28. BÖLÜM

381 19 0
                                    

Medya: Charles

İlk defa, bağlanmış bir vaziyette sakince durabiliyordum. Komutan Sayk'ın beni çağırmasını bekliyordum. Çünkü bana ne yapacağını çok merak ediyordum.

Aklıma Charles geldi. Yakışıklı ve oldukça tatlı bir şeydi. Düşünüyorum da, rütbeli ve Charles gibi insanlar neden böyle şeylerle uğraşıyorlar? Tamam, Charles'ı tanımıyor olabilirim ama iyi bir insana benziyordu.

Kapı sakince açıldığında, başımı o tarafa doğru çevirdim. Karanlıkta pek yüzünü seçemediğimden, gözlerimi kısarak baktım. Charles mı? Charles'ın burada ne işi vardı ki?

Karşıma oturdu ve bana birkaç saniye sessizce baktı.

"Damla'ydı değil mi?"

"Hıhı..."

"Bildiğim kadar Türk'sün, burada ne işin var?"

"Neden soruyorsun?"

"Sayk beni, seni sorgulamam için yolladı. Şimdi soruma cevap verecek misin?"

"Türk'üm. Halamlar sizin saldırı yaptığınız yerde oturuyorlardı ve bende onları ziyarete gitmiştim. Maalesef ki yanlış zamanda gitmişim." deyip başımı öne eğdim.

"Hımm..."

O, soracak soru ararken ben hala başımı öne eğmiş bir vaziyette duruyordum.

"Nasıl Emrah'ı kendine aşık ettin? O kadar kız gelip geçti hayatından ve ( gülerek ) altından. Nasıl oluyor da sen?"

Emrah'ın adını duyar duymaz başımı ona doğru kaldırdım.

"Her şey zamanla oldu..."

"Nasıl oluyorda Emrah, bir kız için Sayk'ı karşısına alır ki, anlamıyorum."

"O, onun bileceği bir iş. O, beni kaybetmemek için karşı çıktı. Onun tek hatası: iş ile aşkı birbirine karıştırmak. Şimdi bırakında beni gideyim." dedim. Son cümlemi sesimi yükselterek söylemiştim.

"Hoop, o kadar çabuk değil hanımefendi."

Samimi tavırları çok sıcak gelmişti. En azından Sayk gibi değildi.

"Bir sorum daha var. Nasıl o kadar çabuk evlendiniz? İmamı nereden buldunuz?"

Hafif bir tebessüm yayıldı yüzümde. 'Komutanım, o benim karım!' demişti. Çok özledim onu...

"Biz evli değiliz, her şey birlikte kalabilmek içindi."

"Demek öyle. Yalan söylediniz. Hemde Sayk'a?"

"Ben söylemedim. Hem ne olacak sanki? Sayk, yapacağını yaptı bile."

"Onu tanımıyorsun. O, gerçekten de uğraşılması zor bir adamdır."

Bir şey demedim. Zaten ben de öyle düşünüyordum.

"Sayk seni buradan uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyor. Büyük ihtimalle seni başka bir ülkeye gönderecektir. Emrah'ın hangi ülkede olduğunu da bilmiyorsun, böylelikle onu bulamazsın. Sen Emrah'tan uzaklaştığından beri, daha iyi iş çıkarıyor."

"Beni kaçıralı daha 2 hafta oldu! Bu kadar çabuk mu unutabildi?!" dedim. Gerçekten çok sinirlenmiştim.

"Demek ki öyle." dedi alayla ve ayağa kalkıp gitti.

Gerçekten de bu kadar çabuk mu? Bu kadar çabuk mu?

Yanağımdan yaşların süzülmesine izin verdim. Zaten yapacak neyim vardı ki?

RÜTBELİNİN GÖZÜNDEN

Her şey iyi gidiyor...
İyi... İyi...

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Damla'nın kaçırıldığı günü, onu kurtarmanın yolunu düşünmeye ve onu nereye götürebileceklerini bulmaya çalışarak geçirdim.

Ertesi gün, yavaş yavaş onu özlemeye başladım ve o gece bir bira içtim. Sabah uyandığımda, son yaşadığım tramvadan sonra yaşadıklarımı yaşadım. Yine, yerde cam parçaları, kırılmış şişeler ve başımın ağrısı...

Sonraki gün, hepten kendimi yalnız ve onsuz bir hiç gibi hissettim. Üstüne iştahımda kesildiğinden güçsüz düştüm.

Sonra böyle geçti gitti günlerim...
Bir hafta dolmadan, Damla'nın gelebileceği düşüncesiyle, kendime çeki düzen verdim. Yemeğimi yemeğe, içki içmemeye ve orduyla ilgilenmeye başladım.

2 hafta... Tam 2 hafta oldu, onun yüzünü görmeyeli, kokusunu içime çekmeyeli...

Kalbimin sahibi bir taraflarda, ne taraflarda, nerelerde bilmiyorum. Onu bulamıyorum.

Sayk'in saklayabileceği en yakın yerlere asker gönderdim, bazı yerlere de kendim gittim. Ama yok, yok işte!..

O burada değil, başka yerde. Sayk, onu başka bir yere götürmüş.

Beklemekten başka çarem yok...

Çaresizim...

Aşığım...

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Keskin nişancılarımız azaldığı için, askerlerden seçmeler yapıyordum.

Mühimmat azaldığı için Sayk, birkaç mühimmat göndermişti. Keskin nişancı silahlarından birkaçını alıp, sona kalan askerlere verdim ve onları keskin nişancılarım olarak değerlendirmeyi düşünüyordum. Ama uluslararası bir hazırlık konvoyuna yollamam lazımdı. Hazırlık konvoyu, seçilen askerleri görev için hazırlardı. Onlar için gerekli alan hazırlanıp asker eğitilirdi.

Her şey iyi gidiyor...
İyi... İyi...

ASIL KAHRAMANIMIZ DAMLA'DAN

Gözyaşlarım dindikten sonra, rütbeliyle yaşadığımız son olayları değerlendirmiştim. Ama onu benden uzaklaştıracak şeyler yaşamamıştık, tam tersine birbirimize daha da bağlanacağımız şeyler yaşamıştık.

Ne yapacağımı, ona nasıl ulaşacağımı bilmiyordum.

Onca şeyden sonra...

Ben... Hayır, hayır inanmıyorum...

Bu kadar kolay olamaz!..

"Charles! Charles!" diye bağırdım. Elimde değildi inanmak istemiyordum.

"Ne oldu?!"

"Yalan söylüyorsun! Sen yalan söylüyorsun! O beni bırakmaz!"

"Sakin ol! Ağlama, yeter!"

"O beni çok seviyor, tamam mı?!"

"Tamam, tamam, ben yalan söylüyorum."

Yanıma geldi ve kafamı göğsüne bastırdı. Ben ağlamanın ve sinirin etkisiyle onun neden böyle yaptığını ya da benim neden izin verdiğimi sorgulamamıştım.

Ellerim bağlı olduğu için onu itemiyordum ya da, tam da ihtiyacım olan şeyi, sarılmayı gerçekleştiremiyordum.

"Sakin ol, şşşş..." deyip saçlarımı okşamaya başlamıştı.

Kendime geldiğimde ilk iş olarak, kafamı onun göğsünden çektim.

Gözlerimin içine bakarken gözlerimi ondan kaçırdım. Ellerini yüzüme getirdi, sanırım gözyaşlarımı silecekti. Ama ben buna izin vermedim. Başımı geriye doğru çektim. O da zaten ellerini indirdi.

"Bu kadar kafaya takma..."

"Beni ona götür, lütfen..."

"Bunu benden isteme..." dedi ve kapıyı çarpıp çıktı.

Ne yapacağımı bilmiyordum...

 RÜTBELİNİN ESİRİ (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin