Ertesi gün Emma'nın doğumgünüydü. Ama okuldayken 1 kişi bile kutlamamıştı. Tabii Jake dışında. Emma bahçede tek başına yürürken Jake koşup onun yanına gelmişti.
-Merhaba doğumgünü kızı.
-Ne doğumgünü ama!
-Şey... Bu akşam için bir planın var mı?
-Neden soruyorsun?
-Belki beraber E....'de akşam yemeği yiyebiliriz diye düşünmüştüm.
-Bu bir randevu mu?
Jake bir şey söylemedi. Sadece Emma'nın yüzüne bakıp gülümsedi.
-Saat kaçta?
-8:00 iyi mi?
-Çok iyi. Orada görüşürüz
Bir süre birbirlerine bakıp gülümsediler.
Akşam olmuştu. Emma, askılı, lacivert üzerinde pembe ve beyaz çiçekleri olan bir elbise ile beyaz babetlerini giymişti. E....'ye vardığında, Jake onu iki kişilik bir masada bekliyordu. Masanın üzerinde mum ve güller vardı.
-Hoşgeldin dedi Jake, gülümseyerek.
-Merhaba. Bu kadar şey yapmana gerek yoktu, gerçekten.
-Özel hissetmeni istedim.
-Bu konuda çok iyisin.
O sırada bir garson onların masasına gelmişti. Siparişlerini verdiler ve beklemeye başladılar.
-Herşey için teşekkür ederim dedi Emma.
-Bir şey değil. Bugün senin doğumgünün.
Yemeklerini beklerken biraz kendilerinden bahsettiler, espriler yaptılar, gülüştüler, şakalaştılar. Yemeklerini bitirdikten sonra ise biraz yürümeye karar verdiler. En sonunda deniz kenarına gidip denize taş atmaya başladılar. Rüzgar tatlı tatlı esiyordu.
-Bugün hayatımın en güzel günüydü Jake, bu doğumgünümü asla unutmayacağım dedi Emma.
-Bunu hakediyorsun Emma, sen kötü biri değilsin.
-Sahi mi? Ama herkes benden nefret ediyor.
-Ben etmiyorum.
Birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Jake Emma'ya yavaşça yaklaştı ve dudağına bir öpücük kondurdu. Emma'nın vücudu uyuşmuştu. Ve sadece tek bir şey hissediyordu: Aşk.