Tapınağın sesi

6 0 0
                                    

Sütunların arkasında üzerinde işaretler bulunan koyu gri taşlardan yapılma bir duvar vardı. Duvar yosun tutmuştu ve üstündeki işaretlerin bir kısmı dökülmüştü. Tapınağın girişinde bir parça düşmüş ve girişin bir kısmını kapatmıştı. Tapınağa bakıldığında antik bir tapınak olduğunu ve asırlardır kullanılmadığı çok rahat görülebilirdi. Tapınağın girişinin üstünde işaretler vardı.

Aether işaretleri okumaya çalıştığında birden zihninde bir isim belirdi. İsim tam net değildi ama sadece ismin gücü bile Aether'in terlemesine sebep olmuştu. Aether'in başı döndü ve sendeleyerek tapınağın girişine dayandı. Ses tekrar Aether'in zihninde yankılandı. Aether'in ismini söylüyordu ve tapınağın derinliklerinden geliyordu.

"Kim var orada? Hey! Beni duyuyor musun?" Ses, Aether'i kendine çekiyordu ve Aether bunun farkında bile değildi. Bunu fark edemeyecek kadar meşguldü. Tapınağın içinde doğru ilerledi. O anda tek düşündüğü şey o sesin sahibiydi. O sesi bulmalıyı yoksa ses onu bulacaktı.

Tapınağın içi karanlıktı. Sabah olmasından dolayı sadece girişinde hafif bir aydınlık vardı. Bakışlarıyla tapınağın içini taradı. Tapınağın girişinde pek bir şey yoktu toplanma alanı gibi bir şey olmalıydı. Boş ve karanlık bir oda, duvarları rünlerle çevriliydi. Aether duvardaki rünleri incelemeye başladı. Karanlık olduğundan duvara tutunarak ilerliyordu ama nedenini bilmediği bir şekilde rünlere dokunmaktan kaçınıyordu. Duvarın köşesine geldiğinde rünlerden birinin parladığını gördü. Mavinin esrarengiz tonuyla parlıyordu. Mavinin derinliğinde kaybolmuş Aether isteksizce rüne dokundu.

Rüne dokunduğunda hissettiği şok dalgası Aether'in ürpermesine sebep oldu ve Aether koşmaya başladı. Nereye gideceğini bilmeden sadece içgüdülerini takip ederek koşuyordu. Karanlıkta hiç bir şey görememesine rağmen Aether her adımında daha da hızlanıyordu. Odanın sonlarına geldiğinde oda 3 koridora ayrılıyordu.

İlk koridor çok kısaydı ve hemen sonunda küçük kare bir oda vardı. Odanın ortasında karanlıkta parlayan beyaz mermerimsi bir taştan yapılmış bir sunak vardı. Sunak kareydi ve 2 köşesinden yukarıya doğru yılan heykelleri tırmanıyordu. Heykellerin kafaları taşın bitiminden birkaç santim sonra birbirine sarılmış bir şekilde koridorun girişine bakıyorlardı. İkinci koridor tapınağın çökmesi yüzünden kapanmıştı. Aether taşların arasında bir parıltı gördü ve koşuşunu hızlandırdı. Ne gördüğünü anlamamıştı. Anlaması da gerekmiyordu. Ciğerleri yanıyordu. Üçüncü koridor ise Aetherin koştuğu koridordu ve sonuna doğru bir kapı vardı korkutucu ve eskimiş bir kapı. Kapıda bir yılanın koridora bakan başını andıran bir yapı vardı ve üstünde ise rünlerle bir şeyler yazılmıştı.

Aether kapıdan içeri girmek üzereyken Thalia'nın ona seslendiğini duydu ve durdu. Arkasına baktı, kimseyi göremedi. Nefes nefeseydi, görüşü bulanıklaşmıştı ve ciğerleri yanıyordu. Ufak bir soluklanmanın ardından Thalia'nın ona doğru koştuğunu gördü. Yorgunluktan yere yığılmıştı. Thalia'nın nefes nefese bağırışını zar zor anlamıştı. "Hey! Sana tapınağa girmemeni söylememiş miydim?" sesi kızgın olduğunu saklamak ister gibiydi. Aetherin yanına oturdu.

Ağlamaklı bir ses tonuyla "Yedi ay önceydi. Krallığın savaşa girmesiyle ordu toplandı. Köy ve kasabalardan gençler orduya çağrıldı." diye başladı. "Savaşın başlangıcından 2 ay sonra kasabadaki silah kullanmayı bilen herkes gidince haydutlar kasabaya saldırdı. Elimizden geldiğince savunduk. Bir süre sonra yiyeceğimiz ve moralimiz tükendiğinde bir ses duyduk." -Gözlerini derin karanlığa sabitlemişti- "Kimsenin ne olduğunu anlayamadığı bir ses. İlk başta Kraliyet Ordusu'nun bizi kurtarmaya geldiğini düşündük." Sözünü bitirdiğinde hüzünle gülümsedi ve iç çekerek devam etti. "Tek başına beyaz bir kaplanın üstünde, gecenin karanlığından daha koyu renkli zırhı ve sanki dünyadaki bütün kanı kendinde toplamış gibi koyu kırmızı bir kılıcı vardı. Haydutların üstüne doğru atıldı. Her hamlesinde bir haydudu 2 parçaya ayırıyordu. Kaplanından indi ve tanrılara meydan okurcasına kılıcını sallamaya başladı. Karşı koyan kılıçları odundan yapılmış gibi dilimliyordu. Hiç kimse karşısında duramıyordu. Haydutlar kaçmaya çalışıyorlardı ama şovalye şimşek kadar hızlıydı. Kılıcını sallamayı bıraktığında ortalıkta parçalara ayrılmış cesetler vardı ama hiç kan yoktu. Kılıca baktığımda daha da koyulaştığını gördüm. Bütün kasaba şoka girmişti. Gözlerimizi ayırmadan korku içinde şövalyeye bakıyorduk. Miğferini çıkardı. Uzun ,siyah inci gibi saçları omuzlarına kadar iniyordu ve ay ışığında parlıyordu; gözleri kırmızıydı ve en az ayın ışığı kadar parlaktı. Gözlerinde ki delici bakış hepimizi kontrolü altına almıştı. Hiçbirimiz kıpırdayamıyorduk ve konuşmaya başladı "Siz aciz olanlar, hükümlerime boyun eğin ve kaderinizi kabullenin. Bu kasaba artık bana ait. Dinleyin söyleyeceklerimi, anlayın sözlerimdeki derin manayı. Ve bekleyin umudun sizi bulmasını çünkü bu söyleyeceklerim kaderin kendisidir:

Bir yabancı hiç beklenmedik bir zamanda, umutsuzluğun ortasında

Kalpler karanlıkla kaplandığında, yaşamın anlamını yitirdiği anda

Mutluluk yok olunca, hüzün dünyayı kuşatınca, savaşın başlangıcında

Kaderinden habersiz yaşarken huzurun ve barışın getirdiği rahatlığın arasında

Belirecek kasabada umudun beden bulmuş haliyle

Kalpleri ayınlatacak ve Kristalian'ı kurtaracak gücüyle

Öğrenecek kaderini, onu nelerin beklediğini

Kabuledip Tanrıçanın lütfünü yok edecek karanlığı, görecek kalplerde gizleneni

Tanrılara ulaştığında başlayacak yolculuğu yanındaki 5 arkadaşıyla

İnançsız olanlar zehirlenecek karanlığın tatlı sözleriyle

Terkedecek umudu, katılacak karanlığa

 Karanlık Lordun huzurunda umutsuzluğun ortasında

Hükmedecek kolyeye Karanlık Savaş'ın başlarında, ihanet edecek yaşanmışlara

Bilinmeyen düşmanlar ve unutulmuş olanlar, bilinmeyen diyarlarda

Seçimler karar verecek savaşın sonunda, ışığın zaferine, karanlığın hükmüne

Her şey bittiğinde ayakta olan hükmedecek kadere ve Kristalian'ın geleceğine

Ve bir efsane daha son bulmuş olacak tarihin tozlu sayfalarının arasıda.

Şimdi Sefil yaşantınıza geri dönün." Thalia Sözünü bitirdiğinde gözlerinde bir ışık belirdi, Aether'e baktı. Gözlerindeki ışık Aether'in şaşkınlığı karşısında kaybolmuştu. Başını öne eğdi ve gözünden bir damla yaş geldi. Umutlarının yıkılması yüzüne hüzünlü bir tebessüm koymuştu. Yere uzandı ve karanlığı dinlemeye başladı. Nefesi yavaşlamıştı ve ciğerleri de ilk seferki kadar acımıyordu. Aetherde dinlenmiş olacak ki ayağa kalktı ve koridordaki kapıya yöneldi.

Kapıyadikkatlice baktı. Thalia uyarır gibi bir sesle: "Kapı kilitli; kırmayı,yakmayı denedik ama tapınağı yıkmadan kapıyı yok edemeyiz. Tapınak, kasabakurulmadan önce de buradaydı. O yüzden kimse tapınağı yıkmaya cesaretedemiyor." dedi. Aether uyarıyı dikkate almadan kapıya dokundu ve bir ses"Tapınağın kalbine girmek isteyen kişi tanıt kendini!" diye bağırdı.Ses o kadar şiddetliydi ki kapıdaki işaretlerden biri daha düştü. Thalia çığlıkattı. Aether sersemlemişti. "Ben umudun ve hayallerin taşıyıcısı, olmuşlarınve olacakların efendisi; çağrılmış olan İsimsiz kahramanım. Beni sorgulamayacüret eden sen kimsin!?" Ses Aether'e ait olsa da Thalia sözcüklerin onaait olmadığını biliyordu. Thalia o kadar şaşırmıştı ki bi süre hiçbir şeyyapamadı. Şaşkınlığı geçtiğinde sesin kimden geldiğini anlamak için etrafabakındı. İkisinden başka hiç kimse yoktu Aether'e baktığında kapıdaki yılanıngözlerinin parladığını gördü. Ayağa kalktı, Aether'e doğru yürüdü, omzunadokundu. Aether kafasını Thalia'ya çevirdi. Thalia bir çığlık daha attı ama budaha alçak sesliydi. Aether'in gözleri kırmızı olmuştu ve gözünün etrafında birdövme vardı. Göz bebeği bölünmüş, siyah, yedi parçaya ayrılmıştı. Thalia umut ve korku dolu bakışlarla Aether'e bakmaya devam etti. Düşünceler onu terketmiş, sesi ona ihanet etmişti. Elinden hiçbir şey gelmeyen Thalia Aether'e bakıyordu. Boş bakışlarını Aether'e kitleyen Thalia beklenmedik sesle irkildi.

KristaliaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin