Arayış

1 0 0
                                    

ARAYIŞ

*

Alabildiğine sıkılıyordum. Kafamın içindeki dünya bana uzaklardan sesleniyordu sanki. Her şey karmakarışıktı. Sesler, görüntüler, hiçbir şey net değildi. Elim sürekli başka işlerle ilgileniyordu. Gözlerim odanın etrafında fır dönüyordu ve bu can sıkıntısı her geçen gün can alırcasına artıyordu. Son zamanlarda bir hayli kilo verdiğimin farkındaydım. Ama kendime sürekli yalan söylüyordum. Kitaplık toz içinde, kitaplar toz içinde. Dün sakallarımı kestim, aynaya baktım. Kendi kendime konuştum. Sanki Tanrının artık çamurlarından yapılmış gibiyim. Yazı masamdan kalkıyorum, kapıyı açıp salona geçiyorum. Buranın soğukluğu iliklerime kadar işliyor, hızlıca banyoya girip aynaya bakmadan yüzümü yıkıyorum. Çiviye asılı havluyu alırken yırtıyorum. Yırtıldığı yerden havluyu yine çiviye asıyorum. Mutfağa girip buzdolabını açıyorum. Raflar kir içinde, yapış yapış. Salça kutusunun içinde biriktirdiğim tütünden bir tutam alıyorum. Ellerim titreyerek kendime bir sigara sarıyorum. Ellerimin titremesi haftalardır tek satır yazamadığımdan, yoksa alkolik değilim.

Sigaramdan çektiğim nefes ciğerlerimi dumanla doldurdu. Ayağı aksak sandalyemde biraz sallanarak keyif yaptım ama aklım hâlâ yazamadıklarımdaydı. Küçük mutfağım bir iki nefesten sonra gri bulutlarla doldu. Camlar soğuktan terliyordu. Küçücük çatı katım sessizlikle aşk yaşıyordu. Geçen gün ocakta yaktığım çaydanlığımı alıp çay demledim. Mutfak camından karşı komşu gözüme takılıyor. Geniş ve kapalı olan balkonunda daracık şortuyla dolaşıyor. Parmaklarında sigarası, kulağında cep telefonu hararetle birisiyle konuşuyor. Üzerindeki siyah atletin askısı sol omzundan aşağıya düşmüştü. Gözlerim memelerinin dolgunluğuna takılıyor, yutkunuyorum. Avuçlarımın terlediğini hissediyorum. Geniş kalçasını penceresinin mermer pervazına yaslıyor. Mermerin şanslı olduğunu düşünüyorum. Ayaklarını balkona uzatıyor, bacaklarını okşuyor. Sanki benimle oyun oynuyordu. Az önce donan vücudum şimdi kor gibi yanıyordu. Kadınsız ve yalnız geçen günlerim giderek artıyordu. Demlik ocağın üstünde titremeye başlamıştı. Çayı demledim ve bir sigara daha sardım. Güzel komşum içeri girdi. Keyfim kaçtı. Çayı kendi haline bırakıp odama geldim. Yazdığım öyküye şöyle bir göz attım ama olmuyordu. Her satırı dört defa karalıyordum. Hiçbir kelime bana ait değildi sanki. Yorgun bir et parçasını taşıyordum bu hayatta. İçimdeki kemikler birer iğneden farksızdı benim için. Bazen nefesimdeki grilikten korkuyordum. Ölümü sürekli hatırlamam, neden? Öyle bir hayatım vardı ki, bir sokak köpeğinden farksızdım. Yalnızdım. Hep olmak istediğim gibiydim işte. Şimdi bunun nesini beğenmiyordum? Annemin ölmeden önce söylediği sözler kulaklarıma vuruyordu. "Birini sev oğlum, sev ve onunla evlen. Ölüm bile, yalnızlık gibi öldürmez insanı." demişti. Şimdi ölüyorum anne. Ama sevgisizlikten değil, sensizlikten ölüyorum, yokluktan ölüyorum, açlıktan ölüyorum. Kendi kendime konuşmalarım gittikçe çoğalıyordu. Sabah akşam bunu mutlaka tekrarlıyordum. Salondaki soğuğu düşünmeden mutfağa geçip çay alıyorum. Komşum balkonda değildi. Gözlerimi balkonunda şöyle bir dolaştırdım. Merak ettim onu. Kim bilir içerde ne yapıyordu? Yatağına uzanmış bacaklarını okşuyor olabilirdi. Ya da çırılçıplak yatıyor da olabilirdi. Kaç zamandır gözüme böyle güzel görünmemişti. İçime doğru akan bir sıcaklık hissettim. Sanki teni tenime değiyor ve şeytanın ateşi üzerime dökülüyordu. Günah dönüyordu etrafımda. Santim santim günah. İnsanın canı günah çeker miydi? Bilmiyorum! Şuan mutfakta, elimde çay bardağını tutarken onunla birlikte günaha girmek istiyordum. Çayı lavaboya döktüm. Kendime yeniden bir sigara sardım. Hazzın tadına varır gibi çektim dumanı içime ve öylece dışarıya bıraktım.

Gece rüyamda annemin cenazesini gördüm. Tabutunu taşırken kara bir köpek dik dik suratıma bakıyordu. Ben ömrümde böyle çirkin köpek görmedim. Gözlerinde bir şey vardı sanki. Beni bir kurt gibi yiyip bitiriyordu. Annemin tabutunu taşırken, içimden bir ses onun arkamda olduğunu fısıldıyordu. Ayaklarımdan, saç köklerime kadar ateşte kavruluyordum. Mezarlığın içine girdiğimizde yüzünü bir kere bile görmediğim insanlar bana baş sağlığı diliyordu. "Siz kimsiniz be! Hepiniz defolsanıza, ben tek başıma gömerim annemi!" diyemedim. Açılan çukurun başına doğru geldim. Köpek! Evet, evet o kara köpek mezarın başında duruyordu. Suratıma çarpan soğuk rüzgâr ince bir çizik attı etime. Tam bir adım atmıştım ki, kapının yumruklanma sesine gözlerimi açtım. Sıcakkanım heyecanın etkisiyle damarlarımda hızlıca yol aldı. Ayaklarıma terliklerimi geçirip kapıyı açmaya gittim. Gelen kardeşimdi. Yüzü soğuktan kireç gibi olmuştu. Beni iterek içeriye dalıverdi. Bazen ben mi ağabeyim, yoksa o mu karıştırıyorum. Dizlerine kadar gelen parkası ile evin ortasında kollarını ellerini ısıtmaya çabaladı. "Sobanı neden yakmadın?" diye sorunca öylece kalakaldım. "Kömür kalmadı!" dedim. Bana öyle bir yüz ifadesiyle baktı ki, "İşte yumruğu koyacak suratıma." dedim.

"Sana verdiğim parayı ne yaptın?"

"Veresiyeyi kapattım."

"Veresiye için verdiğim parayı ne yaptın?"

"............. Öteki veresiyeyi kapattım!"

"Kimi yiyorsun ağabey ya! Kaç yere veresiye bağladın?

"Hımm... Aslında saymadım. Onlar beni durdurup borcum olduğunu söylüyorlar, ben de ödüyorum."

"Sen?"

"Yani sen bana, ben onlara işte."

Kendi kendime bir an düşündüm. Sahiden benim kaç yere borcum vardı? Kız haklıydı, kazık kadar herif oldun hâlâ kardeşinden para alıyorsun. Aynada kendime baktım, kılığımdan kıyafetimden utandım. Mutfaktan sesler geldi koşarak mutfağa gittim. Suratıma tokat gibi çarpan yine o bakış, "Ağabey, dolap bomboş! Sen ne yiyorsun?" Uzun zamandır aç olduğumu söylesem yine o bakışlara maruz kalacaktım. İçten içe iğneler saplanıyordu onun gözlerine baktığımda. "Daha dün bitti, yeni bir şeyler almaya da vaktim olmadı." Ne kolay yalan söylüyordum böyle. Açlıktan geberiyordum ama yine burnumdan kıl aldırmıyordum. Şöyle uzaktan ona bir baktım da, güzel bir hayatın içinde kendisine yer bulmuştu. Kocasıyla ara sıra kavgada etseler, birbirlerini severlerdi. Dünyanın içinde benden daha çok yalan söyleyen insanların var olduğuna inanıyordum. Hatta biliyordum. Kim kimi bu yüzyılda sever ki? Sistem size neyi sunarsa, siz onu seversiniz. İnsan kendini kandıran aptal bir liderden başka bir şey değildir bu hayatta. Hep kendine merhamet eder, acır, güç verir. Dünya böyle insanlarla doludur. Sadece etrafınıza bir bakın ya da aynaya, göreceksiniz.

Kardeşim yarım saat sonra elinde torbalarla geldi. Buzdolabını temizledi, tütünümü çöpe attı. Hem de gözlerimin önünde. Ağzımı açıp tek bir şey söyleyemedim. Aldıklarını poşetlerden çıkarıp dolaba dizmeye başladı. Süt, yumurta, reçel ve peyniri kendi evindeki mutfağa dizer gibi dizdi. İlk kez o gün evli olduğu için üzüldüm. Yanımda olmasını çok isterdim. Yerdeki poşetleri iç içe toplarken bira almamış olduğunu fark ettim.

"Bira almadın mı?"

"Hayır!"

"Neden?"

"İçmeyeceksin de o yüzden!"

Öyle planlı bir hayatı vardı ki, bütün hayatlar hakkında plan yapma hakkını kendinde buluyordu. Bir saat içinde kendi evimi tanıyamaz hale geldim. Her yeri toparladı. Benim dağıttığım ne varsa, o hepsini bir of bile demeden yerlerine yerleştirdi. Kirli çamaşırlarımı makineye attı ve ardından çıkıp gitti. Vazonun altına beni bir ay idare edecek parayı bıraktıktan sonra. Bir sineğin örümcek ağına yapıştığı gibi ben de yapıştım yalnızlığa. Elimi hiçbir işe atacak dermanım yoktu üzerimde. Oturdum. Öyle bir sebep olmadan. Hiçbir şey yapmamak üzere. Uyumak istedim. Korktum. Yine annemin karabasanlarını görürüm diye korktum. Ağlamak istedim yapamadım. Burnumdan yukarıya çıkmadı vücudumda biriken sular. Hayatıma baktım. Elimde nelerin olduğuna ve nelerin olmadığına. Toparlanmış evin nefes aldığını duyuyordum şuan. Benimle can çekişen evim, şimdi hayat bulmuş gibi ışık saçıyordu. Başım dönüyordu. Sarhoş değildim ama gözlerim yorgundu. Derin bir oh çeksem, sanki ciğerlerimi tıkayan pisliği bir lavabo gibi akıtıp giderecektim. Evin soğukluğuna aldırmadan soyundum, banyoya girdim. Annemi yıkar gibi yıkadım kendimi. Üzerimdeki toprak ve ölü kokusu gidene kadar keseledim bedenimi. Etim kızarıncaya kadar, kanayıncaya kadar sürttüm o naylon bezi etime. Bir dine inanmıyordum ama su kutsal bir tören gibi dokunuyordu tüm uzuvlarıma. Yüzümü sabunladım ve tıraş oldum. Aynada tertemiz yüzüme baktım. "Şimdi adama benzedin işte!" dedim.

Dolabımı açtım. İçinden en güzel takımımı çıkardım ve üzerime geçirdim. Saçlarıma hafif jöle sürdüm ve taradım. Mutfakta kendime bir kahve yaptım. Camdan baktığımda karşı komşumla göz göze geldim. Aynı atlet, aynı şort. Elimde dumanı tüten kahvem gözlerimin önünden bir bulut geçiriyordu. Gözlerim gözlerine imza atıyordu. Gülümsedim ve gülümsedi. Atletinin sol askısı hâlâ aşağıdaydı. Yutkundum. Teninin rengini hangi tabloda gördüğümü hatırlamaya çalıştım. Olmadı. Umurumda da değildi zaten. Kahvemden bir yudum aldım. Sigarasından bir nefes çekti. Dumanı yüzüme üfledi ama insanın ürettiği saydam madde, nefesinin yüzüme vurmasını engelledi. Fincanı tezgâhın üzerine bıraktım ve son bir kez ona bakıp, kendimi sokağa attım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 03, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ArayışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin