Ön sıradaki o kendinini bir şey sanan oysa hepsi yalancılardan oluşan grubuna baktıkça, yediğim hamburgerin ağzıma tekrar geldiğini hissediyordum. Kendi oyunları içinde küçük küçük gülüp, oyun bittiği zaman mızıkçılığa başlıyorlardı. Sanki hepsinin arkasında başka bir patronu varmış gibiydi. Koca bir yalanın içinde ne de olsa bitecek bir pislikten ibaret olan bağları zorlamalarındaki amaç neydi? Anlamıyordum. Anladığım tek şey o pisliğin hamburgerime bulaştığıydı. Yersem mikrop kapacağımdan korktum. Öyle bir olayın bana bulaşmasını istemezdim. Arkadaşlık gibi bir hedefim yoktu, kendimin arkadaşıydım ne de olsa. Kendime ihanet etmediğime göre bunda bir sakınca yoktu. En azından, birilerini seviyormuş gibi görünmek, olduğumun dışına çıkmak ve başkalarının hoşlanmadığı konuları konuşmak zorunda değildim. Böyle olması beni her şeyin dışına itiyordu, yani yalanların dışına.
Önümdeki tepsiyi aldım ve çöpe boşaltmak için ayağa kalktım. Kafamı kaldırdım ve sınıfın az önceye göre biraz daha dolduğunu fark ettim. Hatta birazdan sayısı artmış olan o koca pisliğin önünden geçmek zorunda kalacaktım. Derin bir nefes alıp sıkıntıyla dışarı verdim. Sonra yavaş adımlarla çöplüğe yani pisliğin bulunduğu kısıma doğru yürümeye başladım. Sağ tarafımda bir kız telefonuyla oynuyordu, sol tarafımda basket takımının kaptanı abimiz yine kızlarıyla takılmakla meşguldü. Az ileri sağımda birbirini çekiştiren daha isimlerini bilmediğim oyuncular -arkadaşlar- vardı.
Çöplüğe emin adımlarla yaklaşırken bir yandan da pisliğin sınırları içine girmiştim. Orta en ön sıra tamamen o böceklerle kaplıydı. Göz ucuyla baktığımda kızlı erkekli dokuz kadar kişilerdi. Yavaş yavaş önlerinden geçerken turuncu kıvırcık saçlı erkeğin bana baktığını fark ettim. Bir yandan sırıtıp bir yandan bana bakıyordu. Tabii ki onu görmemiş gibi yaparak çöpümü boşalttım. Arkamda bir sessizlik olduğunu fark ettim. "Hişşt! sen. Neydi ismin. Eee... Çağla mıydı?" Birden sessizlik yerini kahkahalara bıraktı. Akılları sıra benimle dalga geçip komik olduğunu düşünüyorlardı. Arkamı döndüm ve ağır adımlarla sıralarının önüne yaklaştım. Kavga etmek gibi bir niyetim yoktu. Uzun zamandır kimseyle kavga edecek kadar yakın olmamıştım. Gerek de yoktu. Sadece bir bakış atıp yerime doğru yürümeye başladım. Ama onun durmaya niyeti yoktu. Sanki beni alt edeceğini sanan heyecanlı bir sesle "Birisi seninle konuşacağı zaman cevap ver. Tabii konuşmayı biliyorsan." Sonra arkadaşlarına bakıp yine sevinç dolu kahkahalarını atmaya başladı. Konuşmadan edemedim, daha doğrusu sabrım daha fazla dayanamadı. benimle dalga geçmelerini umursamıyordum ancak bir böceğe zafer vermeyecek kadar da kendimle barışıktım. "Sanırım size ismimi bir daha unutmayacağınız bir şekilde öğretmem gerekiyor." dedim ve cevap vermesini beklerken kafamı hafif arkaya atıp dudaklarımı biraz büzdüm. "İstersen gel ve öğret, bekliyoruz." dedi ve yanındakilerle beraber kafalarını salladılar. Kavga etmek gibi bir niyetim yoktu. Duruşumu bozmadan ellerimi cebime attım ve gözlerimi hafif kıstım. Ortam sessizlik içindeydi yani bütün sınıf susmuş benim yapacağım şeyi bekliyorlardı. Çok rahattım ve bunu karşımdakilere sezdirmek için elimden gelen en iyi duruşu sergiledim. "Vazgeçtim. Sizin fındık büyüklüğündeki beyinlerinizi sadece ismimle doldurup geleceğinize yer kalmamasını istemem. Yaani... böceklerle bir alıp veremediğim yok ama pislikleri midemi bulandırıyor. Hele senin gibi bir bok böceğinin aklına girsem. Sanırım hayatım boyunca mide bulantım geçmez." Bütün vücudumu normal haline soktum ve bu sefer sesimi de ciddileştirerek ekledim, "Benim ismimde altı harf bulunuyor. Ancak senin harf haznen beş olduğu için daha fazla konuşmamızın bir faydası yok. Eğer çok konuşmak istiyorsan git fındık kır, aynı şey." dedim ve daha da onun konuşmasını dinlemeyerek yerime geçtim.
İki senedir konuşmuyordum. Yani zorunlu olarak öğretmenler harici, başka kimseyle bir muhabbetim yoktu. Sanki her şeyi o turuncu çocuğa patlamışım gibiydi. Dediklerim sınıftaki herkes için geçerliydi. Zaten anlamış olmalıydılar ki derin bir sessizlik vardı. Bense zaten böyle olacağını bildiğim için rahattım. Turuncu çocuğun bakışları üzerimdeydi. Bunun burada bitmeyeceğini biliyordum ancak o dar kapasiteye ders vermem de kolaydı, kendimi kasmama gerek yoktu. Ve o çok beklenen öğretmen derse girdi ve sıkıcı bir kırk dakika için geri sayım başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnız Patron
Teen FictionBiz insanların baktığı pencere tektir. Ancak biz yalnızlar bu pencereyi biraz farklı yorumlarız o kadar. Ne kadar farklı yorumlasak da her zaman aynıdır o pencere. Herkesi içine çeker. Ya da herkes herkesi iter. Belki de yanılıyorumdur. Belki de öy...