"Şimdi bana ne biliyorsan anlatıyorsun güzelim. En ince ayrıntısına kadar." Tek kaşı kalkık havalı bir şekilde yaklaştı. Biraz daha. Durur mu? Biraz daha yaklaştı. Artık burun burunaydık. Parfümünün üzerime sindiğine adım kadar emindim.
"Seni dinliyorum" diye fısıldadı kulağıma. Hızla yüzümü ondan uzaklaştırdım. Beni rutubet kokulu, leş gibi bir yere getirmişlerdi. Hayır, buna kaçırılma diyemezdik. Yani sanırım. Çünkü bu adam bir polisti. Adını dahi bilmediğim, neyin cevabını aradığı hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı adamdı.
"Konuş!" diye bağırdı ben kendi iç dünyamda takılırken. Sıçradım haliyle. Sonunda konuşmayı akıl edebilmişim gibi "Ne konuşayım?" deyiverdim.
Dalga geçtiğimi düşündü sanırım zira kasılan yüz hatlarının başka bir açıklamasının olacağını düşünemedim. "Cinayetle ne ilgin var?"
Ne? Cinayet mi? Sözcükler aklımda dönüp duruyor, anlamam için anlamlı bir sıraya girmeye çalışıyorlardı. Ama hangi sıraya girerse girsin bir türlü idrak edemedim. Gözümün içine bakan adama ne diyeceğimi bilemez halde bakakaldım.
"Ne-ne cinayeti? Siz... Siz beni yanlış anladınız. Ben öyle biri değilim. Yani... Nasıl söylesem... Alakam yok benim cinayetle." sanırım kendimi daha berbat bir şekilde savunamazdım. Ah keşke biraz Sherlock Holmes izleseymişim. Biraz polisiye okusaymışım. İleride ne işimize yarayacak dediğim her ne varsa keşke dinleseymişim zamanında. Belki bir iki cümle daha kurardım?
"Adın ne?"
Duyulması zor bir sesle "Sıla." dedim. Ama bulunduğumuz ortam o kadar sessizdi ki çok rahat bir şekilde duymuştu.
"Sıla..." derin bir nefes alıp ensesini sıktı. "Kaç saattir burdayız haberin var mı?"
Aptal adam cevap vermeme izin vermeden "4 saat!" diye bağırdı. Hoş, izin verseydi de kaç saattir bu havasız yerde olduğumuzu bilmiyordum.
"Benden ne istediğinizi hala anlamadım. Cinayetle alakam yok diyorum."
"Bak 4 saattir buradayız ve sen işime yarar tek bir kelime etmedin."
"İşinize taraması için katil benim mi demeliyim? Siz gerçek suçluyu mu arıyorsunuz yoksa suçu yıkacak birini mi?" Vaov bu cümleyi gerçekten ben mi kurdum? Hem de panik anında? Mükemmelsin Sıla. Böyle devam.
Çatılan kaşları ve sıktığı çenesi beni biraz ürkütse de az önceki istikrarlı tavrımı bozmadım.
"23 yaşında, üniversite son sınıf öğrencisi Beyza... " sandalyeyi karşıma çekip oturdu. Biraz öne doğrulup gözümün içine bakarak konuşmasına devam etti. "Evinde ölü bulunmadan hemen önce seninle konuşmuş?"
"Ne?!" tiz bir ses çıktı ağzımdan. Bu adam neler diyordu böyle? Bir an kamera şakası falan mı diye düşünüp çaktırmadan etrafta kamera var mı diye baktım. Sadece 2 saniye ama. Anında önüme çevirdim kafamı. Ve anında gözgöze geldim o adamla. Böylesine psikolojik bir baskı kurmuşken bırakın kendimi anlatmayı, her an katil benim diye bağırabilirdim. Panik en büyük düşmanımdı çünkü. Eğer biraz soğuk kanlı ve hazır cevap biri olsaydım işim kolaydı. Ne yazıkki öyle biri değildim.
Farkında olmadan bir damla yaş süzüldü yanağımdan. Ellerim bağlı olduğu için silemedim. Neyin içine düşmüştüm ben böyle?
"Onu öldürdün mü ya da ölümüne sebep olacak bir şey yaptın mı?" bu buz gibi soruyla tüylerim ürperdi. Nasıl olurda böyle bir soruyu bir çırpıda kolayca sorabiliyordu?
"Yemin ederim söylediğiniz şeyle bir alakam yok. Ben kimseyle konuşmadım. O kızı... Tanımıyorum."
"Örgüt müsünüz?"
Yok daha neler!
"Elbette hayır."
"Tek çalışıyorsun yani?" dedi cevabımın hemen ardından.
Gözlerimi devirip "Beni suçlamaktan vazgeçin. Olayla bir alakam yok." dedim bıkkınca.
Sinirle sandalyesinden kalkıp başını iki elinin arasına aldı ve "kafayı yiyeceğim!" diye bağırdı. Gürledi daha doğru bir kelime olabilirdi belki.
Ne duymak istiyordu ki?"Siz polissiniz değil mi?"
Sorduğum soruyla yavaşça arkasını döndü. Bakışları delip geçiyordu adeta. Bu polislere has bir özellik miydi acaba? Yani polis olduğu için böyle sert mi bakmalıydı? Anlamış değildim doğrusu.
"Sence?"
"Anlamadığım sorguyu neden burada yapıyorsunuz? Yok mu sizin orda bir sorgu odası?"
"Ne o? Beğenmedin mi?"
"Sandalyeye bağlanmayı hiçbir koşulda tercih etmem."
"Öyle mi?" dedi dalga geçtiği ayan beyan ortada olan bir gülümsemeyle. "Benim fantezim de bu. İdare et."
"Sizi... " sinirle derin bir nefes aldım. "Sizi şikayet edeceğim. Genç bir kızı alıkoymak size pahalıya patlayacak."
"Kime şikayet edeceksin?" dediğinde bir saniye bile düşünmeden "Polise." cevabını verdim. Keşke cevap vermek için acele etmeseydim. Çünkü bu cevabım karşımdaki dengesiz adama gür bir kahkaha attırdı. Ama nasıl desem... Samimiyetsiz bir kahkaha. Fazlasıyla soğuk. Zaten hemen eski mahkeme suratına döndü. Ben onun değişken ruh halini analiz ederken o cebinden çıkardığı cep telefonuyla birini aradı. Telefonu kulağına götürüp stresle bekledi.
"Kızı buldum. Sorgudayım...Evet başka çarem yoktu..." birkaç saniye karşı tarafı dinledi. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla bu konuşma onun hiç hoşuna gitmiyordu. "Bana ne yapmam gerektiğini mi söylüyorsun?" hiddetle sorup ardından "Öyleyse kes sesini!" diye kükredi. Gözleri beni bulduğu an panikle gözlerimi kaçırdım.
"Birkaç gün misafirim olacak. Kesinlikle çok iyi anlaşıyoruz." dedi. Başımı hızla ondan yana çevirdiğimde gözlerini yine ve yine üzerime dikmiş dudağının kenarıyla gülümsüyordu.
Telefonu kapatıp yanıma geldiğinde korkudan tirtir titriyordum."Üşüyor musun?" Diye sordu ilgileniyormuş gibi.
"Hayır." dedim hemen. Ardından uzun süredir bağlı olan ellerimi zorladım açmak için. Uyuşmuştu ve kangren olmaktan korkuyordum.
"Artık çıkmak istiyorum." güçsüz çıkan sesimle ne kadar ciddiye alınacağım hakkında en ufak fikrim yoktu. "Yalvarırım... Hem annem de meraklanmıştır. İzin ver gideyim. Yardımcı olmayı bende isterdim ama elimden bir şey gelmiyor. Katil ben değilim."
"Deliller öyle demiyor ama."
"Allah aşkına ne delilinden bahsediyorsunuz siz? Tanımadığım bir insanın ölümünde ne gibi bir etkim olabilir?"
Sorularımı cevapsız bırakıp kapıya doğru ilerlemeye başladı.
"Hey! Nereye?!"
Hemen sonra elinde cep telefonumla gelip tepemde dikildi. Yukarı bakmaktan boynum tutulmuştu.
"Bakalım kiminle konuşmuşsun en son." deyip şifresiz telefonumu bir çırpıda açtı. Basit bir telefona basit bir şifre koymayı bile akıl edememiştim. Yok yok katil kesin benim. Ben bu salaklıkla kesin bi boklar yemişimdir.
Telefondaki bakışları hızla beni bulduğunda korkuyla yutkundum.
Telefonumu bana doğru çevirip son konuşmalar listesindeki ilk numarayı işaret etti. Yani en son konuştuğum kişiyi. Numaraya dikkatli baktığımda bugün yanlışlıkla arayan numaranın olduğunu görünce derin bir oh çektim.Bir dakika!
Yoksa...
Hassiktir! Yoksa bu kız o kız mı? Ve benimle konuştuktan sonra ölmüş mü? Kabus bu değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKE!
Teen FictionBu hikaye karşısına çıkan "TEHLİKE!" tabelalarını görmezden gelip saçlarını savurarak yanından geçen o kıza ithaf edilmiştir. Hey bir dakika... Yoksa... Yoksa o kız sen misin?