Sabah yorganın altından gelen, rahatsız edici bir hışırtı sesiyle uyandım. İçeri giren gereksiz parlak güneş sinir bozucu bir şekilde gözlerimi açmama engel oluyordu. Ayılmaya çalışırken bir yandan da şu lanet olası perdeyi kapatmaya çalışıyordum. Başıma saplanan ağrının tarifi yoktu ve tanrım, ağzım kupkuruydu. Etrafımda su arandım ve dün gece ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu.. Sabahları kendimi hatırlamam biraz zaman alıyordu. Gecelere dayanabilmek için kullandığım şirin mavi-sarı şeyler bayağı kuvvetliydi. Ertesi gün akşama anca kendime gelebiliyordum. Aslında o haplar bir nevi dosttu benim gözümde. Yakından bakınca üstündeki hava kabarcıkları görünüyordu ve midemde o kabarcıklardan parçalara ayrılıyorlardı. Midemden kanıma geçtiklerinde mutluluğu kalbime taşıyorlardı sanki. Yatağa uzandım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Yerdeki krem rengi halının üzerinde çamaşırlarım duruyordu ve elbisem kapının koluna asılmıştı. Duvarda ucuz ve zevksiz kahverengi duvar kağıtlarının üzerinde sıkıcı doğa tabloları vardı. Karşımdaki ayna doğrudan yatağı gösteriyordu. İşte tam o anda ne olduğunu ve ne olduğumu hatırladım. Gecemi geçirdiğim iğrenç misafirim ölü gibi uyuyordu. Ayağımla onu bir kenara iterek yataktan çıktım çünkü birazdan beni almaya geleceklerdi. Yüksek ama boyumun erişebildiği dolabın üst rafından temiz havlu aldım ve banyoya doğru yürürken ıslak bir şeye bastım. Ne olduğunu anlamakta çok da zorlanmadım. Açıkçası artık alışmıştım, iğrenmiyordum. Havlumu asıp suyun ısınmasını bekledim. Yüzümü aynaya döndüğümde morarmış boynuma ve göğüslerime bakakaldım. Hayvan herif sanki bir eşyaymışım gibi davranmıştı çünkü parasıylaydı. "Direndikçe daha çok saplanırsın bu batağa." demişti Alev abla. Direnmemeye direniyordum. Ilık suyun nefes açan buharı banyoyu kaplamıştı. Bu hayvan uyanmadan işimi bitirip hazırlanmalıydım çünkü bunlarda bitmek tükenmek bilmeyen bir istek vardı. Kendimi suyun ılık rahatlığına teslim ettim. Su önce saçlarımı ıslatıyordu. Alnımdan dudaklarımın arasına süzülen damlalar yavaşça boynuma iniyordu ve oradan köprücük kemiklerime, daha sonra omuzlarıma dökülüyordu. Bileklerime ulaşana kadar vücudumu derin bir keşfe çıkıyorlardı sanki. Damlaların her dokunduğu yerden ayrı bir keder gidiyordu içimden. Ardından tüm günahlarımdan arındım; bir papaza yaptıklarımı anlatıp Tanrı'ya tövbe eder gibi. Çok vaktim yoktu. Bu duş terapisini kısa kesmem gerekiyordu. Duştan çıkıp yumuşacık havluma sarındığımda çocukluğum geldi aklıma. Hala çocuktum aslında resmi olarak, çocuk derken küçüklüğümü kastetmiştim. Sıcak bir yuvamın olduğu zamanları. Havluya anneme sarılır gibi sarıldım. Gözlerim dolmuştu ama bazen sadece yolun götürdüğü yere gitmek gerektiğini düşündüm hemen. En büyük kabullenme yöntemimdi. Ne zaman "artık yeter" diye çığlıklara boğulsam içimden, hep kaderi sebep gösterirdim kendime. Kaderi sebep göstermek de kader midir yoksa tercih midir diye düşündüğüm de çok olmuştu ama insanlar genel olarak çıkarları doğrultusunda inançlar edinir. Bu saçma duygusallığı kenara bırakıp hızlıca kurulanmaya koyuldum. İçeri geçtiğimde adını bilmediğim o adam yoktu. Hemen giyinmem gerektiği kararına vardım ve hazırlanıp gardiyanımı beklemeye başladım.
Nur, Alev abla ve ben patronun gözdeleriydik. Hep bizim otelde çıkarırlardı müşteriye bizi. Dışarı pek yollamazlardı. Ben genelde 208'deydim, Alev abla 235 ve nur da 382. Diğerlerini kulüplere yolluyorlar hep. Sadece bakireler ilk gecelerinde özel odalarda 'sergileniyor'. Biz 'gözdelerin' müşterileri pek sadıklar. En azından bize sadıklar. Mehmet abi- ki abi dediğimde çok kızar -, Barış- canımı en az o acıtır, çok naziktir -, Uğur- yeni evli ama benim gibi olmuyormuş karısıyla -, bir de Asım var- o en yaşlısı -.
İnsanların beni gördüğünde yüzüme bakmalarını engelleyecek kısalıktaki elbisemi giydim. Bu bir taktikti; mutsuzluğumuzun gözükmesini istemiyorduk. Odalarda da sadece on beş – yirmi dakika gülümsemeye çalışsak yetiyordu. Konsantre mutluluktan yuttuğumuzda zaten her şey güzel oluyordu.
Kapının çalmasıyla düşüncelerim bir toz bulutu gibi dağıldı. Ses çıkmasın diye çok yavaş bir şekilde kapıya yürüdüm ve fısıltı denecek seste kim o dedim. Çünkü eğer polislere yakalanırsak kurtulmuyorduk, yanıyorduk. Bizde Yana abla yanmıştı; kaçmaya çalışmış, yakalamışlar. Koluna ateş tutup bir parça yakmışlar, ondan yanık deniyor. Şimdi Yana ablayı sadece otelin birinci katındaki 101 numaralı odaya götürüyorlar; yani işkence odasına. O odaya giren her erkek – veya kadın- potansiyel katil benim gözümde. Yana ablanın anlattıklarına göre hayatınızda görmediğiniz, hayal dahi edemeyeceğiniz çeşitte aletler ve oyuncaklar vardı orada. Bazen ağzı yüzü kan içinde gelirdi. Neyse ki gelen Özgür'dü. Bizim patronun eli ayağıdır kendisi. Koyu sarı uzun saçları hep elmacık kemiklerinin üstüne düşer ve bıkıp usanmadan her seferinde seksi bir şekilde saçlarını geri savurur. Gözleri griye kaçan bir mavi ve inanılmaz karizmatik bir gülüşü var. Güldüğü zaman ağzının sol kenarı yukarı kıvrılır ve tek gamzesi çıkar. Upuzun boyuyla orantılı kalın, kaslı kolları ve geniş omuzları var. Hayatımda gördüğüm en yakışıklı erkek diyebilirdim. Zaten kızları da böyle tavlıyordu. Çantamı alıp Özgür'ün koluna girdim ve upuzun koridorda asansöre doğru yürümeye başladık. Asansörü beklerken Özgür telefonuyla meşguldü. Asansörün geldiğini işaret etmek için boğazımı temizler gibi yaptım. Özgür kapıyı açtığında içerde Nur vardı. Otel içinde birbirimizle konuşmamız yasaktı; biz de bakışmakla yetindik. Zaten artık gözlerimizle anlaşabiliyorduk, bizim için sorun olmuyordu artık. Asansöre binerken göz temasını kesmedik ve asansördeyken de bu dilsiz iletişim devam etti.
Asansörden indiğimizde Özgür caddenin karşısında siyah cipin bizi beklediğini söyledi. Nur da ben de ayak bileklerimize kadar uzanan montlarımızı giydik. Çünkü sabahın köründe sokaklar pırıl pırıl, tüm kötülüklerden arınmış olmalıydı. Pis vücutlarımızla dikkat çekmemeliydik sabahları. Geçen ay Manolya kirlenmiş namusuyla karşıdan karşıya geçtiği için ölesiye dayak yemişti. Vatandaşın Manolya'ya bakınca ahlakı bozulmuş, dövmüşler. Manolya'nın söylediğine göre onu döven adam da eski müşterisiymiş ama adam inkar etmiş. Patron bize zarar gelmesini hiç istemez; öldürmüş adamı. Yürümeye devam edip hızla karşıya geçtik. Cipin kapısı açıldığında Alev abla içerde bizi bekliyordu. Özgür de devlet sırrı saklıyormuşçasına siyah olan cipe bindikten sonra başka bir otel adı söyledi. Bodruma gitmiyorduk. Şaşkın gözlerle Nur'la birbirimize baktık. Sabahları işe gittiğimiz olmazdı hiç. Alev abla her şeyi bildiğinden şaşırmamıştı. Özgür hepimize rüşvetlerimizi -konsantre mutluluk- verdiğinde hepimiz biraz rahatladık. Kollarıma ve bacaklarıma inen uyuşukluk hissiyle koltuğa iyice yayıldım. Radyodan gelen müziğin eşliğinde camdan dışarıyı, özgür hayatı izlemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rossaline
RomanceRossaline adında bir hayat kadını her şey sıradan devam ederken Timur adında bir adamla tanışır. Bu adam ve Rossaline birbirlerinden çok etkilenir. Birlikte geçirdikleri bir gece Timur Rossaline'den hayatını anlatmasını ister. Hikaye bir hayat kadın...