(Çok uzun bir ara oldu, ama kusura bakmayın hiç vakit bulamıyorum yazmak için. )
Bazen insanlar da ikiye ayrılır; Yanınızdakiler, aklınızdakiler. - Marlynn Longston-
“Kepçük!”
Tam da tartışmanın ortasında gelen bu söz üzerine anlık bir duraksama yaşadı Kerem. Biraz önce içinde bulunduğu durum münasebeti ile koyulaşan yeşil gözleri ufak titremler ile kızın üzerine kilitlenmişti. Kendini tutmakta zorlanıyordu, sanki biri ayaklarının altından gıdıklamışçasına gülme isteği belirdi içinde.
Gülmek istiyordu, tam olarak yapmak istediği buydu; Kızın üzerine atladıktan sonra onu sarıp delicesine gülmek. Bu hissi uzun zamandır yaşamadığını fark etti, duyduğu andan itibaren geçen kısa zaman dilimi içerisinde.
Her ne kadar iradesine sahip çıkmakta başarılı olsa da kontrol edemediği fiziksel özellikleri yok sayılmazdı. Her seferinde utandığında karşısındaki kızın değimi ile “kepçe” kulaklarının istemeden domates kırmızılığına ulaştığını biliyordu.
Sonra böyle durumlarda asla doğru kelimeler seçemediği ve henüz Türkçe ’ye yeteri kadar hâkim olmamamın verdiği güvensizlik ile konuşmadan önce ‘ııı, mmmm’ gibi zaman yaratma çabalarına giriyordu. Kendini şaşırtmayarak beklediği tepkileri verirken vücudu, artık bir cevap vermesi gerektiğini anımsadı.
İçine hâkim olup, suratına yansımaya çalışan gülme isteğini ustaca kontrol altına aldıktan sonra hatalı olduğunu ifade edecek birkaç cümle hazırladı kafasında. Özür dilediğini tam anlamı ile ifade etmek için sesini de yumuşak bir tona indirmeye hazırlanmıştı ki Zeynep:
“Ben böyle bir kişinin evinde çalışamam.” Dedi.
Soyunurken komodinin üzerine koyduğu anahtarları oradan alıp Kerem’in eline tutuştururken önünde duran yüzde %98 ‘i kas ve salatadan oluşan adamı tüm gücü ile itti. Eğer dışarıdan bakılsaydı Kerem’in söyleyeceği herhangi bir kelimeyi duymak istemediği sanılabilirdi öfkeli görüntüsü ve hızlıca odadan çıkmasından. Fakat asla göründüğü gibi değildir olaylar hayatta.
Zeynep kızgındı, evet ne eksik bir tanımdı ne de daha fazlasına ihtiyaç vardı; Kızgındı. Uzunca bir süre kafasında tasavvur ettiği bir kişiden beklediği, hayallerinde çizdiği kişilik portresinden beklemediği bir hareketti bu. Adam ile ilgili her haberi, her resmi inceledikten sonra zorla girdiği yatağında tavana bakarak çizdiği kusursuz Kerem heykelinden beklediği bir şey değildi.
Kafasında oluşturduğu o kusursuz, her kıvrımını ezberlediği heykelin önce büyük parçalar halinde kırıldığını daha sonra kum taneleri gibi olduğunu gördü, öfke ile bir anlık gözlerini kapadığında.
Yaşadığı ufak çaplıda olsa hayal kırıklığıydı belki de gerçek düşüncelerini gece gibi saklayan öfkesinin nedeni. O kadar iyi biliyordu ki aslında bunu istemediğini, geri dönüp söyleyeceği bir kelimeyi saatlerce dinleyebileceğini, fakat yapamazdı, yapmazdı. Rüyalarında kendisine kıymetli bir mücevher gibi bakan yeşil gözlerini dikseydi eğer üzerine ve hatalı ama tatlı telaffuzu ile kulaklarında defalarca kez duymak istediği hale getirdiği kelimelerle özür dileseydi, biliyordu affederdi onu.
Hani şu başına en ufak bir hadise geldiğinde kafasında kurduğu o kendini yargılayan acımasız mahkemeyi kurdu, evin kapısına doğru ilerlerken:
“Sanık Zeynep Yılmaz, ayağa kalk da seni asmadan önce iyice bir ayaklarına kara sular insin. Sen ne aptal bir kızsın, yılın ergen tribi ödülü verilse kimselere kaptırmazsın. Sen kendini İngiltere kraliçesi Elizabeth mi sanıyon? Biraz önce ‘Kepçük!’ diye çemkirdiğin adam Kerem, hani şu yarı olimpik baklavaları olan, hani Adrina Lima’nın odasına izinsiz giren kişi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gerçek Bir Rüya
Roman pour AdolescentsBizden biri ile Kerem Sayer olmayan bir Kerem'in ilginç hikayesi....