'Aradığınız numaraya şuan da ulaşılamıyor. '
Aradıktan sonra bunu duyduk ve birkaç defa daha aradık. Ama hep aynı cevabı aldık.
"Ya üzülme, akşam bir daha ararız." dedi Astha.
Bana hüzünle bakıyordu. Ya da ben öyle sanıyordum ama o da üzülmüştü.
Hayallerim ve umutlarımın tülendiği noktada üzülmem doğal bir şey değil miydi? Merak ediyorum da:
Rütbeli beni bulmaya çalıştı mı?
Merak bile mi etmedi?Bunların cevabını bir türlü öğrenemeyeceğim. Benim ona ulaşmam lazım. Ama nasıl?
"Damla bir şey söyle."
"Ne söyleyeyim?"
"Bak, akşam bir daha ararız."
"Off, tamam..."
"Aç mısın, bir şeyler getireyim mi sana?"
"Bu durumda bir şey yiyemeyeceğim."
"Haklısın, sormam hataydı." deyip çift kişilik koltuğa oturdu.
Sadece bir noktaya odaklanmıştım. Tek kelime değil, bir harf bile söyleyemeyecek kadar yorulmuştum artık. Kalbimde zaten bir hançer vardı, saplıydı... Şimdi ise hançerin saplandığı yer kanıyordu. Hançeri çıkaracak gücüm de yoktu, kurtarıcımı bekliyordum. Gel ey sevgili! Gel de kurtar beni!
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Hava kararmaya başlıyordu, Astha ayağa kalkıp gitti. Odada tek başıma kalmıştım. Birden bir zil sesi duydum, bir melodi. Kafamı çift kişilik koltuğa çevirdiğimde, Astha'nın telefonunu unuttuğunu gördüm. Telefon çalıyordu. Yataktan kalktım ve telefonu elime aldım. Arayıpta ulaşamadığımız numara arıyordu.
"Alo." dedim.
Karşımdaki kişi konuşmaya başlayınca onun yabancı olduğunu ve ne rütbeli ne de Charles olmadığını anladım. Adama birkaç defa Türkçe karşılık verdim ve telefonu suratıma kapattı.
Gerçekten artık tükenmiştim ve ağlamaya başladım. Artık dayanacak gücüm bile kalmamıştı. Kendimi güçsüz ve aciz hissettim. Başımı ellerimin arasına aldım ve ağlamaya devam ettim. Yapacak ve beni rahatlatacak tek şey buydu...
Kapının açılma sesini duyunca hemen gözyaşlarımı silmeye çalıştım. Gelen kişi sesini çıkarmadı, ben yere bakarken önümde durdu. Ama, ama bu imkansızdı... Önümde duran kişinin ayaklarında asker botları vardı. Kafamı iyice kaldırdığımda asker pantolonu giydiğini gördüm. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum. Dayanamıyordum. Hızla başımı kaldırdım ve onun grimsi gözleriyle karşılaştım. O uzun, koyu saçlarına dokunmak istedim.
"Emrah..." diye bir fısıltı döküldü dudaklarımdan.
Gülümsedi...
"Seni çok özlemiştim. Demek Sayk'ın elinden kurtuldun." dedi.
Ama soğuktu; bana dokunmuyor, sarılmıyordu. Yaklaşmıyordu. Kapı açıldı ve kafamı o tarafa doğru çevirdim. Astha, elinde yemek tepsisiyle gelmişti.
"Astha, bak işte rüt..." önüme döndüğümde rütbeli yoktu.
"Ama o buradaydı..."
"Kim buradaydı?'
"Emrah..."
"Saçmalama Damla; açlıktan ne dediğini bilmiyorsun, gel bir şeyler ye." dedi.
Olanları anlamadım ama pek üstelemedim. Sanırım hayal olduğu için rütbeli soğuk davranıyordu, bana yaklaşmıyordu.
Anladığım tek bir şey vardı: ben delirmek üzereydim...
Onun yokluğuyla, sarhoş oluyordum...
Ve bu, elimde değildi...MEDYA: DAMLA
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜTBELİNİN ESİRİ (BİTTİ)
RomanceSavaşta esir alınmak... Esir alındığı kişinin kalbine de esir düşmek... Aslında her şey aşkın gücüne bağlıydı... Bu güç, onları yaşadıkları harabeden kurtarıp mutlu bir sona sürükleyecekti...