“Şimdi değil.” Diye fısıldadım kendimi sakinleştirmeye çalışırken, göğsümden gelen derin bir öksürük boğazıma dikenli teller sürtülüyormuş gibi hissettirirken lavabonun beyaz tezgâhına yasladığım sağ elimi kaldırdım ve musluğu açtım. Suyun rengi yavaşça kızıla dönerken hafifçe titreyen elimi suyun altına koydum, derin bir nefes aldıktan sonra sol elimdeki çantayı tezgâha bırakıp diğer elim ile birleştirmiş ve doldurabildiğim kadar suyu yüzüme çarpmıştım. Vücudum bu ani ısı değişimi nedeniyle sarsılırken normal zamanlardakinden daha fazla nefes alma ihtiyacı hissettiğim için dudaklarım aralanmıştı, su soğuktu. Gözlerim üzerlerindeki hafif su birikintisine rağmen yüzümü kurulamak için bir şey bulma amacıyla lavaboda gezinirken bulamamanın yarattığı hayal kırıklığıyla yeniden alt dudağımı ısırdım ve çeşmeyi kapattım. “Lanet olsun.” Tezgâhta duran sırt çantama uzanırken parmaklarım fermuarı zorlukla açmıştı, çantamın içindeki beyaz tişörtümü ellerime aldım ve yüzümün üzerine bastırdım. Sağ elim destek alma ihtiyacıyla tekrar tezgâha dayanırken sol elimdeki tişört gözlerimden dudaklarıma doğru inmişti. Duraksadım ve gözlerimi ilk kez aynadaki yansımama doğru diktim, ölü. Bir ölü gibi görünüyordum, zaten beyaz olan tenim donuklaşmış ve sağlıksız olduğunu haykırıyor gibiydi. Dudaklarım, onları arındırmak için verdiğim çabaya rağmen üzerlerinden geçip giden kanın etkisi nedeniyle kıpkırmızıydılar. Derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine gözlerimi kapadıktan sonra elimdeki tişörtü indirip özensizce omzuma aldığım çantamın derinliklerine doğru ittim ve gri renkli kapıyı çekip başka bir yere gitme arzusuyla yanıp tutuşan vücudumu lavabodan dışarı attım. Kısa kahve koridoru geçerken gözlerim masaların arasında Emmy’i arıyordu, bar taburesinde olduğunu fark etmemle birlikte adımlarımı hızlandırmıştım. Yanındaki bir oğlana bakıp sırıttığı sırada dikkatini çekebilmek için elimi viski bardağının yanına koydum, hevesli bakışlarını bana çevirir çevirmez parmağını bir dakika istediğini belirtmek için hafifçe kaldırmış ve dikkatini yeniden taburedeki karşı cinsine vermişti. Devirdiğim gözlerimi bir süre tavandaki ahşap oymalarında gezdirirken sağ ayağımı yere vurarak düz bir ritim tutuyordum, bakışlarım izlendiğim hissine kapılır kapılmaz istemsizce karşıya dikilmişlerdi. Açık kumral saçlı kız-onu okulda görmüştüm- dikkatini onunla birlikte masada oturan ve esmer olanın söylediğinin ardından atılan kahkahalardan çekmiş ve bana yöneltmişti, beni rahatsız olmama neden olacak küçümseyici bakışlarıyla baştan aşağı süzerken kadehinden küçük bir yudum almak için dudaklarına götürdü. Yanındaki sarışın erkek onun masayla olan bağlantısının koptuğunu anlayınca gözlerini nereye diktiğini öğrenmek için kızın baktığı yöne doğrultmuştu, beni görür görmez koluyla kumral kızı hafifçe dürttü. Bu yaptığı kızın yüzünü ekşitmesine ve kollarını göğsünün üzerinde birleştirip arkasına yaslanmasına neden olmuştu, başını karşısındaki esmer arkadaşına doğru çevirdi.
“Seni dinliyorum.” Emmy’nin sesi dikkatimi yeniden ona vermeme neden olmuşken gözlerimi karşı masadan çektim ve Emmy’nin sırıtan suratına baktım, ritim tuttuğum ayağımı durdurdum.
“Benim gitmem gerek.” Dedim başka bir şey söylemeye gerek duymadan, dudakları itiraz etmek için aralanmışken topuğumun üzerinde dönüp kapıya yöneldim. “Yarın okulda görüşürüz.”
Dışarı çıkar çıkmaz yaptığım ilk şey akciğerlerimi hayata döndürmek için iliklerime kadar hissettiğim ılık havayı içime çekmek olmuştu. Öne doğru bir adım atacağım sırada başımda hissettiğim sancı on saniyeden daha az bir süre duraksamama sebep olmuştu. Sancı sanki geçip giden bir yağmur bulutuymuş gibi beni rahat bırakırken karanlık caddeye doğru bir adım atmıştım. Orta hızla hareket eden arabaların arasından geçip karşı kaldırıma ulaştıktan sonra bile dinlenme ihtiyacı hissetmiştim; vücudum enkazdan farksız gibiydi.