Saat çoktan on ikiyi geçmişti. Elimde ki kalitesiz ve her an kopmaya hazır market poşetiyle eve doğru yola koyulmuştum yılın bu zamanı hava çok güzeldi. Gündüzleri sıcak olsa da akşamları hafif serin rüzgârın tenimi okşaması hoşuma gidiyordu. Haziran ayı benim için pek çok şey demekti. Örneğin üniversite sınavı, mezuniyet, liseden kurtulmam ve tabi ki kira ödemesi. Evet artık bir üniversiteli olmak için tek gereken girmiş olduğum sınavdan yüksek bir puan almaktı. Gerçi sonuçtan pek umutlu değilim. Çoğu zaman ders çalışmak yerine film izlemeyi ve kitap okumayı tercih ediyordum. Nedense ders kitapları hariç tüm kitapları okumaktan zevk alıyordum.
Çoğu akşamın aksine bugün havada hiç rüzgâr yoktu hatta püf bile demiyordu. Saçlarımı kestirsem iyi olacaktı kahverengi saçlarım göğüs hizamı bile aşıp uzamışlardı. Hayatım boyunca saç uzama rekorum bu olsa gerek. Ama sıcakta uzun saçın çekildiği pek söylenemez. Yolun karşısına geçmek için ışıklarda beklemeye başladım benden başka kimse yoktu. Biraz bekledikten sonra hiç araba olmadığını fark ettim ve ışığın yanmasını beklemeden kendimi yola attım. Tam yolu yarılamışken üzerime doğru gelen iki beyaz ışık gördüm. Şimdi o insanları anlıyordum, hani şu üzerine araba hızla gelirken koşmak ve kaçmak yerine sadece bağıran insanları. İnsan o an ne yapacağını şaşırıyor ve kilitlenip kalıyordu. Onlar en azından bağırıyordu, ben onu bile yapamamıştım. Hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Evet dedim ölüyorum. Ama daha üniversiteye gidecektim, yakışıklı bir çocukla çıkıp evlenecektim. Kariyer mi çocuk mu diye düşünecek en sonunda bebekte yaparım kariyerde diye karar kılıp herkesin bana hayran kalmasını sağlayacaktım. Saniyeler için de bu kadar düşünebildiğimi bilseydim daha çok ders çalışırdım. Zavallı beynim ne kadar hunharca kullanmıştım seni. Kaderime 3 saniye de razı olup o ışıkların beni yok etmesini bekledim. Kalitesiz market poşetini kendime siper ettim. Ani bir fren sesi kulaklarımı çınlattı. Gözlerimi kapadım ve kendimi olduğum yere bıraktım.
Poşetimle beraber yere popo üstü çakıldım bir elimi asfalta dayadım poşetli elim hala havadaydı. Arabanın ışıkları hala gözüme giriyordu ve burnum asfalta sürten lastik kokusuyla dolmuştu. Bir kapı sesi duydum ve ardından biri seslendi
" Sen aptal mısın taş kafalı? Neden yola atlıyorsun. Orada ki trafik ışıkları ne işe yarıyor sanıyorsun?"
Çocuk arka arkaya bir şeyler söylüyordu ama ben hala öldüm mü acaba diye düşünüyordum.
" sana söylüyorum heyy"
Ne diyordu bu salak şurda iki dakika travma yaşatmadı insana. Gözlerimi açıp baktığımda yüzüme vuran farlardan bir şey göremiyordum. Uzun boylu bir siluet sürekli elini kolunu sallayarak bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Elimi gözlerime siper ettim ve
" Orda konuşmaya devam mı edeceksin yoksa gelip kalkmama yardım edecek misin? Sanırım ayak bileğimi incittim kalkamıyorum"
Tabi ki palavra atıyordum bileğim falan incinmemişti. Olayda suçlu bendim ama yine de altta kalmama gerek yoktu. Şimdi adam pimpirikli bir tipse polis molis karıştırabilirdi işe. Baktım hala gelmiyor kalkmaya çalışıyormuşum da bileğim bana engel oluyormuş gibi birkaç kez kalkmaya yeltendim. Bir süre sessizce beni izledikten sonra yanıma geldi beni belimden tuttu ve ayağa kaldırdı.
" kendi kendine bileğini incitmen de büyük başarı" hırt herif kusura bakmayın falan de git işte ne uzatıyorsun.
" eee sen de o hızda girmeseydin be yola ben sadec..." başımı kaldırmamla çocuğun o delip geçen siyah bakışlarına yakalanmam bir oldu. Allah'ım bu nasıl bir yüzdür böyle o sert yüz hatları uzun kirpikleri ve dudakları. Bıraksaydım da çarpsaymış bu tiple çarpmayı hak ediyor bence.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KÖLESİ &(Sözleşme)
Romance"Sen de şu filmlerde ki kötü çocuklardan olmalısın" dedim. Güldü; "İnan bana o çocuklar fazla iyi" Kölelik unutulmuş bir kavramdı ama onlar için değil... Derin yaşadığı küçük kasabada hayata tutunmaya çalışan ve tüm zorlukların üstesinden gelmek içi...