinde tutmaya karar verdi. Bakımlı eller , işaret parmağındaki safir ile süslendirilmiş bir yüzük, konuşurken gizlemeye çalıştığı aksanı.. ama unutmuştu adam sinirlendiğinde biraz daha ortaya çıkıyordu ne taraftan olduğu.
Güçlü ve Zeki Hugin bir rüyada karşılaşmışlardı oysa Güneşin kızı Meer ile diye devam etti şarkısına aptal kız. Öğrendiği en aptal şarkılardan bir tanesiydi, ayrıca çok fazla bağırması ve arpına şiddetle dokunması gerekiyordu bu şarkıda.
Şişko ve yaşlı aşçı soğan ve patatesli çorbaları servis etmiş ve yamağı ile birlikte ana yemeği getirmeye başlamıştı. Bezelyeli yahni ve havuçlu pilav.
Kadın çorbadan bir kaç kaşık aldıktan sonra yüzünü ekşiterek yemeyi kesti. O çorbayı bitirmelisin, bu bölgenin en sevilen çorbasıdır ve herkes sever ayrıca han çok güzel çorba ve yahni yapar. Ama ben sevmedim şeklinde cevap verdi kadın. Sesinde emir veren bir ton ve kararlılık vardı bir an aşçıyı çağırıp avazı çıktığı kadar bağırmak istedi, lanet olsun ben soğan sevmiyorum geri zekalı bunu bilmiyor musun? Demek içini rahatlatabilirdi. Ama bunu yapamayacağını çok iyi biliyordu.
Çünkü sen buralı değilsin ve bu çorbayı yemezsen bu dikkat çeker. Adamın haklı olduğu kanaatine vardığında çorbasını bitirmiş ve şişko aşçı ile yamağı bezelyeli yahni ve havuçlu pilavı servis ediyorlardı. Aşçı kadın gördükleri ve duyduklarının tamamını kullanarak elinden geldiği kadar kibar davranmaya çalışıyordu. Yersiz reveranslar ve gülümsemelerinin yanında, yamağına kaşı gözü ile yaptığı hareketler. Yamağı on beşli yaşlarda esmer kıvırcık saçlı henüz göğüsleri yeni yeni giydiği tuniğinin altından belli olmaya başlamış aşçıya göre fazlaca sıskaydı.Bu kadar nezaketli davranmasının sebebinde yatan şeyin az önce şarkıcı kıza verilen gümüşlük olduğunu hem adam hem de kadın anlamıştı. Aşçı ve yamağının gitmesiyle birlikte o gümüşlüğü vermemeliydin çok fazla dikkat çekti.
-Bir gümüşlüğün peşine mi düşüyorsun? Verdim ve bitti ayrıca şu aptal kıza bu kadar uzun yüksek bir ses çıkaran şarkıyı Nasıl söyletebilirdim?
Brandon sonunda evinden çıkıyor mu? Sen onu söyle.
Sadece evinden çıkmakla kalmıyor kırlangıç kalesine Lord Frenk’i kurtarma planımıza kadar düştü. Doğunun koruyucusunun işi bir hayli zor. Adamın verdiği cevap kadını mutlu etmekle birlikte düşündürmüştü. Peki Lord Broon sence doğuya hükmedebilecek mi? Broon lar hüküm süremezler, Tanrılar o at ağızlı çilli Broonlara yönetebilmek gibi bir özellik vermemişler. Sadece savaşmak, domuz pastırması yemek ve fahişelerle yatmak. Eğer hüküm sürebileceklerine inanıyor olsaydı bin yıl önce Lord büyük Peter doğunun tacını Lord Raymon’ ın başına geçirip diz çökmek yerine kendi başına takmayı ve bütün doğuya hükmederdi. Belkide Kuzeye hatta güneye bile dedi tırnakları ile ağaç masaya vuran kadın. Haklıydı aslında, defalarca dinlemişti bu hikayeyi, Lord büyük Peter’in o kadar güçlü bir ordusu ve cesareti varmış ki o zamanlar büyük bir göl olan Timsah Gölüne Vahşi Ormanların Kralı Rayne’ in on bin süvarisini üç bin kişi ile göle dökmüştü. O günden sonra Vahşi Ormanın bütün sancaktarları saf değiştirip Lord Büyük Peter’in desteklemişlerdi. Gölün adı da Kırmızı Göl olarak değişmişti. Kral Rayne ’in tüm askerlerini kılıçtan geçiren Lord Büyük Peter hepsini Timsah Gölüne Atmıştı hatta ölmeden korkudan göle atlayanlarında olduğu söylenirdi. Göl ise mavimsi renginden Kıpkırmızı bir renk alarak rengiyle birlikte ismi de değişmişti. Sancaktarları, kardeşleri ve hatta Lord Raymond bile savaşa devam ederek kuzeyi alarak daha güçlü olacağız demişti ama Lord Büyük Peter Lord Raymond’ a dönerek Kral Rayne’ in tacını kafasına geçirmiş ve bağlılık yeminini etmişti. Sonrasında ise Lord Raymond Büyük Lord Raymond olarak muhafızları ile birlikte atlarını Batı Diyarına sürüp Büyük Diyarın kralına bağlılık yemini ederek doğunu muhafızı, koruyucusu kimilerine göre ise Kralı olarak yönetmişti.
Kral, konseyini toplamış dedi adam tiz bir ses ile. Sesinde acı var gibiydi. ‘Evet Richard büyük bir savaşın kaçınılmaz olduğunu fark etmiş ve uzun zaman sonra mührünü kullanmaya başladı.’ Şaşırılmış bir şeye tebessüm ediyordu kadın, bezelyeleri kaşığının sırtı ile tabağın diğer tarafına iterek kabaca kesildiği belli olan bir kaç patates dilimini aldı. Yemeğin lezzetinin göründüğü kadar kötü olmadığına karar vermek üzereydi ama az önce karşısındaki arkadaşının bu bölgenin en güzel yemeği gibisinden bir şeyler mırıldandığını hatırlayarak bu sözlerden etkilenmiş olabileceğine karar verdi. Mührünü kullanmak cümlesinin adamında yüzünde bir gülümsemenin oluşmasına sebep olduğu ortadaydı. Şarap kadehinin ağız hizasına getirdiğinde hafiften bir kaç saniye durarak kadının gözlerinin içerisine bakıp sonuna kadar kafasına dikti şarabı. Sonra ise yavaşça masada yerine bırakıp şarap sürahisinden tekrar doldurmaya başladı.
Richard’ ın kullandığı mühürlerin altında yazanlarda hep büyük ve güçlü kararlar olurdu. Yıllar ne kadarda çabuk geçiyor değil mi? Hep beklediğimiz günler bugünler değil miydi? Adam. Çabuk mu geçiyor? Yıllar geçmek bilmiyor, bir asır beklemişim gibi hissediyorum derken yemeyi bırakarak masadaki metal bıçak ile oynamaya başladı kadın. Town hanesi Doğuya atlarını sürdüğünde Broonlar ile karşılaştıkaların da ne olacak? Lord Tysin diz çöküp tıpkı büyük babası Peter gibi Town’ lara itaat edecektir ve diğer sancaktarlarda. Lord Tysin’ in aptalın teki Doğu da hüküm sürmek isterse veya doğuyu büyük diyardan ayırmak isterse dediğinde adam Lord Tysin aptalın teki ama gücün kimde olduğunu çok iyi biliyor, böyle bir hata yaptığında Thomson’ un onu timsahlara bile yedirmeden bütün vücudunu dilim dilim edeceğini çok iyi biliyor diyerek cevap verdi kadına. Yine de o çilli domuza güvenmiyorum. Artık birilerine güvenip güvenmemek konusunda geç kaldık, ok atıldı, emirler gönderildi. Uyuyan bütün hücreler uyandırıldı.
Kadın asıl sormak istediği soruyu sormak için etrafına dikkatlice baktıktan sonra adama doğru eğildi, eğildiği anda yemekten önce servis edilen çorbanın içerisindeki soğanın kokusunu hissetti. Rahatsız edici derecede kötüydü. Ağzı soğan kokan bir adamla hiç yatmamıştı, dudaklarının bu kadar berbat bir koku ile birleşmesini hayal etmek üzereyken vazgeçti. Hayal etmek bile midesinin kalkmasına yetiyordu.
- Büyük Lord Brandon’ın neler yapacağından emin olmalıyız, eğer bizim planladığımız adımların dışarısına çıktığı anda yeniden plan yapmamız gerekebilir. Ve yeni planlar, beraberinde planlanmamış bir sürü şey getirir.Neler yapabileceğini ikimizde çok iyi biliyoruz. Ve durdurulması en güç adamlardan bir tanesi olduğunu da. Bunu en iyi ben bilirim şeklinde buruk bir Surat ifadesiyle cevapladı adam. Soğuk ve hissizdi yüz ifadesi, soluk gözler ile bakıyordu kadına. O yüzden en yakınındaki adamlardan bir tanesi benim adamım dedi. Kadın üzülerek, çok yazık herkesi kendisi kadar onurlu ve dürüst zanneden bir lord. En yakınındakiler bile ona ihanet ediyor. Bir satranç tahtasındaki kral olması gereken bir adamın yalnızca basit bir piyon olduğunu görmek düşündürücü ve aynı zamanda acı vericiydi. Her zaman olması gereken bir adam olmuştu doğu hanedanlarının büyük lordu. Belki de olması gereken adam olduğu için; adı, çocukları, hanesi yok olup gidecekti. Kimse onu hatırlamayacaktı, hisarın kütüphanelerinde doğudaki eski hanelerden brown hanesinden Brandon Brown, büyük lord brown, doğunun eski muhafızı, doğunun koruyucusu, doğunun kralı, ölü kralı olarak geçecekti. Belki onurundan ve şerefinden bahsedebilirlerdi ama artık hisarında bağımsızlığı ortadan kalkacak , hisarın kulağına ne fısıldanırsa onu yazacaktı büyük hanelerin tarihlerini yazmakla sorumlu olan üstat. Düşünmek bile acı vericiydi.
Doğunun sancaktarları izleyecek? Onurlu ve Adil Brandon Brown’umu yoksa isyancı lord Tysin’ımı? Yada Güneyin koruyucusu büyük lord Thomson Town’umu? Peki Lord Tysin Town ile anlaşmaz ise ne olacak? Kimse savaşı istemez, anneler savaşa giden çocukları için Tanrılara dua etmekten, ölüleri için ağıt yakmaktan hoşnut mu? Zannediyorsun. Kocaları savaşa gidip yıllarca dönmeyen kadınların evine yıllar sonra ki eğer sağ kalmayı başarmışsa kucağında kimden olduğu belli olmayan piçler ile gelen adamların kadınları sence ne ister? Brandon Brown’ un adaleti, ve onurlu olmasını mı? Adam kendi verdiği soruya kendisi cevap vererek, tabii ki barış ve huzur. Lord Brandon Brown babası öldüğünden bugüne kadar yüksek tepeleri huzurlu ve adil bir şekilde yönetmeyi başardı. Belkide son üç yüz yıldır doğuyu yöneten herkesten çok daha iyi yönetti dedi kadın. Söyledikleri adamı pek memnun etmemiş olsa da gerçeğin bu olduğunu ikisi de çok iyi biliyordu hatta büyük diyarda sör unvanından yukarısına sahip olan herkes bunu biliyordu. Sözleri, adaletin kılıcından daha keskin olsun olarak tarihe not düşülmüştü, brown hanesinin. Ve Brandon Brown’ un adaleti de onuru da kılıcından daha keskindi.
İki yabancı konuşmasını sürdürürken, şarkıcı aptal kız yeni bir şarkıya başlamış, orta masada oturan baba ve kız yemeklerini bitirmiş, paralı askerlerden bir tanesi doymadığını belirterek sıska aşçı yamağından bir tabak daha yahni ve havuçlu pilav istemişti. Ayrıca bezelyelerin tam pişmemiş olduğunu belirtmek için şişko aşçına söyle kazanı ateşten indirdikten sonra değil kazan ateşteyken bezelyeleri koyması gerekir, anlıyor musun? Bunlar piştiğinde daha lezzetli oluyor derken baş ve işaret parmağının arasında tam pişmemiş bir bezelyeyi tutuyordu. Paralı askerin söylediği bu sözleri neredeyse salonun hepsi duymuş ve gülmeye başlamıştı. Tüccarlardan bir tanesi elma turtasının ne zaman geleceğini soruyorken küçük ve eski han yapan yağmurun altında adeta eziliyordu. Atlı arabaların tekerleklerinin oluşturduğu izler şiddetli yağmur ile yok olmaya başlıyor ve etrafı derin bir sessizliğin içerisinde gecenin karanlığı kaplamaya başlamıştı.
Hanın bacasından tüten duman ile birlikte gökyüzüne aptal şarkıcı kızın ağzından prensesin tatlı rüyası eşlik ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
On Kralın Savaşı-(Tanrı'ların Merhametsizliği)
FantasyLeydiler, lordlar, savaşçılar ve katillerle dolu bir öykü.Büyük diyarda korkunç bir gerçek olan kuraklığın gelmesiyle birlikte on kralın savaşıda artık kaçınılmaz olmuştur. Komplo, trajedi, ihanet ve Zaferin dehşet verici bir şekilde diyara yayıldığ...