1

794 41 20
                                    

Medyada hikayenin fragmanı var, göz atmayı unutmayın:')


Leon, matbaanın ahşap kapısını yavaşça araladı. Sabah buraya yaptığı baskında burada çalışan herkesi nezarete almış, akşam kimsenin buraya gelmeyeceğini garantilemişti. O gazeteyi çıkarıp yazıları yayınlayanların burada çalıştığını biliyordu fakat aralarından hiçbirinin Halit İkbal olmadığını da anlamıştı. O güçlü yazıları yazan, halka seslenen kişilik o pısırık müzisyenlerden biri değildi, olamazdı da zaten. Halit İkbal şayet orada olsa genç teğmenin onları bu kadar çabuk tutuklamasına izin vermezdi. Neden saklandığını da anlamıyordu; halk ona saygı duyuyor, yazıları herkesin dilinde dolaşıyordu. Asker olmasa o da kendi yazılarıyla bu kadar başarıyı yakalar mıydı, diye düşünmeden edemedi. En başta babası izin vermezdi, güçlü Yunan Ordusunun Komutanının oğlu asker olmayıp yazar mı olacaktı yani? Annesi bu düşüncesine ne kadar destek verse de Leon buna cesaret edemezdi işte. O da hala bu yanını ayakta tutmak için yazı yazmaya devam ediyordu.


Matbaaya girdiği ilk an görülmediğine emin olmak için etrafı kolaçan etti. Sonra üstündeki Yunan üniformasını çantasına koyup içinden fark edilmemek için aldığı Türk kıyafetlerini giydi. Türk mahallesinde üniformasıyla çok dikkat çekiyordu. Görevi için bu matbaaya geldiğini söyleyebilirdi fakat orada uzun süre kalacaksa o müzisyenler gibi gözükmesi gerekiyordu.

Babası sabah Halit İkbal'i bulması için kesin bir emir vermişti. Teğmen olarak kendisini kanıtlamak istiyorsa o adamı bulmak zorundaydı. Masanın üstünde dağınık bırakılmış kağıtlara göz attı. Masanın üstü müzik notaları ve değişik tiyatro posterleriyle doluydu. Aptal müzisyenler, diye düşündü. Çaldıkları notalar hep Türklere özgü şarkılardı. Kendi çaldığı piyano parçaları aklına geldi ama şu an dikkati dağılmaması gerekiyordu. Bu müzisyenlerin onların yerinde olsa bastıkları şeyleri nerede saklayacaklarını düşündü. Masanın üstünde şüphe çekici bir şey bulamayınca etraftaki dolaplara bakmaya koyuldu. Dolabın içinde raflar dolusu Türk edebiyatına özgü kitap vardı, birkaçını o da okumuştu. O müzisyenlerin böyle kaliteli kitaplar okuduğuna inanmıyordu ve bu düşüncesi Halit İkbal'in burada yaşadığı tezini güçlendiriyordu. Etraftaki çekmecelere bakmaya devam etti. En alttaki çekmeceyi açtığında gördüğü manzara kendine güvenini arttırmasına yetmişti, gazetenin eski baskıları üst üste dizilmiş duruyordu. En kısa sürede tekrar buraya uğrayıp bu adamları temelli tutuklatacaktı. Eğer planı işe yararsa Halit İkbal arkadaşlarını bulmak ortaya çıkacaktı ve o zaman Leon onu sonunda yakalayabilirdi.


Bugünlük yeterince askerlik yaptığına karar verip matbaanın tozlu penceresinin önündeki masanın başına geçti. Gün içinde yaşadığı olayları ve okuduğu kitaplardan ilham alarak yazı yazmayı çok seviyordu. Kalemi kağıtla buluştuğunda zaman ve çevre kavramı kayboluyor, genç adam yazılarıyla baş başa kalıyordu. Yapmayı en sevdiği şey de buydu, konaktayken annesi ya da başka biri tarafından bolca rahatsız edildiği için böyle tek başına geçirdiği zamanlar onun için çok nadir ve değerliydi. Babasının Avrupa'dan getirdiği plaklarla gramofondan çıkan müziğin eşliğinde yazı yazdığını düşündü. Etrafındaki matbaa yazdığı yazı uzadıkça kayboldu ve genç adam en sonunda yorulduğuna karar verip oturduğu sandalyede uykuya daldı.


Hilal, kimseye fark ettirmeden evden çıktığında küçük çaplı bir zafer kazandığını hissediyordu. Paltosuna sarınarak hızlı adımlarla matbaanın yolunu tuttu. Mahalle gecenin geç saati olmasından ötürü sessizdi, bazı evlerin pencerelerinden çıkan ışıkla sokak aydınlanıyordu ama her an bir yerden Yunan askeri fırlayabilirmişcesine adımlarını hızlandırdı. Matbaanın içine girdiğinde küçük odayı sadece ayın ışığı aydınlatıyordu. Birkaç kağıt almak için çekmecelere yöneldi. Arkadaşlarını Yunan askerleri tutuklamışlardı, onların yerine tek başına kendi yazdığı Halit İkbal mahlaslı yazıları paylaşmalıydı. Onlar olmadan da yapabilirdi, Halit İkbal olduğu sürece gazete varlığını koruyacaktı.


Leon, duyduğu hışırtılara uyandı. Acaba kaç saattir bu rahatsız sandalyede uyuyordu? Çabucak toparlanarak odanın diğer tarafında duran siluete odaklandı. Biri çekmeceleri karıştırıyor, bulduğu kağıtları üst üste koyuyordu. Ses çıkarmamaya özen göstererek önündeki bir masadan sert bir cisim aldı eline. Bu gece buraya kimsenin gelmemesi gerekiyordu, bu gelen kişi kimdi? Babası bakması için bir Yunan askeri yolladıysa başı büyük bir dertteydi, gecenin bu saatinde bu kıyafetlerle burada olmayı asla açıklayamazdı. Yavaşça siluete yaklaştıkça Yunan askeri olmadığını anlayıp rahatladı. Elindeki sert cismi başının üstüne kaldırdı ve o an aklına gelen en mantıklı soruyu sordu. "Kimsin?"

Genç kız kalın bir erkek sesi duyduğunda neye uğradığını şaşırdı. Arkadaşlarının burada olmadığını bilerek gelmişti ve burasının matbaa olduğunu onlardan başka kimse bilmezdi. Ellerini kaldırarak yavaşça arkasını döndü, gördüğü adamın bir Yunan askeri olmaması için dua ediyordu içinden. Döndüğünde gördüğü adamın bir asker olmadığını görünce rahatladı, lakin elinde her an ona saldıracakmış gibi bir cisim tutuyordu. "Ben Hilal, matbaada çalışırım. Sen kimsin?"

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 30, 2017 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Halit İkbalWhere stories live. Discover now