32. BÖLÜM

384 16 2
                                    

RÜTBELİNİN GÖZÜNDEN

Kendimi bulmakta zorlanıyordum. Onsuz yarımdım..
Kimse bunun farkında değildi...
Ne halde olduğumu kimse anlamıyordu...
Beni görenler, bunak bir genç olduğumu zannediyorlardı.
Evet, belki çok yıpranmıştım, belki de bu benim elimdeydi ama onsuz 'mutluluk' tabiri bile anlamsızdı...

Aşk tecrübem yoktu, ne yapacağımı bilmiyordum.
Mantıklı düşünemediğimden dolayı verdiğim kararlar benim lehime oluyordu.

Bu hafta Sayk gelecekti. Beni görmek istediğinden değil, komutanlar arası toplantı olacağından. Bu hafta, benim karargahımda, diğer komutanlarla bir toplantı. Kulağa çok donanımlı gelse de aslında çok sıkıcı. Komutanların dır dırları...

Nefesimi elimden alan kişiyle karşı karşıya gelecektim. Üstelik bir şey de diyemeyecektim.

Bu toplantı 'ne için' diyecekseniz eğer, bu toplantı: ordularımızın durumlarının konuşulduğu, gerekli mühimmatların listesinin alındığı, daha iyi ne yapacağımızın konuşulduğu ve en önemlisi başında olduğumuz orduların başarılarının konuşulduğu bir toplantı işte.

Gereksiz...
Ya da hiçbir şey yapmadığımdan dolayı bana böyle geliyor.

İlk başlarda iyi olmaya çalışıyordum. Fakat günden güne onun geleceği düşüncesiyle kendimi kandırdığımı farkettim. Yaptığım işleri bıraktım ve boş boş dolaşmaya başladım.

Bana 'Bu yaptıklarına pişman olacaksın!' (9. Bölüm) demişti. O zamanlar onu o kadar çok kırmıştım ki. Özür dilemeye vaktim olmuştu ama o razı olmuş muydu, bilmiyorum. Keşke şu an yanımda olsaydı. Keşke onunla hiç kavga etmeseydim, kırmasaydım. Kaybedince değer anlaşılır denirdi de inanmazdım. Aslında inanırdım da, nasıl hissettirir bilmezdim. Ama şimdi her şeyi daha iyi anlıyordum.

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Bugün tüm komutanlar benim karargahımda olacak. Tabii biraz görsel şölende lazım... Biraz içki, biraz meze, kuruyemiş...

Toplantı odasına göz attım ve düzenledim. Sonrada askerlerden, bilmediğim son durumları öğrendim. Ne zamandır orduyla ya da diğerlerinin yaptığı işlerle ilgilenmiyordum, haberim yoktu... Her şeyden haberdar oldum ama yanıma yardımcı bir asker alsam daha iyi olur, diye düşündüm. Arada bana yardımcı olurdu.

Karargahın önünde gelecek üstlerimi beklerken bir araç göründü. Yavaş yavaş, ağır adımlarla araca doğru ilerledim ve araçtan inen üstüme karşı asker selamı verdim. Ona içeriye geçmesini söyledim. O içeriye girerken, ben de diğerlerini beklemeye koyuldum. Birkaç dakika sonra bir başka komutan, diğeri, öbürü... Hepsini selamladım ve onlara da içeriye geçmelerini söyledim. Kaldı 2 komutan... Dakikalar sonra karargahıma doğru gelen, aracına bile nefretle baktığım komutan geldi. Sayk... Yanında başka biri daha vardı. Bir asker, benim bir alt rütbem. Bana dikkatle baktı, süzdü... Sayk karşıma geçti ve:

"Nasılsın Emrah?"

"Gördüğünüz gibi komutanım."

Diğeri de elini uzatmadan önce asker selamıyla beni selamladı ve:

"Ben Charles, komutanım."

"Hoşgeldin Charles." dedim ve ekledim:

"Komutanım, içeriye geçerken söyleyinde bir sandalye daha çeksinler, Charles için."

Olumlu anlamda başını salladı ve içeriye girdi. Daha doğrusu girdiler. Son kalan komutanı bekliyordum ki sonunda gelmişti. Onu da selamladıktan sonra beraber içeriye geçtik.

İçeriye girdiğim anda, herkes sohbet ediyordu. Onlara aldırış etmeyip masanın başındaki sandalyeye geçip oturdum. Herkes konuşuyor, Charles susuyordu. Yeni gelmesinden olsa gerek, kimseyi tanımıyordu. Ona bakarken birden bana döndü. İlk başta garipsedim ama sonra gerçekten garip olduğunu farkettim.

"Komutanım size bir şey söylemek istiyorum." dedi. Ama sessizdi ve bana doğru eğilmişti.

Zaten hemen masanın köşesinde oturuyordu. Yani bana yakındı.

"Söyle." dedim. Ben de sessizce konuşmuştum.

Ama o sırada komutanlar sus pus olmuştu ve Sayk araya girmişti.

"İlk önce başarı durumlarından bahsedelim. Emrah?"

"Bir şey yok komutanım. Asker sayısı azaldığı için diğerlerini de tehlikeye atmak istemedim ve hiç saldırıya geçemedik."

"Arayıp bildirebilirdin Emrah. Asker gönderebilirdik. Acaba senin karın ağrın başka bir şey mi?"

"Yok, Komutanım."

"İyi, başka bir şey olmasında. O zaman eksik mühimmatları söyle."

"Şu an ki asker sayısı için yeterli sayıda mühimmatım var."

"Tamam, daha iyi ne yapabilirsin, peki?"

"Asker sayısı artarsa, saldırabilirim. Şu an için tek eksik asker. Ama tabii göndereceğin asker sayısına göre mühimmatta ayarla."

"Tamam. Sen o işi bana bırak. O zaman, Charles'e gerekli malzemeleri yazdır." dedi.

Bunun üzerine Charles ile beraber başka bir masaya geçtik.

"Sen bana ne söyleyecektin?"

"Komutanım söyleyeceğim ama sakin olun. Vereceğiniz tepkiyi kimse farketmemeli."

"Tamam, sakinim. Ne söyleyeceksen söyle."

"Komutanım..."

"Evet?"

"Damla..."

"Damla mı?"

Tedirgin olmaya başlamıştım. Kendimi güçlükle sakin tutabiliyordum. Sayk, bu halimi görmemeli, o yüzden olabildiğince sakin görünmeye çalıştım.

"Merak etmeyin, sanırım o iyi."

"Sanırım mı? Ne olduğunu anlat."

"Komutanım, burada olmaz. Siz bana numaranızı verin ben size sonra ulaşırım. Şimdi gerekli mühimmatları söyleyin. Sayk farkedebilir."

"Haklısın, haklısın. Sayk ona bir şey yaptı mı?"

"Sayk, hiç zarar vermedi."

"Neyse sen yaz..." deyip numaramı ve mühimmatları yazdırdım.

'Midemde kelebekler uçuşuyor' derler ya, ha işte şu an midemde kelebekler uçuşuyor. Uzun bir aradan sonra onun adını duymak. İyi olduğunu, yani en azından Sayk'ın ona zarar vermediğini bilmek içimi ferahlatıyor.
Şimdi Sayk burada olmayacaktı...
Off, şu an o kadar mutluyum ki...
Umarım iyi bir sonuç çıkar bu işten...

Charles ile tekrardan o masaya döndük. Sayk, diğer komutanların durumunu görüşüyordu. Duruma bakılırsa benlik bir durum yoktu. O yüzden konuşmaları dinlemiyor, Damla'yı düşünüyordum.

Acaba onu bulabilecek miydim?
Tekrar onu görebilecek miydim?

 RÜTBELİNİN ESİRİ (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin